Ayna / Adem Yağmur

“Onu ilk defa nerede ve ne zaman gördüm hatırlamıyorum ama bir türlü unutamıyorum. İlk bakışta
onun ruhumun derinliklerine düştüğünü hissetmiştim.”
Duvardaki boydan resmin üzerinde bu yazıyordu.
Evin bütün odalarına resmini asmıştı, adım adım onu takip ediyordu ve adeta onun gölgesi gibiydi.
Fakat o bu onulmaz halde olduğunun farkında değildi. Onu görmüş olduğu günlerde birçok açıdan
resimlerini çekiyordu. Bu resimleri öncelikle evinin duvarlarına asarak başladı. Hatta resimler için artık
yer kalmadığını söylesek abartmış olmayız, yeni resimler için eski resimleri alıp çatı katına
çıkartıyordu. Aşkını ölçebilecek olsa nasıl bir ölçek kullanmalıydı bunu bilemiyor ama her geçen gün
sevgisinin çoğaldığını biliyordu. Ne kadar seveceğini ona nasıl davranacağını hep kafasında
tasarlayarak günlerini geçiriyordu.
Her yerde onu görmek istiyordu. Acaba ünlü markaların bulunduğu iş merkezlerine resmini asmayı
teklif etse miydi? Biraz düşününce bunun iyi bir fikir olduğu kararına vardı. Alış veriş merkezine yakın
bir yerde ki otobüs durağının panosuna reklam tarzında resmi astırmaya muvaffak olmuştu. Panoda ki
resmin yan tarafında büyük harflerle sadece OBEN yazıyordu. Panoya bakanların şaşkınlıklarını biraz
geriden izlerken daha bir mutlu olduğunu fark etti. Bu resim için sadece on beş günlük bir kiralama
söz konusuydu. Şimdilik bu yeterli daha sonra başka çözümler bulmalıyım diye düşünüyordu.
Her ortamda konuyu ona getirirdi. Bu konuda onu anlamayanları ve ondan bahsetmeyenleri dinlemek
tahammülü çok zor bir durumdu. Bu yüzden hep o der, onu anlatır, onunla ilgilenilsin isterdi. Çok
kimseyle görüştüğü yoktu ama bu düşüncelerinden dolayı da hep yalnızlığına doğru yelken açıp, engin
denizlerde bir başına yüzüyordu. O yoksa hiçbir şeyin tadı tuzu yoktu, onun olmadığı hiçbir yer aslında
yer olarak da dünyada yok sayılırdı. Onsuz olmak bir hastalık gibi ruhunu kemiriyor bu derdine ondan
başka bir yerde çare bulamayacağını düşünüyordu.
Yalnızlığını Nergis çiçeğiyle dertleşerek geçirir, kendisini tek anlayanın bu çiçek olduğunu düşünürdü.
Zira durumuna en uygun bitkinin bu olduğunu biliyordu. Bir saksı Nergisin, kendisine nergis bahçeleri
sunduğu inancını taşıyordu. Ruhsal inançları, totemleri, burçları önemser ve bunların hayatına yön
verdiğini düşünürdü.
Çalıştığı işyerinde kendisinin konusu kabul görmediği zaman arkadaşlarıyla arasında soğuk bir hava
oluşuyor ve araları yavaş yavaş açılıyordu. Kendince tutarsızlık bulamadığı bu ilişkilerin aslında
normal olduğunu düşünür ama neden böyle sıkıntı oluyor diye de söylenmeden edemezdi. Bu yüzden
birçok işyerinden ayrılmak zorunda kaldı. Aslında işinde gayet uzman birisiydi. İstediği zaman kaliteli
işlere imza atıyordu. Patronların kendisinden memnuniyeti çalışma süresini biraz uzatsa da iş
arkadaşlarının memnuniyetsizliği işin kısa sürede sonlanmasına neden oluyordu. İş arkadaşları, acaba
onun bencil olduğunu mu düşünüyorlardı, yoksa biraz fazla mı abartıyordu bu tür sorular kafasında
belirse de bu durum çok uzun sürmez, bunun üzerinde pek durmazdı. Bir gün iş yerinde birisi,” Sinan
bey, kendini çok yükseklerde gördüğünün farkında değilsin. Yüksekten düşen iflah olmaz, biraz
kendinle yüzleşmelisin” demişti. Onu gayet iyi anlamıştı, zaten her gün kendisiyle yüzleşme adına

ayna karşına veya bir resminin karşına geçerek bunu yapıyordu. Kendini sorgulamaktan kaçmıyor ve
sonunda ama ben kötü biri değilim diyordu.
İş bulma sıkıntısı yaşamaz hatta bir işten ayrıldığı zaman hemen yeni bir iş aramazdı. Kendini başarılı
buluyordu çünkü başka firmalara danışmanlık yaparak da para kazanabiliyordu. Firmaların, istediği
zaman işyerlerine kendisini kabul edebileceklerini de biliyordu. Serbest çalışmalıyım diye düşündü.
Zira çok kazanmasa da yetiyordu.
Karanlık iyice bastırmış, ruhun dar sokaklarından eve doğru, aslında kendine doğru gitmeye çalıyordu.
İç sesi, kendi yalnızlığına arkadaş olarak devamlı onunla konuşurdu; “İhtimallerin içinde kendim
olabilmem yüzde kaç diye düşündü. Yüceltilmenin kusur olması ne kadar anlamsız bir duygu böyle. Bu
duruma, olanın değerinin bilinmemesi denilse belki daha doğru olacaktır. Ancak kendine, kendinde
bir yer edinebilirsin. Düşüncelerin yol açtığı çığırdan kendine varabilmek…”
Uzun süre yalnızlığının sahillerinde kendiyle baş başa geçirdiği anlamlı günlerin kendisine kazandırdığı
sözü evin hemen girişindeki resmin üzerine gelişi güzel yazdı; “Geçtiğim her yerde izlerim kaldı ama
hepsi de geride kaldı. Kendimden kaçtım bir yere varamadım, yine gölgemde kaldım.” ve kapıyı çekip
kendini yollara bıraktı.
Ev kirası beş gün geçmesine rağmen banka hesabına yatırılmayan ev sahibi, kiracısının telefonlarına
da ulaşamayınca iyice telaşlanmıştı. İşi garantiye almak için polisi aradı ve durumu anlattı. Polislerle
birlikte eve giren ev sahibinin gördüğü manzara karşısında adeta dili tutulmuştu. Girişten itibaren
evin tamamı farklı mekânlarda çekilmiş profesyonel duvar resimleriyle kaplıydı. Resimlerde ki yazıları
okumaya ve anlamaya çalışan ev sahibi, yanında ki polisin elini omzuna koyarak uyarmasıyla kendine
geldi. Mutfaktan başka bir polisin sesi geliyordu. Polis, ödenmiş faturaları ve son kira parasını
mutfaktaki masada bulmuştu. Bir de not yazılıydı. Anlaşılmadığım yerde daha fazla kalmak
istemiyorum. Notun altındaki tarihe bakılırsa evden ayrılalı bir ay olmuştu.
Polis şaşkın bir ifade ile ev sahibine;” Bu duvar resimlerindeki şahsı tanıyor musunuz? “
Ev sahibi biraz durgun ve tane tane ; “Bu mu, bu benim kiracım işte, Sinan bey” diyebildi.

5 thoughts on “Ayna / Adem Yağmur

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *