Sen, gittiğin günden beri biz, sükutun çığlıklarına müptela bir sürü öksüz. Ruhlarımız, heyecanla şahlandığı zamanın altın diliminde, ölümsüzlük iksirini yudumlayarak, bir cemre beklentisiyle, yitirilmiş cennete doğru ümitlerimiz yeniden yeşerirken, şimdilerde afakı sarmış simsiyah bulutlar, düşünceleri kararmış yol bilmez mütehakkimler ve şirazeden çıkmış yığınların etkisiyle, yine insan buhranlar anaforunda.
Sen, ışığın göründüğü ufukta hasretle beklenen bir gönül insanı. Yürüdüğünde baharlar yürür ardından. Mütebessim çehreni her gördüğümüzde, avuçları rengarenk şekerlerle dolu çocukların kalbi gibi neş’eyle dolar kalbimiz. Sessizce, söyleyeceğin sözlere pürdikkat kesilir, Saadet asrından getirdiğin gül kukulu beyanlarınla, onu sinelerimizde derincesine hisseder ve kendi iklimimize saldığı cennet kokusuyla adetâ kendimizden geçeriz. Buğulu gözlerinden tane tane boşalır gözyaşların, çoraklaşmış toprağın bağrına, bereketli güz yağmurları gibi. Sohbet-i Cananla iliklerimize kadar muhabbet ve marifetle dolar ve kalbin zümrüt tepelerinde ârâm eyleyerek, tam idrak edemezsekte belâğât ve fesahâtin derinliklerinde bir mefkure yolculuğunda buluruz kendimizi.
Senin semtinde yeis ve karamsarlığa asla yer yoktur. Kur’ân’ın Altın ikliminde ve inancın gölgesinde, yenilenme cehdiyle yeniden yelken açarız ümit burcuna. Yeniden dua ve yakarışlarla içimizi dökeriz ikindi yağmurlarında.
Sen, sevgiyi sevdin, nefretten nefret ettin. Çekirdekten çınara bir hale örgülendi etrafında, sevgi ve şefkatten. Kavga, gürültü, yalan ve dedikodu asla yer bulamadı bu nezih atmosferde. Dalga dalga yayıldı sevgi kahramanları yeryüzüne. Hepsi de örnekleri kendinden.
Sen, kırık mızrabın bam teline dokundukça, ruhlarımıza sirayet eden musikinin enfes nağmeleriyle mest olur, bazen saba makamında, bazen de hicazla şeker şerbet yudumlarız gurbet ufuklarında.
Senin çizdiğin ufukta, tertemiz hülyalarla ve yaşatma idealiyle gerilmiş, gül bahçesinin üveyikleri, gökteki yıldızlar kadar parlak, asya steplerindeki bembeyaz kardelenler gibi saf ve duru. Binbir çile ve ızdırap karşısında, zamanın çıldırtıcılığına rağmen, her karanlık beldeye ışık taşırlar, ruhumuzun heykelini dikerken.
Sen, naat ufkunun beyaz güvercini, Andelîb-i Zîşân’ın gamlı bülbülü. Andıkça mimberinde güller açar, mihrabında sonsuz nur. Kanat çırpıp pervaz ederken hep ardından, Onun tertemiz ikliminden ruhlarımıza dökülür tatlı bir huzur.
Sen, Anadolunun bağrında neş’et etmiş, çeşmelerinden mâ-i zülâl fışkıran kadim bir şadırvanın başında, kökleri maziye, dal ve çiçekleri arzın bütün cihetlerine yayılmış, çeşit çeşit meyvelerden müteşekkil semeredar bir ağaç misali, budandıkça büyüyen, sarsıldıkça kuvvetlenen, Hakk’ın rızasına talip ve O’nun yüce ismini dünyanın her tarafına ulaştırma gayesiyle bir araya gelmiş gönüllüler gönüllüsü.
Rabbimizden dileğimiz odur ki; bu beste ve güfte elbet bir gün tamamlanacak ve bu muhteşem senfoni dalga dalga yeryüzüne yayılacak. Atlarının üzerinde çölleri ve buzulları aşanlar, Asr-ı Saadetten bizlere kadar gelen mesajı, bütün insanlığa ulaştıracaklardır Allah’ın izniyle..
Alim Sariye