Biliyor musun Sebastian, biz mazi kıtasında iken batıda kiliselerin
kapandığını duyardık. Ve neden bilmem buna içten içe sevinirdik.
Bilmem pek mantıklı bir açıklaması yok bunun. Herhalde şuuraltı
birikimine bağlı bir hissiyat olsa gerek. İnsanların hakikati
görmelerini istemek gibi bir duygu olurdu içimizde hep. Yine de var.
Belki de daha fazla. Ama şimdi bakış açım değişti. Eskisi gibi
bakmıyorum olaylara. Buraya gelince gördüm, kiliselerin ne kadar
mahzun olduğunu. Kim ister yalnız kalmayı, harap olmayı? Hem de bir
mabed için Sebastian. Bir mabed. Yani Allah’a dua etmek, ibadet etmek
için yapılan mabed.
Şimdi daha iyi anlıyorum dedim ya. Birincisi buraya gelip o mabetlere
şahit olduğum için. İkincisi de mazi kıtasında ve benzer ülkelerde
camilerin süslü püslü olmasına rağmen ne kadar yalnız kaldıklarına
şahit oldum bu süreçte. Neler oldu dünyada Sebastian? Mabetler eski
zaman resimleri gibi kaldı şehirlerin siluetinde. Yeni dünya yeni
teknolojiler ile farklı bir boyuta girdi. Her şeyi ve insanları
yaratan gücü bulmak ve O’ndan kopmamak neredeyse imkansız hale geldi.
Senin de dediğin gibi Sebastian; ‘İlimler avazı çıktığı kadar bir olan
Yaratıcıdan bahsederken insanlar, boş işlere dalıp o sesi duymuyorlar.
İnsan kendi ürettiği teknolojiye esir oldu.’
Ne kadar da haklısın Sebastian. Bugünler şeytanın bayram günleri.
İnsan aldandı. Batısı ile doğusu ile aldandı. Kuzeyi ile güneyi ile
aldandı.
Neyse Sebastian sana vaaz verecek değilim. Asıl olayı anlatayım. Bir
yazı yazmak geldi içimden kiliselere dair. Sonra her gün yolumun
üzerindeki terk edilmiş ve bazı camları kırılmış kilisenin birkaç
fotoğrafını çekmek istedim. Dün sabah giderken arabayı kilisenin
bahçesine yakın bir yere park ettim. Çimler üzerinde ilerledim ve
duvarlarını yaprakları sararmış sarmaşıkların sardığı kilisenin çan
kulesi ile birlikte bir iki kare fotoğrafın çektim. Sonra arabaya
doğru ilerledim. Ama o anda bahçedeki ağaçlar dikkatimi çekti. İlk
önce kuşburnu zannettim Sebastian. Bilirsin ben meyvelere çok
düşkünüm. Ama kuşburnu ağaç gibi büyümezdi. Bunu biliyordum. Az
yaklaşınca meyvelerin küçük elmalar olduğunu fark ettim. Bir anda
kendimi tutamadım ve elimin yettiği yerlerden bir kaç elma aldım. Çok
güzeldi. Tam olgunlaşmıştı elmalar.
Ne düşündüm biliyor musun Sebastian? Beni buraya içimdeki bir duygu
sevk etti. Hani belki bir melek ilhamı idi. Belki de ilâhî bir sevk.
Ne dersen de. Ben bu mabetlere üzülmüştüm. Yalnızlıktan kim bilir ne
kadar sıkılmıştı bu mabetler ve son zamanlarda çok yalnızlık çekmiş
biri olarak çok iyi anlıyordum onları. Sanki benim bahçesine girmemden
memnun oldu o eski kilise. Sanki beni görünce sevindi. Fotoğrafını
çekince belki de gözyaşlarını tutamadı. Sonra da bana bir şeyler ikram
etmek istedi Sebastian. Anlıyorsun değil mi? Ah dünya ve dünyalılar
ah. Ne duygusuz bir çağa denk geldik. Sonra bana bahçesindeki
elmalardan ikram etti. Geri döndüm baktım o eski yaşlı kiliseye.
Teşekkür ettim Sebastian. Hani kimseyi kınamamak gerek ya. Hele ki
yalnız kalmış birini ve onun halini kınamak ne kadar da kötü olur
anlatmak mümkün değil.
Elimden gelse Sebastian onu boyasam, temizlesem sonra da insanları
çağırıp hadi gelin burada Allah’a ibadet edelim desem ve sonra ibadet
için gelenlere o elmalardan ikram etsem…
Eminosmanuygu