Bacak kadar boyumla mızmızlanarak kedi gibi anneme sürtünüyorum.
“ Ana, canım sıkılıyor!”
“Sende canına bir pencere aç o zaman!”
Yıllar yıllar geçti. Annem ziyaretime geldi.
“Ana, canımı sıkıyorlar!”
“Canım oğlum, kuzucuğum! Nasıl desem bilemiyorum. Öncelikle senden özür
dileyerek başlamak istiyorum. Ne olur beni affet!”
“Anacığım ne dediğini anlamıyorum. Sen benim anamsın, sen bana kötü ne
yapabilirsin ki? Asıl ben senin hakkını nasıl öderim?”
“Dinle oğul ve beni affet! Sen ufak bir yavruyken etrafta koşturuyor, oyunlar
oynuyordun. Tarlada çalışıyorduk ve yetişmesi gereken işler vardı. Köyde her iş acil ve
öncelikliydi. Seni ihmal etmek istemiyordum ama senin karnını doyurmam gerekiyordu. Sen
çok enerji doluyudun, yorulmak bilmiyordun. Bizimse ne o kadar enerjimiz vardı, ne de o
enerjimizi seninle vakit geçirmeye ayırabiliyorduk. Haliyle sende sıkılıyordun. Bir ninene
bulaşıyordun, bir dedene. Etrafta oyun oynayabileceğin yavrular da yoktu. Kardeşinse
kundaktaydı. Sonra babana sırnaşıyordun, o da seni oyalayacak bir iki numara yapıyordu ve
mecburen işe devam ediyordu. Karnımızın doyurulması gerekiyordu çünkü. Sonra birde
şansını benimle deniyordun. Bende karınlarını doyurmak için çırpındığımız yavrularımın
ruhlarını nasıl besleyeceğimin ızdırabıyla da yanıyordum, muhtemelen her ana gibi! Ama
senin enerjine yetişmek nerdeee…. Sen ‘Ana canım sıkılıyor’ dedikçe bende ‘canına
pencere aç!’ diyordum. İstiyordum ki o pencereden ufka bakasın ve güzellikler göresin.
Hayal gücün gelişsin, etrafına duvarlar örülmesin istiyordum. Büyüdükçe hayallerini
gerçekleştirecek cesareti bulman için dua ediyordum. Koyun değil, aslan yavrusuydun sen
benim için. Güzel yaşa ve etrafına da güzellikler saç istiyor ve bunun için de dua ediyordum.
Bilemedim oğul, bilemedim. Cehaletime ver ve beni affet oğul!”
“Anacığım, canım anacığım! Sen ne diyorsun? Ne affetmesi? Bunlar için
ancak minnet duyulur. Nasıl teşekkür edeceğimi bile bilemiyorum ben ve sen kalkmış affet
diyorsun.”
“Affet oğul,affet! Alimler bize ‘kuş gibi kusmuk değil, koyun gibi süt içirin
çocuğunuza’ derlerdi. Onlar bize çer çöp yeseniz de tertemiz ve bembeyaz ve her türlü
kirden, pislikten arındırılmış, dönüştürülmüş bir gıda ile yavrularınızı besleyin diye
öğütlüyorlardı. Yani ben öyle anlıyordum. Halbuki aslan da yavrularını sütle besliyordu ama
bazen leşle besleniyordu ve başka canlıların canını yakıyor diye anne koyun olmak bana
daha güzel geliyordu. Senin aslan olmanı istiyordum ama koyunluktan memnundum. Bilemedim
oğul, bilemedim! Cehaletime ver ve affet oğul! Meğer alimlerin bu öğüdünü başka
yaşıyormuşuz biz. Koyunun tertemiz sütünü değilde uysallığını, boyun bükmesini, hemen hizaya gelmesini…
yediriyormuşuz yavrularımıza. Yavrularımızın karnı biz ebeveynlerin ki gibi hep açmış, aç
bırakılıyormuş meğer. Ruhları da bu gıdalarla besleniyormuş meğer. Sürü olacan, ahıra
girecen ve…. sütünden yavruların değil başkaları beslenecek, besleyeceksin: yünün zaten
senin ne işine yarıyor ki? onu da vereceksin! üşüdün mü? utanmıyormusun bu kadar çıplak
içinde şikayet etmekten? bak senden daha kötü olanlar var, haline şükredeceğine nankörlük
ediyorsun! Ya ahıra koymasalardı kurtlar kapardı kurtlar! Nankör! demelerini bir türlü
anlayamamışım. Bilemedim oğul, bilemedim! Cehaletime ver ve affet oğul! Bazen, öyle işte,
belki sıkılıyordu benim de, ama bilemiyorum, daha derin nefes almak için başımı
kaldırdığımda etrafta kurtlar görüyorum, hem bazen götürülen geri gelmiyordu. Bunları
söyleyecek gibi olduğumda hemen bunların uydurma bir takım kuruntular olduğunu
söylüyorlardı. İkna olmadığımı düşündüklerinde hemen kızıyor ve ‘kuşku mu duyuyorsun?
havadaki mikroplardandır!’ diyerek dışlamaya kalkıyorlardı. Sürüden ayıracaklar diye
ödümüz kopardı, hafazanallah kurtlara yem olurdu! Bilemedim oğul, bilemedim! Cehaletime
ver ve affet oğul!”
“Anacığım ne diyorsun sen!”
“Öyle işte oğul! Ben sana canına pencere aç; güzellikler hayal et, hayal et ki
gerçekleştirecek hedeflerin olsun, güzel yaşa ve iyilikle faydalı ol, örnek ol, alnın açık başın
dik olsun… derken bilemedim oğul, bilemedim! Cehaletime ver ve affet oğul! Ben sana o gün
pencere aç diyeceğime seni kafese veya ahıra kilitleseydim şimdi böyle zindanda olmazdın.
Bilemedim oğul, bilemedim! Şimdi burada böyle olacağına dizimin dibinde olurdun ve ben
seni ‘kuzucuğum, kuzucuğum’ diye severdim…”
“Anacığım! Canım anacağım! Biz ne aslanız, ne koyun, ne de kuş. Evet, sen
‘canına pencere aç!’ dedikçe ben bir pencere açıyor ve yukarılara uçup hayal kuruyordum.
Ama yine aynı ben serçe gibi kundakdaki kardeşimin etrafında sıçrayıp karga gibi ses
çıkarıyordum. Bazen de arı gibi onu çimdiriyor ve ağlatıyordum…”
“Hayır, hayır oğul! Burada olmanı önlemek yerine teşvik eden bana
kızacağına, beni teselli edip güldürmek istiyorsun. Pencere açtırmak yerine seni kafese,
ahıra kilitlemeliydim!”
“Anacığım! Deme böyle, güzel anacığım! İnsanız biz,insan!”
“İnsan mı? İnsan ne bilmedik biz oğul. Ben istedim ki seni tertemiz sütümle
besleyeyim ve geleceğine kapı yapamasam bile en azından pencere açayım ki hiç bir zaman
duvarlar arasında mahpus olmayasın. Bilemedim oğul, bilemedim! Meğer o pencere seni
kalın kalın duvarların, demir parmaklıkların arasına götürecekmiş. Ah! Anlayamadım.
Cehaletime ver ve affet oğul! Ben onlar gibi aynı sürü içinde olduğum halde onlar gibi
bakamamışım, onlar gibi anlayamamışım… Ben pencereyle senin yolunu açacağımı
sanmıştım, bilemedim oğul!”
“Anacığım ne olursun böyle şeyler söyleme. Övünülecek hasletlerden dolayı
üzülme! Başımızı eğdirmedin, tertemiz sütünle besledin biz, alnımız hep açık…”
“Ah, oğul! Bilmez misin ki alnı lekeli olan koyun ve kuzular makbuldur! Ben bilemedim,
anlayamadım oğul! Ah, sana pencere aç diyeceğime seni kafese, ahıra kapatsaydım şimdi
bu zindanlarda olmadın ve dizimin dibinde olur ‘kuzucuğum’ diyerek severdim seni”
“ Canım anacığım! Sen gene beni ‘kuzucuğum’ diye sev ama biz insanız,
insan!”
“İnsan diyorsun! Bu nasıl insanlık, bunun neresi insanlık oğul? ‘İnsan olalım,
insan gibi yaşayalım…’ diyen böyle kalın duvarlar, kat kat demir parmaklıklar arasında tıkılır
mı? Bu zulmü yapanlar ne ve nasıl bunu nasıl yapabiliyorlar? Ah Kuzucuğum! Bilemedim
ben onu, Cehaletime ver ve affet oğul!”
“Canım ana…”
Ses kesildi. Ses geçirmeyen ‘kapalı görüş’ alanındaki camlar arasından gözlerimizle
vedalaştır. Ziyaret bitti….