6.5 Metre (Metri Shesh Va Nim) / Sadık Uyar


Beni öldürmek için yaşattılar….
Saeed Roustaee’nin 2019 yapımı filmi 6.5 Metre, çağdaş İran sinemasında toplumsal
gerçekçiliğin güçlü bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. 6.5 Metre, İran sinemasının
uluslararası arenada güçlü bir temsilcisi olarak öne çıkıyor. Sert gerçekçiliği, etkileyici
oyunculukları ve derin toplumsal eleştirileriyle, izleyiciyi sadece bir hikâyeye değil, bir
toplumsal krize tanıklık etmeye çağırıyor. Film, uyuşturucu bağımlılarının yaşamını ve
İran’daki uyuşturucu ticaretinin karanlık dünyasını tasvir ederken, aynı zamanda polis
teşkilatının çabalarını ve bireysel ahlaki ikilemlerini merkeze alıyor. Başrollerde Peyman
Maadi’nin canlandırdığı dedektif Samad ve Navid Mohammadzadeh’in etkileyici
performansıyla hayat verdiği uyuşturucu baronu Nasser, hikayeyi sürükleyici kılan unsurlar
arasında. Hızlı temposu gerçekçi görüntüleri ile nezarethanelerdeki uyuşturucu
müptelalarının düştüğü kötü durumlarını gerçek bir bakış açısıyla ele alışı filme ayrı bir
derinlik katıyor.


Filmin isminin 6,5 metre olması kefen bezinin 6,5 metreye denk gelmesi veya
İran’da bir kefen bezinin altı buçuk tümene denk gelmesi gibi benzerlikler filme farklı bir
metaforik anlam taşımış. Hayat ile ölüm arasında çok kısa bir yolun olduğunu uyuşturucu ise
bu yolu daha çok kısalttığını ironik bir dille farklı bir alegori ile karşımıza çıkıyor. İran’ın
uyuşturucu krizine odaklanan film, aynı zamanda uyuşturucu kullanımının bireysel planda ele
alınışı ile beraber toplumsal alana olan etkilerini rejime yönelik olan eleştirilerini İran’ın arka
sokaklarını insanların uyuşturucuya nasıl müptela olduklarını rejimin insanları bu alana nasıl
ittiğini farklı bir açıdan ele alan dram yönü ağır basan izlenmesi gereken bir filmdir. Bu film
aynı zamanda bana Denis Villeneuve ait Sicario filmini de hatırlattı.


Çoğrafyanın bir kader olduğunu unutmayalım ve İran’ın dünya eroin ve kokain
ticaretinin merkezi durumunda olan Afganistan’a yakın olması bir geçiş güzergahı
konumunda olması İran’da 6,5 milyon civarında uyuşturucu kullanıcısının olması gibi
nedenler filme farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Film, uyuşturucu ticareti zincirini,
yalnızca suçluları değil, bu zinciri besleyen ekonomik eşitsizlikleri Rejimin insanları bu
çukura nasıl ittiğini ve birbirini nasıl beslediğini ve yozlaşmış düzeni de mercek altına alıyor.
Yönetmen Roustaee, aksiyon dolu sahneleri yalnızca bir araç olarak kullandığını fark
ediyoruz asıl gayesi, İran toplumunun görünmeyen yüzünü gözler önüne sermek. İran’ın
Afganistan’a yakınlığı, ekonomik sıkıntıları ve yüksek işsizlik oranları, uyuşturucu
bağımlılığını ve ticaretini adeta kaçınılmaz kılan bir arka plan oluşturuyor.
Yönetmen, İran’ın uyuşturucu ile olan mücadelesini çarpıcı bir dille ele almıştır.
bireysel hikâyeler üzerinden toplumu, adalet sistemini ve ahlaki yozlaşmayı eleştiren ve
insanların kitlesel olarak uyuşturucuya yönelim nedenlerini ele alan etkili bir film. Polisiye
gerilim ve drama türlerinde ilerleyen yapım, son yıllarda İran sinemasının toplumsal
duyarlılık geleneğini başarıyla
sürdüren bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Saeed
Roustaee’nin bu filmi, Requiem for a Dream veya Traffic gibi uluslararası yapımlarla
kıyaslandığında, uyuşturucu meselesini daha yerel bir bağlamda ele alsa da, evrensel bir
mesaj vermeyi başarıyor. Bazı uyuşturucu filmleri daha çok bireysel bazda ele alınırken ve
bununla verilen mücadeleyi bireysel bazlı ele alırken bu filmde ise uyuşturucunun toplumsal
yönüne daha çok temas edilmiştir. İzleyiciyi rahatsız eden gerçekçiliği ve ahlaki soruları,
uzun süre akıllardan çıkmayacak bir iz bırakıyor. Silindir borular içinde yaşayan bağımlılar,
uyuşturucu kartellerinin lüks malikâneleri ve adaletin işleyişine dair sorgulamalar,
yönetmenin teknik ustalığı ve hikâye anlatıcılığıyla etkileyici bir sinematik dokuya
bürünüyor. Ayrıntılarla işlenen eleştiriler, filmi derinleştirirken izleyiciyi sorgulamaya ve
düşünmeye davet ediyor.
Film, narkotik dedektifi Samad’ın (Peyman Maadi) uyuşturucu baronu Nasser
Khakzad’ı (Navid Mohammadzadeh) yakalama çabalarını konu alıyor. Filmin girişinde bir
kovalamaca ile başlayan bölüm bize Hollywood sahnelerini hatırlatmıştır. İlk bakışta bir suç
soruşturması gibi görünen hikâye, katmanları açıldıkça İran toplumundaki daha derin yapısal
sorunlara işaret ediyor. Nasser’in yaşam hikâyesi, suçun yalnızca bireysel bir tercih değil,
yoksulluk ve adaletsizlikle örülü bir toplumsal yapının sonucu olduğunu gösteriyor.
Uyuşturucu patronu olan Nasserin yakın çevresini bu pisliğin içine sokmaması kuzenlerini
okutması Kanada’ya göndermesi dans okuluna yollaması anne babasına ev alması yoksul bir
mahalleden gelmesi nişanlısına çok lüks araba alması kendisinin çok lüks bir evde yaşamını
sürdürmesi gibi unsurlar bize şunu gösteriyor: Fernando Meirelles’in yönettiği City of God
(Tanrı Kent, 2002), Brezilya’nın kenar mahallelerinde geçen bir suç hikayesini işler. Film,
suçun ve yoksulluğun birbirini nasıl beslediğini, genç bireylerin nasıl kolayca suç dünyasına
sürüklendiğini çarpıcı bir şekilde gösterir. 6.5 Metre, benzer bir şekilde, suçun kökenine ve
toplumsal eşitsizliklerin bireyler üzerindeki yıkıcı etkisine odaklanır.
Her iki film de, suç dünyasında bir tür “sistem” olduğunu vurgular. Nasser
karakterinin, tıpkı City of God’daki genç suçlular gibi, toplumsal koşullar tarafından
şekillendirilmiş bir “kurban” olduğu açıktır. Ancak 6.5 Metre, suç dünyasını değil, devlet
mekanizmasını ve adalet sistemini odağına alarak bu temayı farklı bir perspektiften ele alır.
Uyuşturucu ticaretini besleyen pek çok etkenin olduğu ve bunun etkisinin uzun yıllar
sürdüğüdür. Aynı şekilde Samad’ın mesleği ve kişisel ahlakı arasındaki çatışma, adalet
sisteminin insani boyutunu sorgulamamıza olanak tanıyor.
Filmin duygusal ağırlığı, Peyman Maadi ve Navid Mohammadzadeh’in Harika
oynamaları ile Peyman Maadi, dedektif Samad karakterinde, Navid Mohammadzadeh ise
uyuşturucu baronu Nasser’i, yalnızca bir suçlu gibi değil aynı zamanda sistemin kurbanı olan
bir insan olarak sunuyor. Nasser’in yakın çevresi ile olan diyalogları ve onlara çok sıkı
bağımlı olması ve bağlı olması duygusal yönünün çok yüksek bir karakter olması filmi ayrı
bir dramatik yön katıyor.
Filmin diğer bir dramatik yönü ise idam sahnesiydi. İran’da uyuşturucu ile verilen
mücadelede cezalar idam ile sonuçlanabiliyor. Filmde uyuşturucu baronu Nasser idam
edilmeden önce ailesi ile görüşmesi filmin en dramatik yönüdür bence. Kuzenlerini Kanada
da okutan Nasser ve diğer bir kuzenini jimnastik okuluna göndermiştir. İdam edilmeden önce
küçük kuzeninden öğrendiği jimnastik hareketlerini yapmasını ister ve küçük çocuk idam
edilmek üzere olan dayısının son isteğini bunun farkında olmadan karşılıklı ağlaşmalar
arasında hareketlerini yapar. Ağlamalar devam ettikçe Nasser kuzenine bu hareketleri
yapması için devam etmesini söyler. Bu sahne bana Tim Robbins”in yönettiği Dead Man
Walking filminde oynayan Sean Pean”in Sergilediği karakter olan Matthew”i aklıma getirdi

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *