Geceler ne kadar uzun olabilir bir fikriniz var mı?
Ya da ne kadar korkutucu olacağı hakkında bir deneyiminiz!
Ya da beklemek denilen şeyin ne olduğunu gerçekten biliyor musunuz?
Rüzgarın dışarıda binaları dövdüğü zaman ne kadar ürkütücü olduğunu hissettiniz mi? Gece karanlığında yalnız olduğunuzu bildiğiniz evde gelen sesleri anlamlandıramadığınızda içinizi saran ürpertiyi tattınız mı?
Beylik laflara gerek yok. Ne zaman ki acziyetini iliklerine kadar hissetti aciz, bütün bunları tattı. Hem de öyle bir kabus oluyor ki karabasan olup üzerine çöküyor. Korkunun sebebinin bunlar olmadığını aciz de iyi biliyor ama bahane lazım ya. Bunlardı der, susar. Hele kadınsa bunların hepsinden korkması normal bile karşılanır. Ne de olsa kadın pek naif yaratılmıştır. Korkunun boğduğu yerde avaz avaz bağırır, ‘’Ben pek acizim. Ey korku seni besleyecek bir şeyim yok. Çünkü ben etten kemikten olsamda sonum toprak. Bak dışarda rüzgar binaları dövse de, toprağı yerden alıp göklere çıkarıp bir o yana bir bu yana savursa da topraktan, taştan cevap yok. Bir acizinde cevabı ancak bu olur.’’ Acziyetini itiraf eder ve der; ‘’Beni benden daha iyi bilene teslimim.’’ Böyle zamanlarda göz pınarları açık olur. Akar yüzünden kucağında birleşir. Anlatır durur halini. Kiminde kızar, nedenler niçinlerle dolu cümlerlerle. Kiminde ne işe yarıyor ki cevapsız sorular da boğulmak der.Çok iyi bilir ki; nasipten öteye yol yoktur. Ne gidilir ne gelinir ne de varılır ulaşılmayı beklediğine. Yol uzun menzili çok diye aciz acizliğinden vaz mı geçecek?Aciz acizdir de çaresiz midir? Eli kolu bağlanmış ise iş görecek başka uzvu yok mudur? Bir yöne açılsın diye zorladığı kapılara kilit üstüne kilit vurulduğunda ölü gibi mi kalır oracıkta? Yaşadıklarının acısı yüzünden okunur diye endişe mi eder? Cevabı gurbet diyarlarındaki acizde aramak gerek. Önce pınarları kuruyana dek boşaltır içini. Bir bir döker her ne varsa onu boğan. Sonra döküp saçtıklarının arasından madenci edasıyla elmasını arar. Kömürden değil midir elmasta. İşte kendi kömüründe arar bu acizde. Hepsi karanlık, çirkin görünür. Lakin göz pınarından akıp gelen damlalar düşer,döküp saçtığı karanlığına. O tuzlu su elmasını kömüründen ayırır. Başını ellerinin arasından alıp bakar ışıldayan elmasına aradığı istediği değildir ama bu kadar kömür arasından gelende hikmet arar. Yüreğine serinlik salınır, huzuru yudumlar. Boşuna düşmez göz pınarlarından yaşlar. Kalp daralmadıkça da akmazlar. Acizin kalbini temizlerken, düşüncelerini de temizlerler. Kilit üstüne kilit yemiş kapıya bakıyor önce, sonra ’’Demek daha vaktin var’’ diyor. Derin bir iç çekip elinde ışıldayan elmasa bakıyor. ‘’Seninle ne yapacağım ben? Ne işime yararsın?’’ diye düşüncelere dalıyor. Gece karanlığını acziyetinin itirafıyla parçalamış, elinde elması ile düşlerde gezer.
Gitmek istediği yönde engel çok ama başka yönde yolunu aydınlatacak elması var. Önce kendinden başlayıp silkeleniyor, evladına yönelip, cennet kokulusunun yüzünü güldürüyor. Acizi gönlünden taşıp gelen bir neşesi vardır artık,duramaz daha yerinde. Bir soluk kendi gibi olanlara koşar.‘’Madem bu belde bizi tuttu bırakmaz, o zaman bu beldenin baharını soluklayalım.’’der. kendilerine faydalı olacak icatlar çıkarırlar, evlatlarına faydalı olacak iş bölümleri yaparlar. Kendilerini yeniden keşfederler. Nelere yetenekleri varmış da haberleri olmamış diye hayıflanırlar. Bekledikleri kapının açılmaması açık olan diğer kapıları görmeyi sağlamıştır. Nasibi olanı bir bir alır içeriye o kapı. Azdan az kaldık diye ye’se kapılmak yerine kalanlarla devam ederler.Gurbetin garip kadınları evlatlarıyla böyle bekler bir gün aile olmanın yolunu.