Annem / Adem Yağmur

Annem ev işlerini yaparken hep etrafında dolaşarak ona yardım etmek için fırsat kollardım. ”Benim yavrum büyümüşte benim işlerimi mi yaparmış.” diye tatlı bir ses tonuyla ruhumu okşardı.

Beni kollarımdan tutarak etrafında çevirirken hızlandığında ayaklarım yerden kesilir ve kendimi uçuyormuş gibi hissedince o kadar mutlu olurdum ki tekrar yapması için ısrar ederdim. ”Oğlum artık büyüdün ağırlaştın, ben de yaşlanıyorum.” derdi.  Bu sözü duyduğumda üzülürdüm. Annemin yaşlanmasını kabul edemezdim. ”Hayır sen yaşlı değilsin.” diyerek kendimce teselli olurdum.

Annemin sihirli bir eli olduğuna inanırdım çünkü dokunduğu her şey güzelleşirdi. Anne eli  değmiş gibi, anne lezzeti diye bir tabir yok muydu? Herkesin annesi evlatlarının gözüyle en güzel yemeği yapan eşsiz bir insandı. Annemin en çok sarma yapmasını severdim. Mutlaka ben de yapmalıydım. O sarmaları tahtanın üzerinde yuvarlamak benim için en güzel oyunlardan biriydi. Akşam yemeğinde annem benim yaptıklarımı seçerek, ”Bunlar daha tatlı olmuş.” derdi, ben de sevinirdim.

En çok sevdiğim davranışlarımdan biri de annemin oturtarak yaptığı işlerde onun dizine yaslanarak yaptıklarını izlemek ve biraz sonra dizlerinde uyuyakalmak. Uyuyacağımı bile bile gidip anneme yaslanmak. Yastığa yorgana ihtiyaç duyulmayan en güvenli limana sığınmak.
Anneme sığınmak onun yanında huzura ermekti.

Çocukluğum da elektrikli süpürge, çamaşır ve bulaşık makinemiz olmamıştı. Annem ne iş yaparsa yapsın hep onun elinin altındaydım. Kız kardeşim engelliydi, kendisine yardım edecek durum da olmadığı gibi o da annemin eline bakıyordu. Diğer kardeşlerim de benden küçük olduğu için annemin yardımcısı olmak bana mutluluk veriyordu.
  Annem evimizin bereketiydi.

Onun yanındayken öğleye, akşama yemeğimiz olacak mı diye hiç düşünmezdim Yoksulluğumuza rağmen annem her öğün sofraya bir şeyler koyardı. Ben onu yemem, ben bunu yemem dediğimi hiçbir zaman hatırlamam. Bu durumu bilen annem, ”Benim kara kuzum önüne ne koysam onu yer.”’ dediğinde ben de çok mutlu olurdum. Belki de o zamanlar mutluluğun anlamı küçük şeylere bağlıydı.
  Mahallemizin kokuları vardı; meyve kokar kimyon kokar, susam kokardı.

Sokağımızdan,  buuuuuuuz gibi kaymak dondurmaaaaaa, kemunlu tuzlucaaaaaa ye Memmedim yeeee, tazeeeeee simiiiiiiiiit, diyen satıcılar geçerdi ben ise onlara sadece bakmakla yetinirdim. Bilirdim ki annemin parası olmazdı. Bir gün eşeğinin heybesinde elma satan yaşlı bir amca sokağın başında tam bizim evimizin karşısında durmuş, taze bol sulu köy elmasııııııı, döğmeynen bulgurunan paraynan diyerek herkese duyuruyordu. Annem çukur bir tabak dolusu bulguru satıcıya verdi. Satıcı da aynı tabağı elmayla doldurarak bize vermişti. Çok sevinmiştik para vermeden elma almak bana ilginç gelmişti. O zaman ben  amcanın bulgura ihtiyacı olduğu için annemin ona yardım ettiğini düşünmüştüm. Bu yüzden evde olmayan hiç bir şeyi  istemezdim zira annem bana yeterdi.

 Mahallemizin hâlâ kulağımda kalan sesleri vardı.
   Mahallemizden, herhangi bir şeyin ilanını yapan gür sesli tellal abiler, boynunda kasetçalar asılı destan satan yaşlı amcalar, burnunda zincir takılı zavallı yavru ayıcığı elindeki defle oynatarak para toplayan abiler geçerdi. Biz peşlerine takılır eğlenirdik. Mutluluğumuz, beklemediğimiz bu misafirleri kendi aramızda tekrar tekrar anlatmakla katlanırdı.

Mahallemizin daha çok annelerimiz  tarafından zihinlerimize çizilmiş sınırları vardı. Sokağımızdan bir alttaki sokağa geçsek bize farklı mahalle gibi gelirdi fazla uzaklaşmaz akşam ezanı okunmadan evimizin dış kapısından içeriye girmiş olurduk. Akşam yemeğinde herkes sofrada olmalıydı. Şimdiye nazaran bir çok şeyden mahrumduk ama mutluyduk.

Annemden oynamak için plastik top almasını istemiştim. Annem top yola gider bize  araba  çarpar diye almadı. İlk plastik topum orta okula giderken olmuştu. Patladığında topçu amcaya gider tamir ettirirdik. Patlamış topu tekrar tekrar yaptırır oynardık, ta ki  kızgın bir amcanın topumuzu ortadan ikiye kesinceye kadar mutluluğumuz devam ederdi. O zamanlar kenar mahallelerde çocuklar için oyun alanları olmaz bütün oyunlarımızı evimizin bulunduğu sokakta oynardık. Bütün dünyamız o sokağın çevresinden ibaretti.

Oyuncaklarımızı genelde kendimiz yapardık zira fazla oyuncağımız da olmazdı hatta parmağındaki yara izi o günlerin bir hatırası. Bilyeli, lastik tekerli tahtadan yaptığımız arabalarımız vardı, annemize söz verirdik sokaktan çıkmayacağımıza ana yola gitmeyeceğimize. Bir gün annemden izin istedim biraz da ısrar ettim, annem beni yolun karşısındaki bakkalı denetime gelen zabıtalara şikayet etti. Ben zabıtaların elbiselerine bakıp onların polis olduklarını zannettim, korkmuştum, o zamanlar bizi polis geliyor, asker geliyor diye korkuturlardı. Annemizin sözünden çıkamazdık ondan korktuğumuzdan değil onun sevgisini kaybetmekten korkardık.

Sokakta  arkadaşlarım vardı ama en iyi arkadaşım annemdi çünkü ondan başka kimse beni hatalarımla sevemezdi. Arkadaşlarım istedikleri zaman daha oyundan bir tat alamadan beni oyundan çıkarırken oysa annemle oynadığımız oyunu ancak ben istediğim zaman bitirirdim. Bu oyunlarda annem azıcık oynasa  yoruldum derdi de ben şaşırdım, anneler yorulmaz ki derdim.
Annemin günü sabahın seherinde başlar evdeki herkes uyuyuncaya kadar devam ederdi. Kör ebeyi, saklanbaçı, el el öpenek elim kolum topalağı, yatmadan önce Kenan illerinde ki Yusuf’un masallarını hep ondan öğrenmiştim. Dilimdeki dualarımı, şimdi yavrularıma söylediğim kulağımdaki ninnileri ilk ondan duymuştum. Bana ondan başka samimi bir kalp ile dua edene hiç şahit olmamıştım.
  Bazı zamanlar bana bakar ağlardı başımı göğsüne bastırdı da ne oldu anneciğim derdim, yok bir şey oğlum, öylesine duygulandım işte derdi. Niye ağladığını yıllar sonra anlar gibi oluyorum, bana olan merhametinden, bana bir şey olmasından korktuğu için ağlıyordu. O ağlayınca ben de ağlardım da bana kıyamadığı için susardı. Hemen yüzü değişir gülüverirdi ben de gözümden yaşlar akarken onun gülmesine gülerdim. Yağmurdan sonraki güneş misali..

 Konuşsada sussada onun yanında mevsimler hep bahardı.
  Annem, evimizi yuva yapandı, onun varlığıyla evimiz kutsal bir mekana dönüşüyordu.
  Yer sofrasında otururduk. Kardeşlerimle annemin yanına oturmak için yarışırdık. Ben diğerlerinden büyük olduğum için sağ tarafında hemen yerimi alırdım. Kaşığımdaki yiyecekler hep sofraya ve üzerime dökülürdü. Annem, evladım sofrayı üzerine al der bende alırdım ama her zaman sofra yine de dizlerimden kayardı. Bu duruma beraberce gülerdik.

Annem evimizin sesi, bizim nefesimizdi. Annemin bize hitap şeklinden en çok hoşuma gideni “Gurban olduğum” idi. Bu tabir şimdilerde kullanılmaz oldu, artık eskiye dair bir hatıradan ibaret. Annem bizlerden birini çağırırken hepimizin ismini tek tek sayardı ben de annemin bu davranışına gülerdim.  ”Anne kendin koyduğun isimlerimizi mi unutuyorsun yoksa!” derdim, ”Ne bileyim oğlum.” derdi.
  Annem bizi öperken koklayarak öperdi de ben bunu o zamanlar abartılı bulurdum. Evlat kokusu cennet kokusudur derdi. O söylüyorsa doğrudur diye düşünürdüm çünkü  anneler yalan söylemezdi.
  Anne ile evlat arasında devam eden bir bağ olduğu kesin bu bağ her ikisinden birinin bu dünyaya vedasından sonra dahi devam eden bir bağ.
  Bütün kardeşler, annemiz en çok beni seviyor diyerek birbirimize üstünlük sağlamaya çalışırdık. Bir gün, anne en çok hangimizi seviyorsun diye sormuştuk. Annem hepimizi birden kucaklayarak; ”Sizler benim ciğerparelerimsiniz hangi birinizi ayırabilirim, hepinizi de çok seviyorum.”demişti. Bu cevap karşısında hepimizin yüzünde bir tebessüm oluşmuştu çünkü hiç birimiz daha az sevildiğimiz duygusuna kapılmayacaktık.
  ”Ciğerparelerim” ne güzel bir kelime.
  Ben şimdi daha iyi anlıyorum ki evlatlar annelerin sadece bedenlerinden değil ruhlarından da bir parçadır.
  Annesiz isen her yer sana gurbet olur. Kışına ısınamadığın yazına dayanamadığın yerlerin baharları gurbet olur. Yollarında tanıdık kimseye rastlayamazsın herkes sana yabancı olur.

Adem Yağmur

12 thoughts on “Annem / Adem Yağmur

  1. Rahmetli Doğan Cüceloğlu nun bir sözü. Bu güzel yorumunuz için çok teşekkür Levent bey

  2. Yine döktürmüşsünüz. Yüreğinize sağlık. Böyle “ANNELERİN” sadece mutluluktan ağlaması dileğiyle…

  3. Gerçek hayattan alınmış tam bir yaşanmışlık hikayesi çok güzel olmuş geçmişin özlemi yokluk ,anne sevgisi ,fedakarlık birçok güzel duygunun yer aldığı hoş bir hikaye olmuş kıymetli hocam.

  4. Anne gibi narin bir varlığa büyük ve ağır işleri gördüren Allah’a hamd ederim. Kendi hayatımdan bazı kareleri okudum sanki. Bu gibi hatıralarımı kelimelerle tasvir etmek bir yana hatırlatan olmasa hatırlamakta acizim. Velud kalemine kuvvet Adem hocam. Allah her daim hayır söylersin.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *