İnsan ne tuhaf varlık! Hem uğruna can verilircesine sevilen, hem canı pahasına düşmanlık edilen…
İlkbaharından yazına, sonra da sonbaharına girerken var olma telaşıyla ruhunun her titreşimini göstermek istercesine halden hale geçer. Bazen masmavi gökyüzünde aniden beliren ve mütereddit damlalarıyla ıslatan toprak kokulu bir yağmur. Bazen de koyu gri bulutlarından çılgın sağanak bırakırken aniden yerini parlak bir aydınlığa bırakan berrak bir güneş…
Uç vermiş nar’in bir goncanın yanında ömrünü büyük bir zarafetle bitirmiş kızıl sarı arası bir yapraktır bazen. Bazen çocuksu bir neşe. İçiçe bir melankoli…
Bazen baştan başa etrafını anarşinin kuşattığı bir kale, bazen kendi kalesinin içinde bir anarşist… Kimi zaman yeşil çimenlerine kuru yapraklar dökülür, kimi zaman redingot çizmelerin arasında üç parmak terlikle görülür. Kendi içinin duvarlarında endişeleri duvardan duvara vurur boşvermişliklerini…
Hayat bazen Himalayalar gibi dikilir karşısına bazen öfke kusan Etna yanardağı.
Kimi zaman hayat, bir Selimiye gibi ihtişama bürünür gözünde. Her santimetresi işlenmiş, tesadüflere bırakılmamış, muhteşem bir mimarı olan… Bütünü muhteşem bir yapı, parçasına bakınca darmadağınık kaos hali. Bir eşyanın rengindeki durgunluk gibi. Atomlarına inince, nötron ve protonlarının delice dönüp savrulması hali…
Ve kimi zaman bu ihtişamı dizayn eden mimar, kimi zaman bu ihtişamın içinde fenafillaha ermiş derviş, kimi zaman bu muhteşem mimarinin önünde rızkını çağıran bir işportacı…
İnsan; bazen ürkütücü bir zalim, bazen mahzun bir mazlum, bazen kederli, bazen şen, bazen öfkeli, bazen sevecen; biraz iman, biraz kan, türlü duyguların cenderesinde bir can.
Arada bir insanı kalbi kırılmalı, diyor başka bir insan. Tekdüzelik Tanrı’nın yarattığı bu varlığa uygun değil sanki.
Sürekli bir mutluluk, düzenlilik hali, hiçbir şarta bağlı olmayan kesintisiz şefkat, sıkıcı mı geliyor insana? Sürekli bir hal memnuniyetsizliği, ruhunun kodlarına pusuya yatırılmış.
Bir aşk gibi insan hayatı; sadece düzlükten ibaret olmayan, derelerden, tepelerden, bazen geçit vermez dağlardan, kimi zaman da düzlüklerden ibaret… yeryüzü gibi ya da… Yeryüzü dümdüz olsaydı, yaşanılır olur muydu bilnmez. Belki de yeryüzünü yaşanılır kılan, engel gibi görülen, zorluklarla yüklü dağlar, aşılmaz gibi gözüken zorlu geçitler…
Tur Dağı’nın üzerine yemin edilmesi boşuna olmasa gerek. Tur Dağı, Nur dağı, Sevr, Olimpos, Tanrı dağları olmasaydı bunca öyküyü nasıl biriktiridi insan? Ferhat’ın öyküsünün bir anlamı olur muydu dağ olmasa?
İnsan; vahşetle şefkatin, güzellikle çirkinliğin birbirine karıştığı bir orman. Dağları, dereleri, platoları, ağaçları olan ve içinde türlü varlıkların birbirini parçalayarak ya da şefkat göstererek yaşadığı…
Leyla’nın kalbini kırmadan hayatını ritme bağlayan bir Mecnun, ya da Mecnun’u hırpalamadan hayatına ritim vermiş bir Leyla var mıdır? Gökyüzünün hep mavi kaldığı görülmüş şey midir?
İnsan, dünyadan farklı bir şey midir?
Hep düzlükte geçmiş bir ömür eksik bir ömürdür oysa. Soğuğa, kara, rüzgara hiç tutulmadan daha dalından koprılmışbir goncadır bazı eksik hayatlar. Hiçbir dalı dümdüz yapmayan Allah, insan hayatını neden dümdüz yazgılasın ki?
Aslında insan; pılısını pırtısını sırtına sarmış bilinmeyen bir yerdeki tren istasyonuna yolculukta gibi. Dere tepe aşıyorsun, istasyona varıyorsun, trene binip dere-tepenin çilesiyle sessizce vedalaşıyorsun. Kimi tren bir an önce kalksın diye bekliyor, kimi tren kalkacak diye ağlıyor, kimi bir doğum hastanesinde istasyona çıkacağı yolculuğa hazırlanıyor, kimi yolculukta harlanıyor, kimi darlanıyor. Herkes istasyona doğru yollarda. Kimi iflah olmaz bir kibirle uflayıp pufluyor, kimi kendini diğerine taşıtıyor, kimi zorbalıkla diğerinin bineğini çalıyor, kimi neşe içinde kimi ağlıyor. Kimse istasyona gitmek istemese de gözükmez zaman gemisi insanları sürüklüyor.
Ne planlar kurarsa kursun, ne sabit saraylar yaparsa yapsın nehir üzerindeki bir saman çöpü gibi istasyona gidememezlikedemiyor insan. Bu yolculuk en çok da hanları hamamları, şanları sarayları olanlara hüzün veriyor.
Ve bir düdükle gidiyor insanlar. Kimi vagonlara ölü çocuklar diziliyor, kimine gençler, kimine ihtiyarlar. Kalanlar, gidenlerin ardından yıldız tozuna batırılmış sözler ediyorlar. En çok da trendeki çocukların ardından ediliyor yıldız tozuna batırılmış cümleler.
Ve kalanlar, bir sonraki trene binecekler için gümüş tozuna batırılmış kelimeler biriktiriyorlar.
İstasyon yolundaki insan; bazen ürkütücü bir zalim, bazen mahzun bir mazlum, bazen kederli, bazen şen, bazen öfkeli, bazen sevecen; biraz iman, biraz kan, türlü duyguların cenderesinde bir can.
İnsan hep istasyona varacak demde
Sahi sizin yolculuk ne alemde!
Alpen Nur