-Belki de kıyamet kopmuştur o zaman.
-Biliyor musun, kıyamet o vakit koptu.
-Gak!
“Kunst eşittir sanat, stoff eşittir malzeme. Kunststoff da “sanat eseri” mi demek şimdi. Yo, bildiğin plastik işte.”
-Gak!
-Sus lan, dinozor soyu!
-Soyuma küfretme, açarım ağzımı.
Gördüğü bir ifrit olabilirdi ama gölgesi insan gölgesine benziyordu.
“Dünyanın altını üstüne getirip, petrolden ürettiğimiz, sonra üzerine oturmak için geliştirdiğimiz sanat eserine de bak hele”
-Bu dünyaya uygun değilsiniz, görmüyor musun? Kıyametten sonraki cehennemde yaşıyorsunuz siz. Ve o cehenneme layık zebaniler olmak için yer sıçanlarından ürediniz.
-Amma da kindarmışsın ha!
-Gak!
-Sen benim kinime layık bir varlık değilsin. Dinlersen, hakikatten haber vermeye geldim sana.
-Gak!
-Hakikatin kendini söylesen olmaz mı?
Yo, dinozorken petrol, petrolken plastik, plastikken sandalye olan bu avatarın ruhu geri gelmişti besbelli.
-Gak!
-O çok övündüğünüz “düşünme” eylemini kelimeler, o da anlayabildiğiniz bir dildeki kelimeler olamadan gerçekleştirebilir misin? Şeylere, onları insanlaştırmadan bakabilir misin? Hayır! O vakit nedir sendeki hakikat arayışı! Vahyi İbraniceye, Arapçaya çevirmeden okuyamayan; bu çevirilere “kutsal” diyen, sonra o kutsallar uğruna birbirini doğrayan varlıklardan ibaretsiniz.
Elindeki tek süper gücü “sezgi” dediği şeydi ve konuşan bu dinozorun haklı olduğunu seziyordu.
Gak, Gak!
O göktaşı düşmeseydi
Dinozor, dinozor olarak kalaydı.
Gak!
Yer sıçanı kuytularda kalaydı.
Gak!
Gölgeyi hakikat belliyorlar.
Gölgesi olmaz hakikatin
Gak
Hakikaten var mı ki!
Hakikat var mı ki
Gak
Dinozorlar ölmeseydi ya da kargaya dönmeseydi; sen çıkamazdın kuytulardan.
O göktaşı kopardı kıyameti.
Kıyametten sonraki cehennemde yaşanıyor.
Gak!
Cehenneme layık zebaniler hakim dünyaya. Öteki dünyaya…
Öteki dünyaya!