BİR GÖRÜŞÜN SERENCAMESİ / Mecit Öz

O sabah erkenden uyandı kadın. Zor oldu kalkması biraz. Alışkın değildi böylesi erken kalkmalara.
Bugün başkaydı, farklıydı diğer günlerden. O yüzden farklı davrandı önceki sabahlardan, erken kalktı.
Üzerini giyindi. Yatağını düzeltti. Odasını topladıktan sonra kapıyı açıp dışarıya çıktı. Elini yüzünü yıkadı
lavaboda… Heyecanlıydı bugün. Neşeliydi de… Sevdiğine, hasretini çektiği adama gidecekti. Karşısına
geçip oturacaktı uzun bir aradan sonra, ellerinden tutacaktı. Ellerinde aşkının sıcaklığını, kalbinin atışını
hissedecekti. Elden ele bir sevgi olup akacaktı. Hasret kaldığı gözlere gözlerini dikecek, mehtabı seyreder
gibi sevdiğinin gözlerini seyredecek, sevdiğinin gözlerinde özlemin ateşini söndürecekti.
Bu hislerle erken kalktı bu sabah. Mutfağa geçti. Kahvaltı hazırlıklarına başladı. Ocağa çayı koydu.
Patatesleri soymaya girişti. Sanki patates soymuyor içindeki özlemi soluyordu. Sonra kızarmış yağın içine
attı patatesleri doğrayıp. Kızarmış yağın çıkardığı “cos” sesinde içinde yanan hasretin acısını duydu. Kızaran
patatesler değil sanki kendisiydi… Bu arada uyuyan çocukları uyandı birbiri ardına. Dışarıya gidenler geri
döndüler eve. Kahvaltı masası kuruldu. Oturdular hep birlikte… Birlikte çarpan yürekle yudumladılar sıcak
çayı. Zihinlerinde aynı düşünce, gönüllerinde aynı acı. Sonra kalktılar yavaş yavaş sofranın başından,
hazırlığa başladılar. En güzel kıyafetlerini seçtiler.
En güzel kıyafetini seçti kadın. “Neden” diye sordu kendi kendine, “neden böyle özeniyorum ki? Neden
kendimi bu kadar güzelleştirmek için uğraşıyorum ki?” İçinden bir ses “öyle olmalısın, güzel görünmelisin,”
diye yanıt veriyordu kadına. “Güzel görünmeliyim, güzel görmeli beni,” dedi kendi kendine. Bir süre bu
düşüncelerle hayallere daldı. Hayallerin, anıların içinde kısa süreli mutlulukla kanatlandı. İçindeki sevgiyle
sevdiğini andı. Boğazında düğümlendi sözcükler. “Sana geliyorum” dedi. İçi kıpır kıpır halde… “Nihayet,”
dedi kendi kendine. “Nihayet yine geliyorum sana, sen gelemesen de bana. Nihayet görüşeceğiz,
buluşacağız, konuşacağız tenhada olmasa da. Sevgi olup akacağız, özlem olup yanacağız…”
Bir yıldır hep böyleydi kadın. Her on beş günde bir aynı heyecanla uyanırdı sabahları. Aynı duygularla
giyinir, aynı duygular içinde; içinde biriken özlemle, gönlünden taşan sevgiyle koşardı sevdiğine…
Hep birlikte, ailece bindiler sevdiğinden kalan, hep onu hatırlatan arabalarına. Sanki sevdiği adam
sürüyormuş gibi arkada oturdu kadın, her zamanki gibi, çocuklarıyla birlikte… Sevdiğinin sürdüğünün
hayaliyle… Birlikte yolculuk yaptıkları günlere uzandı hayali… Bir çukura düşen tekerleğin sarsıntısıyla
kendine geldi.
Sevdiğinin kaldığı mekânın kapısına geldiklerinde kalbinin sesini dinledi. Heyecandan kıpır kıpırdı.
Gözleri parlıyor, yüzünden gülücükler saçılıyordu. Her zamanki gibi yoğun bir kalabalık birikmişti kapının
önünde. Her birinin yüreklerinde hasretin acısı, özlemin yangını… Gözlerinde biraz sonra gerçekleşecek olan
vuslatın neşesi… İçeri girmek için bir dizi prosedür, kontrol, güvenlik önlemlerinin aştıktan sonra nihayet
vardılar buluşma yerine.
Oturdu masanın bir yanına. Sağında solunda çocukları, annesi babası… Oturdu, bekledi diğer oturup
bekleyenler gibi. Uzun olmayan bir yoldan gelmişti kadın. Uzun süredir görmediği, sevdiği adamı, gözünün
aydınlığını görecek ve hasret giderecekti. Heyecandan geçmek bilmedi zaman. Saniyeler dakika, dakikalar
saat olmuş gibi geldi. Gözleri kapıda özlemle bekliyordu. Yüreğindeki yangınının suyunu arıyordu.
Nihayet açıldı kapı. Kapının aralığından göründü adam. Bakındı sağına soluna. Sevdiği kadını, ailesini
aradı gözleri kalabalıklar içinde, meraklı bakışlar arasında. Derken kendisine doğru koşan küçük bir kız
gördü. Kendi kızıydı. Meryem’iydi. Sevgiyle, hasretle koşan… Koşar adımlarla ilerledi kızına doğru adam.
Ve kucaklaştılar, sarmaş dolaş oldular. Kızını kucağına alarak ilerledi adam, kızının rehberliğinde buldu
kendisini bekleyenleri. Sarıldılar tek tek. Hasret giderdiler. Acıyı içlerine gömüp sevgiyle, neşeyle
gülümsediler. Sahte mutluluk pozları verdiler.
Geldi adam… Kadının, göz aydınlığının karşısındaki boş sıraya oturdu. Gözleri gülümsedi, gönlü kıpır
kıpır heyecanlandı. Gözleri parlıyordu sevdiğinin, yüzündeki gülümseme ona ayrı bir çekicilik
kazandırıyordu. Sanki yeni âşıklar gibi heyecanlandı. Sevmişler, yıllarca birlikte mutlu bir hayat
yaşamışlardı. Şimdi araya ayrılık girmiş, hüzün girmiş, hasret, özlem girmişti. Bu yüzdendi kavuşmanın
heyecanıyla yaşadıkları…
Karşısında oturan sevdiğine sanki ilk kez görüyormuş gibi baktı kadın. Bu kadar yakışıklı olduğunu fark

etmemiş olduğuna şaştı. Adam da kadına baktı sevgiyle, özlemle. Bugün çok güzel görünüyor, dedi. Havada
müthiş bir sessizlik ve heyecan vardı. Kimse lafa nereden ve nasıl başlayacağını bilemiyordu.
Adam nihayet kendine geldi. Ziyaretine gelen yakınlarının yüzüne baktı tek tek, “Hoş geldiniz” dedi. Hal
ve hatırlarını sordu. Onlarla kısa sohbetler yaptı. Sonra yine sevdiğine döndü. Ellerini tuttu kadın sevdiği
adamın. Göz göze geldiler, birbirlerinin gözlerinde kayboldular… Bakıştılar bir süre sessizce… Neden sonra
“güzel miyim?” diye sordu kadın. “Her zamanki gibi”, dedi adam. Zaman sınırlıydı… Anlatacak çok şeyler
vardı. Konuşmaya başladılar oradan buradan… Büyük kızlarının okulundan söz ettiler, küçüğün hallerinden
konuştular… Oğlanların maceralarını anlattı kadın. Dinledi adam. Merakla, heyecanla dinledi. Dinlerken
yanlarında olamadığına hayıflandı.
Yaşlı gözlerle, hüzünle seyretti annesi oğlunu. Neden sonra teyzelerinin selamlarını iletti oğluna.
Buzdolabını yenilediklerinden söz etti. “Erikleri şerbet yapmadık,” dedi bu yıl. “Geçen yıldan kalanlar
vardı.” Pazarda sattığını söyledi erikleri. “İyi yapmışsın”, dedi oğlu.
Babası her zaman ki gibi renk vermedi düşüncelerinden, duygularından. “Bahçenin telini aldım, bekliyor
çekilecek”, dedi. Hasat işlerinin bittiğinden, bu yılın bereketli geçtiğinden, balyalarla samanlığın
dolduğundan, artanını Bahtiyarların boş samanlığına koyduklarından söz etti. Kendisinin çalıştığından bahis
ile “dayının çatısını söktük, evin üstü açık, yağarsa kötü”, diye devam etti babası. “Yağarsa kova koyarlar
damlayan yerlere”, dedi adam. “Zaten çatının altı da kovalarla doluydu”, diye söze girdi büyük oğlu Hamza.
Sessizdi her zamanki gibi, kendi dünyasında, ilgisiz görünüyordu Hamza. Benim suçum, diye düşündü
adam. “Onunla candan bir dost gibi, sevecen bir baba oğul ilişkisi kuramadık” diye hayıflandı kendi
kendine.
Traktör macerasını anlattı küçük oğlu Mehmet, “ben araba sürüyorum”, dedi. “Abim beni az daha
eziyordu” diyerek Hamza’nın traktör macerasını anlatmaya başladı. Sonra “birlikte diktiğimiz cevizler
büyümüş”, diye müjde verdi.
Küçük kızı Meryem girdi araya. “Baba, biliyor musun ben, halamla inek otlatmaya gittim”, diyerek
büyüdüğünü ispat etti babasına.
Kardeşi Nesrin çalıştığı yerden izin alarak gelmiş. “Biliyon mu abi; ben çizim yapıyorum, kat resmi,
planı yapıyorum”, dedi heyecanla. “İyi bari bizim çatının da planını yap”, diye takıldı kardeşine.
“Hey gidi… Çatıya oda yapacaktınız değil mi? diyerek girdi annesi söze. Annesini teselli etmek telaşına
düştü adam. “Yine yaparız, anne! dedi.
Sınırlı zaman tez geçti. Su gibi akıp gitti. Gardiyanların hiç istenmeyen, yüreklere cız dedirten sesi
çınladı kulaklarında:
‘Ziyaret tamam!”
!!!!
Tatlı anların bittiğinin habercisiydi bu ses. Duyan kulaklardan bir hüzün çöktü gönüllere, yaşanacak
hasretin ateşi düştü. Vedalaştılar. Sarıldılar tek tek… Bir dahaki ziyarete kadar acıyı gönüllerine gömüp
dönüş yoluna koyuldular… Giderken akıllarını, düşüncelerini, gönüllerini geride bıraktılar.
En sona kaldı kadın… Sevdiği adamın ellerinden tuttu. El ele birlikte kalktılar ayağa. Bakıştılar bir süre
göz göze… Sevdiğinin gözlerindeki sevgiyi, bakışı depoladı gönlüne. Yokluğunda seyredebilmek
umuduyla… Sarıldı sıkıca adama. Günlerce, aylarca sarılamamanın hasretiyle, sarılamayacak olmanın
acısıyla. Sonra elleri ellerinde sevdiği adamın gözlerine baktı. Baktı, baktı… Uzun uzun o gözlerdeki sevgiyi
içti, gözlerinin hasretini giderdi, gözlerinde sevdiğinin bakışlarını depoladı. Neden sonra ayrıldılar. Bir
ziyaret böyle bitti.
Gitti kadın gözleri arkasında, gönlü sevdiğinde kalarak gitti… Ruhunu ardında da bırakarak, cansız ceset
olarak gitti…
Giderken “daha ne zamana kadar sürecek böylesi gelip gitmeler, sevinçle gelip hüzünle dönmeler?” diye
düşündü. Bir an evvel bitmesini diledi Rabbinden. Acısını içine atarak sevdiğini Allah’a emanet ederek
ayrıldı ziyaret yerinden.
Bir başka zaman, bir başka görüşmeden:
Birbirlerine hatırlarını soruyorlar. Sırayla herkesi soruyor adam. Annesini, babasını, kardeşlerini,

arkadaşlarını, komşularını…
Bunları sorarken bir aralık donuyor, konuşamıyor, sözler boğazında kalıyor, sesinin titremesine,
gözlerinden yaşlar süzülmesine engel olamıyor.
“iyiler, diyor kadın. Hepsi iyiler. Annen, baban, kardeşlerin… Hepsinin selamları var. İş, güç… Hepsi
çalışıyor.
“Ya arkadaşlarım, onlar nasıllar? Arayıp soruyorlar mı beni?”
“Onlar da iyi. Geçenlerde biriyle yolda karşılaştık. Seni sordu. “Hocam nasıl” dedi. İyi, dedim. İyi, bir
sıkıntısı yok. Yaşananlar için üzgün olduğunu söyledi. Çok sürmedi muhabbetimiz. Ayrılırken “bir
ihtiyacınız olursa söyleyin, çekinmeyin, dedi. Elimizden geleni yapmaya hazırız, diye de ekledi.
Sağ olun, diye cevap verdim. Sağ olun, hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Her şeyimiz var. Kendi halimizde,
kendi yağımızla geçinip gidiyoruz işte.
Yine geçenlerde okula gittim. Oğlanın toplantısı için. Birçoğunu gördüm orada. Kimi yakın davrandı,
dost sıcaklığını hissettirmeye çalıştı, üzüntülerini dile getirdi. Kimi de uzak durdu, soğuk bir hoş geldiniz ile
geçiştirdi.
“Komşular, dedi adam. Komşular ne yaptılar? Geldiler mi yanına, halini hatırını sordular mı?”
“Sen gittikten birkaç gün sonra geldiler. Geçmiş oldun, dediler. Teselli edici bir şeyler söylemeye
çalıştılar kendi hallerince, sabır dilediler.
Söz buraya gelmişken durakaldı kadın. Sanki başka şeyler de söyleyecekmiş gibi düşünceye daldı.
Dudaklarını oynatıyor ama ses çıkmıyordu. Söylesem mi söylemesem mi modunda gidip geliyordu. Neden
sonra konuşmaya başladı.
“Ben aslında kimseyi görmek, kimseyle görüşmek istemiyorum. Yalnız kalmak, kendimle baş başa
kalmak istiyorum. Dahası ben başkalarını değil seninle olmak, seninle konuşmak istiyorum.”
Burası sözün bittiği yerdi. Bu arada gardiyanın “ziyaret tamam” sözü duyuldu. Görüşme de bitmişti.

One thought on “BİR GÖRÜŞÜN SERENCAMESİ / Mecit Öz

  1. Hapiasnelerin duvarları nelere şahitlik etti. Bütün olanları ahirette dile getirecekler.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *