Çikolatalı Gofret / Eren Han

Telefonu açtığında ve karşısındaki şahıs “acele markete gelin, yoksa polis çağıracağım! “ dediğinde, günlerdir kapısına polisleri beklemenin tedirginliğiyle telaşlandı. Apar topar sessizce çıktı evinden. Eşine bir şey söylemedi.

Evinin yakındaki markete endişeyle girdi kasiyere durumu anlatınca alt kata yönlendirildi. 10 yaşındaki oğlu mahcup, başı yerde öylece duruyordu. Market görevlisi, elindeki çikolatalı gofreti gösterdi:

“Abi oğlunuzu çikolatalı gofret çalarken yakaladık. Polis çağırmadan önce sizi çağırdım.”

Dondu kaldı öylece. Geçmek bilmez bir zamana hapsolmuş gibiydi. Gözleri buğulandı. Ne söyleyeceğini ne yapacağını bilmez haldeydi. Görevden atılması da akrabalarının sırt dönmesi de komşularının terörist ithamı da içini bu kadar acıtmamıştı. Hatta ömrü hayatında hiçbir yaşanmışlık canını bu kadar yakmamıştı. Hayatı boyunca helal terazisiyle dolaşmış bir adamın terazisinin kefesinin kırılmasının dramıydı bu.

Oğluna döndü. “Neden yaptın oğlum böyle,” dedi. Sesi titredi. Ağlamaklı yutkundu.

Çocuk, başını yere eğdi.

“Tamam, işsiz kalmış olabilirim, aylardır sana harçlık verememiş olabilirim, canın bir çikolata çekmiş olabilir ama bu durum sana ait olmayan bir şeyi almanı gerektirmez.”

Market görevlisi, adamın ses tonundaki acıyı hissetmiş olmalı ki pişmanlık tınılı bir ses tonuyla:

“Abi, polis falan çağırmayacağım. Sadece bilginiz olsun diye çağırdım sizi. Kusura bakma, elimde olmadan biraz da hırpaladım onu.”

Adamın içine saplanmış hançer daha da burgulandı içinde. Market görevlisine, yapmayacaktın bunu der gibi, sitemle baktı. Çocuğuna bir gofret parası veremeyecek hale gelmiş olmak içinde bir volkan gibi kabardı. Konuşamadı. Konuşsa hıçkıra hıçkıra ağlayacak durumdaydı. Oğlunun elini tutup marketten ayrıldı.

“Annene duyurmayalım bu olayı, çok üzülür. Seni de üzer oğlum. Bir daha olmasın böyle bir şey. Ben size haram yedirmemek için bu sıkıntıları yaşıyorum oğlum. Yoksa önümüze ne imkânlar serilmişti. Bu zor günleri aşacağız.”

 Sustular… Eve gelinceye kadar hep sustular.

İçi lime lime olmuştu. “Galiba kaybeden biz olacağız” diye sessiz, acı bir çığlık havalandı yüreğinden.

*

Birkaç gün sonra beklediğiyle karşılaştı. Gecenin bir vaktinde evin önü polislerle doldu. Her biri bir odaya dağılıp evini talan edercesine aradılar. Kayda değer bir şey bulamayınca dijital materyallerini topladılar. Bir tutanakla kayıt altına aldılar. İmzaladığı tutanaktaki ifadelerden kendisinin de alınacağını anlamıştı.

Elleri kelepçeli, evinin önüne çıkarıldığında ışığı sönük evlerin perdelerinin kımıldadığını fark etti. Bir korku ikliminin çamurlu yağmuru, bütün camları kirletmişti.

*

Çocuk, “ben babamı hapishanede görmeye dayanamam” diye hiç ziyaretine gitmedi babasının. Ona karşı derin bir mahcubiyettendi belki de onunkisi! Babasının helalinden kazanma mücadelesinin farkındaydı aslında.

Beş yıl sonra, elinde eşyalarını doldurduğu siyah bir poşetle yürüdü özgürlüğün bağrına. Birkaç ay, denetimli serbestlik hakkı verilmemiş, nasıl olduysa son dilekçesine cevap verilmişti. Cezaevindeki hesabında kalan 170 Tl’yi koydu cebine. Otogara yöneldi. Sürpriz yapacaktı.

Uzun yolculuğunda, otobüs içinde ikram edilen bisküvi dışında bir şey yemedi. Cebinde kalan son 20 lirasını harcamak istemedi.  Sabah, evinin yakınlarında indi otobüsten. Oğlunun çikolatalı gofret yüzünden dayak yediği marketin önünde durdu. Açılmasına daha yarım saat vardı. Oturdu bekledi marketin önünde. Market açılır açılmaz, çikolata reyonuna vardı. Son parasıyla birkaç çikolatalı gofret aldı. Evine yöneldi.

Kapıyı uzun boylu bir delikanlı açtı.

Şaşkın bir ifadeyle “Baba!” demesinden tanıdı, ilk dersini kaçıran liseye giden oğlunu.

Sarıldı. İçi titredi. Çocukluk heyecanı ölüp gitmiş bir delikanlıydı karşısındaki. Çikolatalı gofretler kapının eşiğine düşüverdi elinden. Kaybettiği çocuğunun delikanlılık haline sarıldı.

Eren Han

Bir yanıt yazın