Altın Fiiller / E.Osman Uygur

Altın Fiiller

Hayat fiillerle devam eder. Güneş doğar, ay dolanır, rüzgâr eser, deniz dalgalanır…Kalp ürperir göz yasarır, boğaz düğümlenir, eller semaya uzanır…Velhasıl her bir fiil hayatın bir ucundan tutar gider.
Hayatın her kademesinde daima iç içe olduğumuz fiiller, bizi kuşatmış bir cevher gibidir ve hayat toprağında mastar halde bulunurlar. Hareketsiz vesessizdirler. Ama bu hareketsizlik kişilere ve toplumlara göredir. Yoksa âlemde her fiil “külle yevmin huve fi şe’n”(1) sırrı ile hayatın her safhasında her an cereyan etmektedir. İnsan veya toplum için ölmüş gibi duran bir fiile bir ucundan dokununca, o fiil canlanıveriyor hemen. Ama kalpten dokununca bütün varlığı ile akıyor hayata.
Kimi fiiller her yerde ve her zaman “tabi” belki “fıtri” bir şekilde cereyan edip giderken bazı fiillerin hayata akması için bir uğraş bir emek gerekiyor. Bu da samimi bir niyet ve sağlam bir irade istemektedir. Nice ter, dua ve gayretle bulunabilen ve bir yönü ile duadan ibaret olan bu fiilleri uzun süre hayatta tutmak, korumak da zordur.Çünkü çok kırılgandır, alıngandır onlar. Sadıktırlar ve sadakat isterler. Vefaya vefa ile karşılık verirler. İnsan bu fiilleri niyetle anlar, basiretle görür, lütufla elde eder. Yoksa kendi çabası yetmez ona.Çünkü esas itibarı ile hayattaki “sizi ve amellerinizi yaratan Allah’tır.” kanununa tabidirler.Ve O “fa´alun lima yürid” dir.

Dünya dönerken yörüngesinde, bu özel fiiller de sürekli bir seyahat halindedirler dünya üzerinde. Akıl, kalp, hayal ve hislerden oluşan çok güzel kanatları vardır onların. Altın fiillerin seyahatinde, hayatlarında ölçü birimi olarak, genel manada “asır” güzel düşüyor. Gerçi her dem insan ömrüne sığacak kadar süren seyahatler de hiç eksik değil. Ancak her zaman ve mekânda bazı ömürleri ışıklandıran bu altın fiiller, bir asrın içinde cereyan edince hayat daha başka bir yıldızlaşıyor ve belki de eski köklerden filizlenen nesilleri altın bir nesil haline getiriyor.
Bu açıdan bakınca göçmen kuşlara benzer onlar,durmadan hicret eden.Renk veriyorlar uğradıkları asırlara, asrın insanlarına… Zamanın toplumunu da ilim ışığında geleceğe yürüyen bir akıl haline getiriyorlar. Böylece akıl tefekkür çizgisini tercih ederken, kalpler vicdan kültüründe tenezzühe başlıyor. Eller çalışmayı, ayaklar ilerlemeyi, akıllar hikmeti, kalpler basireti tercih ediyor. Bu fiillerin ışığında geceler gündüz gibi parlak, gündüzler geceler gibi yıldızlı olabiliyor. Böylece belki de bütün bir insanlık adına kaybedilmiş cennetin bulunması ümidi daha da bir güçlü yeşeriyor.
Uğradıkları yerleri bahara çeviren, içine girdikleri asırları ise medeniyet seviyesine yükselten bu altın filler; zamanın ruhunu anlayan, geçmişle geleceği gün içinde yorumlayabilen dimağlarca temsil ediliyor. Bilgi yetmiyor, görmek yetmiyor; bizzat yaşamak gerekiyor. Bunun için

sıkıntılar çekiliyor, uykular kaçıyor,karanlık dehlizlere giriliyor, hayat haklarından mahrumiyetler yaşanıyor veya nefisle, şeytanla uzun süren meydan muharebeleri oluyor. İlk olarak insanlara rehberlik eden peygamberlerin şahıslarında yaşadıkları bu sıkıntılar, işkenceler; altın fiillerin hayatın tozu toprağı içinde işlene işlene elde edilmesi gerektiğini anlatıyor. İşlenmeyen, tere- emeğe-duaya bulaşmayan fiiller kısa bir zaman sonra dökülüyor kurumuş bir yaprak misali. Toprağı işleyip altına ulaşmak kolay olmadığı gibi altın fiillerle altınlaşmak ve bunu hayata taşımak da kolay olmuyor.
Ama çile ve ıstırap sonrası gelen günlerde yedi renkli gökkuşağı gibi gözleri kamaştıran renkler saçılıyor hayata. Renkler mi? Evet onlar bir vefadır, bir veradır, bir fedadır, bir recadır, bir cehttir, bir aftır, bir hikmettir ve bir rahmettir… Hikmet renkli konuşmalar, ümit desenli çalışmalar ve vefa dolu hayat kareleri doluyor heybesine zamanın. Her adım bir ilerlemeye, her fikir bir aydınlanmaya ve her hareket bir berekete dönüşüyor bu iklimde. Bu fiiller birer nimettir, ekmek gibi. Azizdir su gibi. Terk etmeye gelmiyor, temadi istiyor. Terk eden “men yertedde”(2) sırrı ile terk ediliyor.
Altın fiillerin hayata akma sürecinde sıradan fiiller de altınlaşma yoluna girebiliyor. Meselayemek içmek; sevgi ile gönülden yedirip içirmekle altınlaşıyor. Okumak; okutmakla, yaşamak; yaşat

makla parlıyor. Niyetler eşyanın mahiyetini değiştiren bir iksir olduğundandır belki de fiiller de niyetlerin güzelliği ile güzelleşiyor. Bakmak, basiretle ibret haline geliyor. Düşünmek, tefekkür boyutunda ibadet halini alıyor.
Tam da burada “amelinizde rıza-yı ilahi olmalı” hakikati ufuk ötesinden tebessüm ediyor. Rıza yamaçlarında çimlenen ameller, ibadet şeklinde bereketleniyor.Ve ancak Allah rızası yörüngeli ihlâsla yapılan işler, adiyattan kurtulupebet renkli bir hazine haline gelebiliyor. Çünkü ameller dünyevi bir beklenti olmaksızın Allah’a tevcih ediliyor. Allah’a müteveccih en küçük bir amel bile ebedilik rengiyle pırıl pırıl bir cennet oluyor. Zerrelerin “zer” haline gelmesi de bu sır içinde değil midir? Belki de ab-ı hayat bu sır pınarından sızıp durmaktadır asırlardan beri ve yine ondandır belki de bütün doyumsuz gönül zenginlikleri.
Altın sahibi olmak zenginlikse, asıl zenginler bu fiillerle iç içe yaşayanlar mıdır ki? İnsanlara yardım ediyorlar, hayırda yarışıyorlar, kötülükleri örtüyorlar, güzellikleri izhar ediyorlar, okuyup tefekkür ediyorlar, namazı ikame ediyorlar, infak ediyorlar, ibadet ediyorlar, salih amel işliyorlar, hicret ediyorlar, hakkı savunuyorlar, sohbet-i Canan içinde nefes alıyorlar, dua ikliminde seyahat ediyorlar, cehaletin hayata etkisini kırıyorlar, güzel düşünüyorlar, güzel konuşuyorlar, işlerini itkan ile yapıyorlar. Ve bir de zamanın çıldırtıcılığına, zalimlerin hay huy larına. eza ve cefalarına karşı

sabır ve dua ile mukavemet ediyorlar.
“Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kimdir?”(3) diyorsa Kuran, bundan daha kıymetli daha parlak bir amel var mıdır? “İsar” som altından bir fiil değil midir mesela? Kendisi ihtiyaç içinde iken kardeşini düşünüyor, onunla mutlu olmasını biliyor. Secde ebed renkli altın bir dokunuş değil midir toprağın bağrına? Orada kulluğun tadına varılıyor, nefsin sıfır noktası tezahür ediyor. Dua ve zikir, içte derinleşirken gökler ötesi yükselmeye sebep bir helezon değil midir? İnsan bu âleme, kulluk ve dua ile tekemmül etmek için gelmemiş midir? Bir nesli altın yapan bu güzellikler değilse nedir?Ve Kuran-ı Kerim’in; “eğer dönerseniz…” tehdidi de bu anlamda çok ciddi değil midir?
İçimden bir ses: “Bu özel fiilleri terk edersen, bazı güzel sıfatlarla yetinmeye başlarsın. Onları da terk edersen başka fiillerin istilasına uğrarsın ve zillet vadilerinde yok olursun.” diyor.
Hayat bu fiillerin gölgesinde huzur içinde yürürken, medeniyetler de ancak bu fiillerle dal budak salıp nesillere bereketli yollar haline gelebiliyor. Hayata açılan pencerelerden altın fiillerin ayak sesleri duyuluyor. Evlerde, yollarda, çarşılarda, eğitim yuvalarında buulvi rüzgârhissettiriyor kendini. Bir ömür hayalleri bu güzellikler süslerken; sanat, bilim ve iş dünyaları yine bu fiillerin akışıyla değer katıyorlar hayata. Her yanda güller açıyor an be anhayata karışan altın çerçeveliadımların bereketinden.

Her dem yeni kalmak için hareket şarttır. Hem kalpte hem niyette hem hayalde hem de fiilde hareket… Ve iman her dem heyecandır her dem yenilenmedir aslında. Bundandır belki de sahabe mesleğinde “gel bir saat Allah’a iman edelim.” düsturu vardır. Belki de bu fiillerin en değerlisi, en canlısı “âmenû ve amilussalihati” şeklinde tezahür edendir.
İnsanlar da şehirler de asırlar da hayata kattıkları renklerle bilinirler. Bu renkler de işledikleri amellerden sızan boyalardandır. Asr-ı saadette altın kalpli müminler, altından kıymetli amelleri ile hayata pırıl pırıl pınarlar gibi akardı veya her biri gökteki bir yıldız gibi parlardı. Ahmet Yesevi alp erenlerini (Kuran-ı Kerim ifadesi ile “Ribbiyyun”(4) de diyebileceğimiz ilim ve mücahede insanlarını) Anadolu’ya gönderirdi, Yunus her daim aşk ile sevgi ile“Allah” derdi, “Muhammed Mustafa” derdi. Mehmet Akif haksızlıklar karşısında volkanlar gibi gürlerdi. Öyle insanlar ki Allah Resulü onlara “kardeşlerim” dedi. Ki onlar birbirlerini sırf Allah için severlerdi. Bu mana içindedir belki de mahşerde yedi sınıf insan arşın gölgesinde… Birbirini sadece Allah için sevenler bunlardandır mesela. Budur bu güzel insanların makulesi, süzüle süzüle akan en güzel en tatlı usaresi…
Belki de hayatı gereksiz işlerle zayi etmemek ve bu fani âlemden ebedi âleme elinde en az bir iki altınla dönebilmek için bir simyacı hassasiyetine ve bilgisine ihtiyaç var. Fani işlere beka rengi verecek, adi davranışları âlî hareketlere

seyyieleri hasenelere çevirecek bu iksiri bulup bütün bir ömrü altın fiillerle yaşamak ne güzel! Ancak iman, sabır ve salih amellerle işlene işlene som altın olan hayatı, sonuna kadar muhafaza edip, bir hazine gibi geleceğe aktarmak daha bir güzel…

(1)Rahman,29-Göklerde ve yerde bulunanlar, O’ndan isterler. O, her gün yeni bir iştedir.(Elmalılı)
(2)Maide,54-“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…”
(3)Fussilet,33
(4)Al-i İmran,146