Akduman / Zeynep Bilgin

Akduman, bugün günlerden pazartesi olduğunu bile bile uyandı. Gözlerini açarken tüm dertleri de
birlikte açıldı. Hissizlik gibi bir şeydi onun için bu, en azından kendi öyle tasvir etmişti. Hiçbir şey zihninde
canlandırdığı gibi olmuyordu. Yanlış tasavvurlarıyla dolu hayat kendine ait değildi sanki, yorgun gözleriyle
aynaya gülümsüyor sonra arkasından konuşuyordu. Ömrünün en durağan yıllarında kendini anlatmaktan
yorulmuştu.
Her sabah olduğu gibi, ağır çantasını aldı ve mutfakta gördüğü annesine iki kelam etmeden çıktı.
Annesiyle konuşmayı sevmiyordu pek, ailesinin adını Akduman koymasına da sinir oluyordu zaten. O ne
biçim isim der, kendisiyle uyuşmadığını düşünürdü. Hızlı hızlı evden çıktı. Nefsine hâkim olamayıp dışardan
bir simit de aldı kendine. O dürtüyü tutamamak böyle bir şey olsa gerek. Canı acayip istemişti ve almıştı
onun için her şey bu kadardan ibaretti. Okula vardığında bugün onun için farklı olacağını bilmiyordu.
İstikrarlı yani fazlasıyla düzenli hayatına alışmıştı. Derslerine girdi, zar zor katlandığı çevresindekilere çakma
çakma sırıttı ve okul bugün içinde bitmişti. Okuldan evine dönerken o hiç girmediği ama yanından geçerken
hep merakla baktığı kitapçıya gitme kararı aldı. İçine doğdu gibi mi olmuştu ne olmuştu bir anda, giresi geldi
işte. Beyninin tasdik etmesine gerek yoktu, duygularıyla hareket etmişti. Bir onaya, doğrulanmaya ihtiyaçsız
içinden geleni yaptı. Kapısı tokmaklı bu pejmürde yer nasıl bir kitapçıydı başta idrak etmedi. Her şeyi kalıba
sokmayı, kitabı kapağı göre yargılamayı çok severdi Akduman. Ama yine de kapıyı tıklattı, onu oraya çeken
bir şey vardı sanki ille de girecekti.
Kapı sakin bir şekilde açıldı. Karşısında, onun yaşlarında, belki de bir iki yaş küçük bir kız açtı. Akduman
bu kızı görünce ilk dikkat ettiği şey kızın masmavi saçlarıydı. Tuhaf ama bir yandan bu farklılık hoşuna
gitmişti. Hatta bir anlık saçını mor ya da sarı yapmayı düşündü. Kız bu yeni misafiri içeri davet etti. İçeri
girince Akduman’ın gözleri parladı. Her tarafta binlerce kitap, kırmızı kırmızı koltuklar, çay dağıtan sakalı
ağarmış bir amca…Burası, sanki şehirden soyutlanmış bir yer gibiydi. Dıştan görünce hiç böyle hayal
etmemişti. Yargıya varırken görünüşünden ibaret olduğunu düşündüğü için kendine kızdı. Kız ona bir yer
gösterdi ve istediği kitabı alıp okuyabileceğini, hatta belli bir süreliğine eve götürebileceğini söyledi.
Akduman burayı çok beğenmişti. Hemen koltuğuna yerleşti ama ne okuyacağını ne yapacağını bilmeyen
bakışlarla etrafına bakındı. Mavi saçlı ona kapıyı açan kız, bir anda yanında belirdi. İkisi sohbet etmeye
başladılar. Akduman kızın nasıl böyle konuşabildiğine hayran kaldı. Öyle temiz öyle ahlaklı konuşuyordu ki,
kelimelerinde küfürden eser yoktu. Çok hanif bir insan olmalı ki böyle sapıklıkları iyi görmeyen kişilerdendi.
Biraz hayattan, okuldan konuştuktan sonra kız Akduman’a isminin anlamını sordu. Bir ah çekti Akduman,
ismini hiç sevmediğini söyleyerek başlayıp annesinin rüyasında bembeyaz dumanlar içinden meleklerin
geldiğini görmesiyle bitirdi. Kız ismini çok beğendiğini söyledi ona ve bir hikâye anlatmaya başladı
Akduman’a.
Üç tane melek bir gün bir köşkte oturup tesbih ediyorlarmış, yani Allah’ı her türlü eksiklikten uzak
tutmaya çalışıyorlarmış. Sonra bir tanesi durmuş ve demiş ki, acaba Akduman’ın solundaki melekler her gün
kaç günah yazıyor? Kız tebessüm edip Akduman’a baktı. Akduman da gülüyordu: ‘Bende hikâye
anlatacaksın sandım,dedi. Ben pek inanmıyorum böyle şeylere diye de ekledi. Kızın bunu söyledikten sonra
şaşırmasını bekliyordu ,ama sanki onu çok yakından tanıyormuş gibi tekrar tebessüm etti. Belki değişirsin
hayatla birlikte. Ben Allah’a inanan elimden geldiğince ubudiyet duygusu içerisinde hareket ederek kulluk
etmeye çalışan biriyim dedi kız. Ve hala kendimi eksik görüyorum; şükürlerimin az, dualarımın içten
olmadığını düşünüyorum diye ekledi kız. Akduman bu sözlerden etkilenmişti ama aynı zamanda bir kıza bir
de mavi saçlarına bakıyordu ve bir çelişki vardı sanki. Akşam olup kitapçıdan ayrıldığında yarın yine
gideceğini biliyordu. Eve vardığında aklında hep o kızın sözleri dolanmaktaydı. Allah’ın varlığı, şükretmek,
dua etmek çok yabancı kelimeler gibi geliyordu Akduman’a bunlar. Bilmekten yoksun gibi hissetti. İlimden
habersiz olmak böyle bir his miydi?
Bir sonraki gün kitapçıya yine gitti. Kapıyı dün gördüğü çaycı amca açtı. Ama Akduman’ın gözleri
hemen başka birini aramaya koyuldu. Mavi kız neredeydi? Hemen içeri girdi, etrafa bakındı. İlerdeki
koltuklarda otururken gördü onu. Elinde bir kitap içine not alıyordu. Akduman’ı görünce gülümsedi.

Akduman biraz heyecanla onunla konuşmaya başladı. Okulda olanları anlattı, sevmediği bir çocuğu hocanın
önünde rezil ettiğini bile anlattı. Kız biraz kızgın, biraz sakin bunu için istiğfar etmen gerektiğini biliyorsun
değil mi dedi. O da ne demek dedi Akduman. Bu kötü davranışın için Allah’tan af dilemelisin dedi mavi saçlı
kız. Yani bir nevi tövbe etmelisin diye de ekledi. Akduman ona böyle şeyleri nereden bildiğini sordu. Bir
imtihan dünyasında yaşıyoruz, her şey bitip uyandığımızda bu hayat sınavında olanlar için kimseye hesap
vermeyeceğini mi sanıyorsun? Bu yüzden sınavdan iyi almaya çalışmalıyız. Akduman şaşkın bir ifadeyle kıza
baktı. Rahat bir tavırla peki nasıl tövbe edeceğim diye sordu. Kız sempatik bir şekilde sadece dualarında
bağışlanma dile, Allah rauftur , merhametinden sual olunmaz dedi. Rauf ne demek diye sordu bizimki,
sürekli soru soruyordu bu bilgisiz Akduman. Esma-ül Hüsna’dan biri, yani Allah’ın isimlerinden dedi mavi
kız. Bu kadar bilgi bugünlük yeter edasıyla baktı kıza Akduman. Kız çaycı amcadan iki çay istedi ve sohbet
ederek içtiler. Akduman eve gittiğinde kafası karışık hayatı sorgular biçimde buldu kendini. Bir yandan
böylesine saçı mavi olan bir kızın dinle ilgili nasıl böyle şeyler bildiğini sorguluyor, bir yandan da söylediği
şeyleri idrak etmeye çalışıyordu. Bunlar öyle kolay kolay farkına varacağı, anlayacağı şeyler değildi onun
için. Akşam yatarken yatağında dua etmeye başladı bugün yaptığı şeyden dolayı af diledi Allah’tan. Bu onu
acayip bir şekilde rahatlattı öylesine huzurlu hissetti ki artık her gün okuldan sonra kitapçıya gitmeye karar
verdi. Mavi saçlı kız yavaş yavaş ona farklı farklı şeyler anlattı, namazı, Kur’an’ı, kandilleri ve nicesi. Hatta bir
kitap hediye etti ona ama kış gelmeden açmamasını söyledi Akduman çok merak etse de açmadı onu.
Akduman değişiyor, salih amellere uyan , salih bir insan olma yolunda ilerliyordu. Gel zaman git zaman kış
yaklaşırken hava daha da erken kararmaya ve soğumaya başladı. Okuldan çıktığı zaman her yer
kapkaranlıktı. İleride bazı alevler gördü o sırada. Tam da kitapçının oradan çıkıyordu, koşa koşa gitti ve o acı
verici yangını gördü. Kitapçı yanıyordu hem de alev alev. Gözyaşlarına boğulmuş Akduman hemen bir kova
alıp o da yardıma koyuldu. Bu Hz. Süleyman hikayesinde karıncanın yangına su taşıması kadar küçük bir
yardım gibi gözükse de Akduman, o karıncanın kaderini paylaşmaya hazırdı. Hava buz gibi olmasına rağmen
yangın daha da alevleniyor, her yer yanıyordu. İtfaiye geldiğinde yangın söndürülebilmişti. Akduman o
sırada bir şey fark etti. Alevlerden çıkan dumanlar bembeyazdı, ak dumanlardı onlar. Annesinin rüyasındaki
melek miydi o kız? Akduman bir yandan ağlıyor bir yandan da ismini kendinden bile çok seveceğini
söylüyordu. Eve ağlayarak gidip odasına kapandı. Sabah olduğunda ise yangından hiçbir ceset çıkmadığını
öğrendi. Mutluluktan koşa koşa kitapçıya gitti itfaiyecileri gördü orada. Onlara, benim burada bir arkadaşım
vardı saçları mavi, onu gördünüz mü bu kitapçıda çalışıyor, dedi Akduman. İtfaiyeciler şaşkın bir ifade ile
çocuğun yüzüne bakarken ne kitapçısı dedi. Akduman şok oldu nasıl yani diye sordu şaşkın, bir o kadar da
üzgün orada beklemeye başladı bir ümit olacağını düşünüyordu belki bir ümit, bir ses… Sabah, gün
doğarken kızın ona verdiği kitap aklına geldi. Hemen eve gidip kitabı aradı belki içinde bir iz bir şey
bulacağına inanıyordu. Hemen masanın üstüne koyduğu kitabı aldı ve dışarı çıktı. Kışın başında açacağını
söz verse de artık bir önemi kalmamıştı çünkü karın ilk tanesini az önce dışarda hissetmişti Kitabı açtı ilk
sayfasındaki şu sözler döküldü ağzından.
Belki bir gün mavi bir kuş olarak konarım pencerene, ona Hızır’la tanıştım dersin.

Zeynep BİLGİN

One thought on “Akduman / Zeynep Bilgin

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *