Dokuzuncu/ Mehmet Tuna

Si le viol, le poison, le poignard, l’incendie,
N’ont pas encor brodé de leurs plaisants dessins
Le canevas banal de nos piteux destins,
C’est que notre âme, hélas ! n’est pas assez hardie.

Mais parmi les chacals, les panthères, les lices,
Les singes, les scorpions, les vautours, les serpents,
Les monstres glapissants, hurlants, grognants, rampants,
Dans la ménagerie infâme de nos vices,

Il en est un plus laid, plus méchant, plus immonde !
Quoiqu’il ne pousse ni grands gestes ni grands cris,
Il ferait volontiers de la terre un débris
Et dans un bâillement avalerait le monde ;

C’est l’Ennui ! – l’oeil chargé d’un pleur involontaire,
Il rêve d’échafauds en fumant son houka.
Tu le connais, lecteur, ce monstre délicat,
– Hypocrite lecteur, – mon semblable, – mon frère !

Charles Baudelaire

      -kalleş okur, -benzerim benim, -kardeşim!

“Mehmet Tuna’nın Dokuzuncu adlı yeni hikayesini okumaya başlamak üzeresin. Rahatla. Toparlan. Zihnindeki bütün düşünceleri kov gitsin. Seni çevreleyen dünya bırak belirsizlik içinde yok oluversin, Calvino da bizimle…

Muhsin Hikmet, Fatih Dur’dur. Fatih Dur’u yayımlanmamış bir romanın kahramanı olarak hayata getiren Allah, daha romanın içindeyken cüzi olan iradesini isim değiştirme yönünde kullandırmış, yayımlanmasını beklediği romanın şahane silik yazarı, yayımlamadan önce her an ismini değiştirme kararı alarak, bütün hayatını iki kelime arasına sıkıştırabilir hale getirmiştir. Allah büyük, yazar küçük. Şahane silik yazar, son gözden geçirmede romanın Fatih Dur karakterine başka isimler verebilir, bizim hikayemiz tümden değişebilir.

Allah bütün yazarların yaratıcısıdır. Bu kitabı yazan yazarın da. Kelimelerin yaratıcısıdır. Yazar, kelimelerin yaratıcısı sanrısının müsebbibi. İradesinin farkında olana yazar denir, cüzi olduğunu bilmeyenine büyük yazar. Külli iradeyi bilmeyenine cahil, cüzi iradesinin çok büyük olduğunu anlayanına hakikatli yazar denir.

Allah bütün yazarların yaratıcısıdır, üstelik yazarların yazdıklarının da sahibidir. Yazar salaktır, yazdım demek salaklıktır bu noktada, yazar hürmetlidir, hürmetli olmaya mecburdur, salak olmamak için yapar bunu. Şair sözü yalandır. Allah tüm şairlerin yaratıcısıdır. Mülk Allah’ındır. Kelime, rüya, ölüm, dirim, kalım, doğum, varlık, yokluk, madde, ötesi, roman, şiir, her, şey, hiç, şey, Allah’ındır. Bunu yazan yazar, tanrı tanımasa da böyledir. Tanrı tanımak büyük iddia der, ama o bu noktadan bakmıyor ki. Tanrı var mı ki? Demek için roman yazar. Sormak imanımı ziyadeleştirir der, cevaplar bitişi imgeler. Sorular sonsuzu.

Allah sonsuzdur, sorarak çoğalırız. Cevaplar var ama sorular var olduğu için var. Cevaplar medeniyetinin sorularıdır roman. Cevap bekleyenlere kelime olarak sabit olan -en azından kelime olarak orada sabit ve kesin olarak orda olan kelimeler- soru karşılıklarının net varlıklarıdır. Kelimeye kadar varlığını dayandırır. Kelime var ki varım.

Düşünüyorum da varlığımı ancak kelimelerle ispatlayabiliyorum der yazar. Düşünüyorum öyleyse varım diyene taltiftir bu. Yazıyorum öyleyse varım demek, kelimeler ile hem hal olmayana kadar varlıktan nasibi eksik olan insanların derecelerini düşünür. Yazara göre ilk insan yazar olmalıdır. Ki var olduğunu idrak etsin. Adem’e kelimeler mi verilmişti. İsimler mi? Aynı şey gibi duruyor.  Ben yazar, iddiası yüksek olan kişi, yazdığım birkaç cümle ile varlığımı idrak ediyorum. Yazmayan nice insana yüksekten bakıyorum, derecesi düşükler. Varlığını tamamlamak için, yazmak lazım.

Ama ilk olarak okumak, kainati kelime kelime okumak. Taşı toprağı agaçı kuşu, sabrı, zihni, duyguyu rüyayı, okumak. Okuyunca yazar olunur. Yazınca yazıcı. Çok anlatılacak bahis var bu demde, bu yazarın okuyucusu devamını zihninde yazar ki, işte varlığını tamamlama ameliyesidir bu da.

***

Muhsin Hikmet, akademisyen. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde Sanat Tarihi hocası. Yayımlanmamış romanlardan imal edilmiş bir karakterim ben, demiş bir makalesinde. İddialı hep. Dengesiz. Entelektüel birikimini pop kültürün hizmetine zevkle zerk ediyor. Pop kültürün anasını belliyor, özellikle yapıyor bunu. Yeni yetme pop alanlar oluşuyor bu tecavüzden. Yine bunlar onun Karton Dergisindeki kendisi için yapmış olduğu, ‘kendimi üçüncü tekil olarak konumlandırmam’ yazısından. Tecavüz orada kullanılıyor. Popun gayri meşru veledi, yine oradan. Aldatmak, sadakatin erkeklik uzvu, işte bu da o yazıdan. Neler neler. Bunların hiçbirisini sanat tarihi bağlamında bir yazı olmadığını herkes anlıyor, ama çok kışkırtıcı metinler bunlar ve kendine bir ‘cool’ alan açıyor. Sanat tarihi alanında, doktora tezi ve pek çok makaleyi sadece akademi camiasının farkındalığı ile biliyoruz.

 Eco’suz Ortaçağ, kısa kitap, alt başlığı; geyik yahu. Ama çok okunuyor. ‘Best seller’ hem de çok satıyor.

Güldüren Karizma, Karton dergisindeki yazılarından oluşuyor. Karizmamdan yala beni alt başlığı.

 Sanat tarihi alanında kendi makalelerine en az dört yüz atıf var. Academia’nın itibarlı yüzü.

Cilalı Taş Devrinde Nasıl Sevişilirdi? Sanat tarihi üzerine denemeler alt başlıgı.

Aklı fikri uçkurunda. Türk toplumunu yakalıyor işte bu akıl fikir.  

Muhsin Hoca’nın en büyük handikapı, kendini yaşamıyor gibi hissetmesi. Bunu en çok roman karakteriyim ben izleği üzerinden yapıyor.

Çoklu kişilik bozukluğu teşhisi var. Çok az kişi biliyor, devletlu tayfa biliyor, kullanıyor.

Özel imalat, kendinden olma, sonradan görme, Lâl Hanım’a havale, kullanışlı aparat.

Devletle alıp veremediği var. Şehvetine düşkün. Üzerine iki sayfa açıklama girilmiş özel kuvvetlerde.

Babası ablası eniştesi var, bu üçünden roman kurulur demiş bir yazar var, hayret ettim bu iki sayfalık açıklama metnini okuyunca demiş, yazar bozuntusu. Gün gelecek derin bir yüzleşmede eline tutuşturulacak çok satanlar listelerinde birinci olma garantili hikaye, yazacak  tabii, bozuntu çünkü o, yazar ve onun bozuntusu.

Muhsin babasının tacizine maruz kaldı. Ve bu onu mahvetti. Karardı. Tacizin en ince ayrıntısına kadar tüm detayları bedenine kazıdı ama zihninde sildi. Sildiği yerlere başka bir karakter ekledi. Bilmeden. Bilerek ekledi. O yaşında bu tecavüz, hayatını yıktı. Intihar etmek nedir bilmiyordu. Ölmek istiyordu ama. Yaşı kaç? Kaç olsa daha kötü? Zihninde silmek denen ameliye nasıl işliyor?

Babasının tecavüzüne ugrayan erkek çoçuklar, o an ölürler. Bilinç büyük evren, ölen yerlerimiz, bilinçte çürümeye bırakılıp, yerlerine yeni karakterler imal eder. Çürümüş ölü bilinçten, yeni bir karakter inşaası. Muhsin en az üç kişi. Içinde ölen birine mukabil, iki tane daha doğurdu bilinci. Babası ablasına tacizde bulunmadı hiç, ablasını başka türlü sevdi, Muhsin’i başka türlü. Ilk zamanlar bu sevme hadisesinin nasılı niçinini bilmeyen bir dimağ olarak çoçuk, farketmeden babasının yakın ilgisini değerli buldu. Bu değerli bulma, babasının onu becerdeği gün çatladı. Paramparça oldu. Öldü. Bu ölüm babasını korkuttu. Çünkü, Muhsin öldürdüğü içinden iki tane arsız ve saldırgan kişi oluşturdu. Iki defa babasına bıçak sokup sonra kendine de saplayan bir cani oldu. Babası intihar etti. Aslında Muhsin itti. Kimse bilmiyor, okuyucudan başka.

Çelikten biri olan Muhsin’in içindeki biri, diger iki karaktere hükmetmeye başladı. Muhsin zorba, zehir gibi zeki, şeytan tüylü fırlama, hayata karşı sorular sorup cevaplar alan biri oldu. Kendine zarar vermekten zevk alan, ama zarar vermeyi çok az ve rafine yapan, etrafına karşı suskun, konuştuğu zaman atarlanan, etine düşkün, şehvetine aziz, şevkatine hürmetsiz. Akademisyen olunca devasa iddialı, haylaz hoca.

Kendisini var eden yazar bozuntusuna aslında daha evvel var idim demek istediği için bu romana girmiş. Ilk romanda seksenlerde yaşıyor gibi. Şimdi ise yani şu okuduğunuz romanda daha önceleri yaşadığını söylüyor. Kim bilebilir, yazar mı? Okuyucu mu?

Ilk romanda onu yazan yazar’a bozuntu demek bana düştü, ben ki görüsü uzun olan, şimdi yazılan romanın yazıcısıyım, yazarı değilim,  yazar notlar alıp temize çekerken beni hiç kullanmıyor, ne zaman taslaktan metine geçiyor işte orada ben varım, yazıcı. Yazar ile aynı bedenin konakçısıyım, ama ben çok başkayım. Yazıcı ile yazar arasındaki kapkalın incelikte, yazarın sadece yazıcıyla içli dışlı olduğunu biliyorum. ‘-Bu yol nereye çıkar Olric? -Hiçbir yere efendimiz! -Hiçbir yer neresidir Olric? -Doğru yerdir efendimiz.’

Muhsin’in ablasının ismi Muhsine. Muhsin’e ismi sonradan kondu. Babasının ismini bilmiyoruz. Bir isim buluruz biraz ilerlesin hikaye, Muhsin’in asıl ismi Fatih. Ablası Fatih’i öldürüp Muhsin’i var etti. Var etti iddialı, isim ablası oldu. Sadece ismi verdi ve öldürmemekle aslında bir çeşit var etmiş oldu. Ama onu asıl var eden devlettir. Devlette taşaklıdır bilirsiniz.  Taşaklıysa döller de, ama Muhsin’e yapmadı. Zavallı zaten tecavüze ugramış, onun sadece zihnini belledi, dölledi.

Gerçek dile gelemeyecek kadar kötü ise, başka yollardan dile gelmeyi seçer. Devletin kötü yerleri, iyi romanların malzemesi olarak dışavurulur. Yazıcı olarak, pis işbirlikçi olmayı seçen yazara eşlik ederken kanayan vicdanı gibi duruyorum.

Muhsin, Muhsin olmadan önce asi hırçın değişkendi. Fatih olarak bir çam devirdi, ve Muhsin olmadan evvel ama çam devirdikten sonra köklü değişti. Köklü değişmesini kendi içinde yaşadı. Devletle hiçbir ilişkisi yoktu o zamanlar. Dönüştürücü eylem ablasının tepkisiydi.

Benim kızıma nasıl yaparsın? Bu soruda dönüştü. Soruların dönüştürücü gücü.

Benim kızım Nurhayat senin yiğenin, ona bunu nasıl yaparsın. Uzun bir konuşmaları var, öteki romanda.

 Yayımlanmasını istemeyen yazar bozuntusu,  belki çoktan yayımlandı da ben okuyamadım, okuyamadık, kim bilebilir? Tabii ki okuyucu bilir, yani hayal kahraman, var mı ki okuyucu? Ben yazarken okuyan da oluyorum ya, işte o an, okuyucu olan yazıcı bilmiyor diyebilirim. Okur? Yalnıza müsekkin.

Öteki roman, devletlu Celal Beyler’in malzemesini eline verdikleri, Hayret Bey’in yazar olarak göründüğü, iki üç yayınevine gönderilip red cevabı aldıgı, kendi imkanları ile ikiyüz adet basılan, ne kadarı okuyucuya ulaştıgı muamma olan ‘Tavşan Kaç’ romanı. Ikibin sayfadan altıyüz sayfaya düşürülüp sonra sekizyüz küsür sayfada karar kılınan -kült- roman.

Muhsin’i öldürme işi, kime verilse daha zevkli olur?

Neden öldürmeliyiz?

Sebepleri alt alta sıralayalım:

Ablasının kızına, kendi yiğenine tecavüz etmek.

Devlet adına üniverditede hoca olmak.

Işbirlikçi olmak.

Ablasının kızının sevgilisine tecavüz etmek. -ah zavallı Fırtına Kemal-

Eniştesi ile ilişkiye girmek, rızası ile sanki, hafifletici sebep.

En az üç büyük vukuatta insan öldürmek

Işkence ile ıslah etmek, devlet adına.

Yüz değiştirme ameliyatı olmak.

Hayalet ile, ki kendisi şairdir, mahlası Hayalet, gecelerin ebesine dadanmak.

Eşini, Gonca Nur Hanımı titizce öldürmek.

Kabuksuz lakaplı katile iş paslamak. Azmettirmek.

Devlet başlı başına azmettirir zaten.

Devlet azmettirme işini eğitim sistemi ile yapar.

Devlete tabii olmak.

Hangi sebeple bir kişiyi öldürmeliyiz?

Hangi sebep ölüme sebep olmalı?

Işte bu dediğiniz bir sebep?

Hepsi?

Hiçbiri?

Toptancı olmak yok. Bir sebep seçmeli ve nedenini açıklamalısınız.

Öldürmek istediğinizi  kendinize söylemelisiniz. Öldürmek ister insan.

Insan öldürmek ister, oldurmak istemesi kadar.

Yadsımayınız. Yüzleşiniz.

Bizim hikayemizde Muhsin’in öldüğünü bilerek hareket ediyor okuyucu. O yüzden bu metni okuyan okuyucu sen, öldürmek istemiyor gibisin, kurgu bunu gerektiriyor, düşünüp taşınıp, öldürmenin sebeplerini haklı çıkarıyorsan, ne diyelim sana da eyvallah.

Muhsin, başka romanda da bir karakter olarak geçince işler karıştı biraz. Kafamızı karıştırdılar yani. Temiz temiz heyecanı yüksek öldürme sahnelerine geçemedik.  Siz hangi romanı önce okudunuz bilemem. Ama bu romandaki kelimeleri takip eden göz olarak sen ey okuyucu, başka romanlara dalma, burada ve şimdisin. Okuyorsun. Hem de bu ilk okuman olarak tanımlanmalı sanki. Ikinci kez okuyan, yine yine okuyan okuyucu, ne zevkler var değil mi kelimeler arasında.

Işleri karıştırmak için kurguladı aslında yazar, öteki roman falan, hepsi kendi için. Oyalanma isteği için biraz daha. Anlamlı birkaç dakika daha kazanma arzusu. Sıkıntısına çare kelimeler. Okuyucu sen de biliyorsun, seni daha çok şiir okurken hayal ediyorum ama, işte burada kelimelerle karşı karşıyayız madem, buraya bu romana düştün sen de benim gibi. Bu düşkün halimizle birbirimizin ikiyüzlü haline tanığız. Pardon pardon sen ikiyüzlü değilsindir. Ben öyleyim ama. Sen de biliyorsun ki şiir okuyarak hayal edilen okuyucu, sıkıntı, bizi biz yapıyor. Kalleş okuyucu, kardeşim benim, nuruaynım, gözümün içi, sıkıntıya çare var mı ki?

Var bana göre, bana göre var. Yazmak, şu an için yazmak. Okumak her an için. Labirent gibi olan hikayeye girip, girdabına kapılıp kaybolmayı, ve uzun zaman çıkamamayı istiyorum. Seni de bu isteğimin peşine takıyorum, sen benden bir nebze daha özgürsün, okumadıgın an girdap gibi şeyler yok oluyor. Okumaya devam ettikçe meşgale de devam ediyor, sıkıntına çare böyle oyunlar değil tabii ki. Ama ben buralara kadar düştüm.

Sen ey okuyucu.

Şiir okurken hayal edilen okuyucu, romana düştün işte. Roman okurken seni çok beğeniyorum. Sen ki şairane bakan gözsün. Romanı sen okurken, kelimelerim şiir gören gözlere değiyor diye mutluyum. Şiiri romandan üstün görmek değil meselem. Şairane tavrı bilen okuyucuyu daha sevmemden ötürü. Ben roman yazıyorum, ki bunu çok severek yapıyorum. Bunu severek yapıyorsam okuyanını da çok seviyorum. Çünkü ben okumaktan zevk alacagım şeyler yazıyorum. Zevk almak, ne salakça değil mi okuyucu, okumak için mazeret bile olabiliyor. Zevk veren şeyler listesinde okumayı koymak, boş işler listesi birinci madde.

Sahi neden okuyorsun okuyucu? Sıkmadı mı bu kadar bıdı bıdı? Tam can sıkıntısına iyi gelmek için yazarken ben? Bıdı bıdı ya düşerek sıktım seni. Sıktım sizi de diyebilirdim, ama o kadar içimi açmışken sana, sizli bizli konuşamayız artık. Ben mesafelerden yanayım yine de. Yan yana geleceksek, okur kitap yakınlıgı kadar olmalı. Imza günlerinde bile benim yanımda olmanıza tahammülüm yok benim. Ben sana sen diyebilmek için yazıyorum bunları, yazıyorum çünkü yanımda olmanı istemiyorum. Yanımda olursan yazamam. Yazmam. Uzagımda ol, ve senli benli olalım. Sizli bizli yazarların işi imza günleri.

 Siz sayın okuyucu imza gününde beni görmeye gelen, ciğerimi biliyorsun, karalarımızı gösterdik diye acımanı izleyemem.

 Sen okuyucu imzaya ne gerek değil mi ama? Benzerim benim, kalleş ikiyüzlü okuyucu. 

Içimi dökünce ne geçti ki elime? Hiç.

Dökmesem ne geçecek? O da hiç.

Sana Muhsin’in nasıl öldüğünü anlatmak istemiyorum. Öteki romanı okumuş olmanı daha çok önemsiyorum. Buraya başka türlü bir ölüm yazmak gelmiyor içimden. Öteki romandaki ölüm tarzına bambaşka bir bakış açısı getirmek istiyorum. Hem o romanı boşa çıkartmayacak, hem de okuduğun romanı şahikalarda yaşatacak. Yaparım bilirsin.

Muhsin aslında ölmedi. Sil baştan başla. Bu romandaki ölümü ile daha iyi bir ölüm olacak. Ölümlerden ölüm begenemiyorum. Bu arada benim roman karakterim Muhsin, öldürebilirim. Ölmesi gerek. Ben bir sebep biliyorum ve bunu size vaaz edeceğim. Tanrı yazar, tanrı tanımaz okuyucuya hükmeder. 

Nasıl öldü bu kitabın karakteri olan Muhsin?

Ölüm gerekli mi? Lâl Hanım ile nereden tanışıyorlar?

Ahraz’a kurulan sahte hapishanede ne görevi vardı?

Ahraz ile ne konuştular?

Hadi beraber yazalım mı okuyucu?

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *