Gülsüm / Beyruha

Gülsüm..

Henüz 30 lu yaşlarda gencecik bir kadın. Her kadın gibi geleceğe dair planları olan, içine çeke çeke hasret kaldığı evlat kokusu için, bedenine yerleşen davetsiz misafirden kurtulmaya çalışan bir eş. İncinmeyi incitmeye tercih eden bir arkadaş. Annesine her nazar ettiğinde kirpiğinin ucunda münzevileşen yaşa yoldaş.

İmkansızın bile mümkün olduğu her musibetin kahramanı olan insan, o insanlardan biri Gülsüm. Çok kısa bir sürede tanımıştım onu. Bir iftar sofrasında yan yana oturunca hayatımın bundan sonrasında daima var olacağını nerden bilecektim?

Gülsüm gelmeden gelmişti haberi. “Kanser. Kendisini iyi hissederse gelecek. Durumu iyi değil” Bütün sebeplerin tükendiği, işin Allah’a kaldığı bir emsaldi Gülsüm. Merakla bekledim. Aklımda bir sürü hesapta olmayan plan. Onun rahat etmesi lazımdı. Onun huzur bulması lazımdı. Hem belki bu gece edeceğimiz dualar onun şifasına vesile olacaktı. Masa kuruldu. Misafirler 1-2 derken Gülsüm geldi. İçimde garip bir his. Daha önce hiç hissetmediğim

“Ama çok genç. Hiç hasta gibi de değil. Allahım hiçbir sözüm onun gönlünü kırmasın ne olur?”

Daha önce aldığım bilgiler doğrultusunda sadece elimi uzatıp “hoşgeldiniz” dedim. Bir hamleyle beni kendine çekip sarıldı. Herkes şaşırdı, ben şaşırdım. Annesinde telaş. Zira olmaması gerekiyordu. Zira küçücük bir mikrop bile ona dokunmamalıydı. Zira yasak olan ne varsa yasaktı işte.

İftar zamanı yaklaşmıştı. Hemen masaya geçtik. Yanıma oturdu Gülsüm. Annesiyle arama. Göz ucuyla seyrediyordum onu. Düşünceli, halsiz. Bir ara dönüp bana baktı

“Size bir soru sorabilir miyim?” dedi. “Rabbim soracağı sorunun cevabından emin kıl” beni duası eşliğinde “elbette sorabilirsiniz” dedim. Hayatımın bundan sonraki her anında kafamın içinde dönen ve bana haddimi bildirecek bir dersin, dert gibi sorusuydu gelecek olan

“- Kiminle ne hakkım varsa oturdum liste yaptım. Aklıma gelen herkesi yazdım. Sonra hepsiyle helalleştim. Ama…” dedi durdu

“- Ama gıybetler mi?” dedim bilmişçe.

“- Hayır onlarla da helalleştim” dedi. Kafamın uyuştuğunu hissettim. Nasıl bir insanla karşılaşmıştım ben?

Yüzüme bakmadan

“- Hırsızlık” dedi ve hemen devam etti

“- Hani küçükken ağaçlardan meyve çalardık. Sahibinin izni olmazdı ama o meyveler de çok tatlı gelirdi. Gider gizliden koparıp yerdik. Şimdi benim vicdanımı rahatsız ediyor. Ne yapacağımı bilmiyorum” dedi. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. Küçükken yediği meyvelerin ızdırabını çeken bir kadınla konuşuyordum. Büyükken işlediği günahlardan dolayı akıbetinden endişe etmeyenler güruhundan biri olarak

“- Gülsüm, ağacın dalları bahçe dışında mıydı? Onlardan mı kopardın?” dedim.

“- Evet onları daha çok. Ama içerden de galiba. Tam hatırlamadığım için içim yine de rahat değil”

“- Peki kaç yaşlarındaydın?”

“- Küçüktüm daha. Büluğ çağına bile ermemiştim”

“- Mesul değilsin ki. İçin rahat olsun” dedim. İçi rahat olmadı.

” – Yapamıyorum. Gece aklıma geliyor” dedi zamanın en sinsi ve hoyrat yaşantılarını tokatlarcasına. Nasıl içini rahat ettireceğimi bilemiyordum

“- Sahipleri yaşıyorsa helallik alsan”

“- Nasıl olacak ki? Allah bilir nerede olduklarını. Vakit çok kısa”

Kalbimden vurulmuştum sanki..”Vakit çok kısa” cümlesiyle.

Sahi neydi yaşamak? Doğarken aldığın, ölürken verdiğin iki nefes arası mı? Doğarken sessizce kulağına fısıldanan ezan ile ölürken tüm aleme ilan edilen sela arası mı?

Yemeği bırakmıştık. Aklıma oracıkta bir fikir gelmişti

“- Gülsüm o zaman sadaka ver”

Şaşkınlık, sevinç ve heyecan arası bir ses tonuyla

“- Sadaka mı?” demişti.

“- Evet sadaka. Yediğin meyvelerin karşılığı olarak onların sahibinin adına sadaka ver. Ve af dile Allah’tan” derken halime acıyordum aslında. Ve kendi haritamı da çiziyordum.

“- Kabul olur mu peki?” dedi gülümseyerek.

“- Allah rahmeti, merhameti sonsuzdur. Ben kabul edeceğine inanıyorum” dedim. Sevindi. Herkes yemeğini neredeyse bitirmişti. Gülsüm de.

Annesi sofrayı toplarken yanıma geldi.

“İlk defa bu kadar yediğini gördüm” dedi sevinçle. Belki de Gülsüm iyi olacaktı. Namaz, Kur’an ve dua derken bitti gece. 

Gülsüm hassasiyetiyle mihmandarım, Gülsüm gönülden gönüle arkadaşım, Gülsüm adını belki kıyamet kopsa bile asla unutmayacağım.

Vermişti dersimi. Bir çizgi vardı. Ve o çizgi şüpheye yer bırakmayacak kadar önemliydi. Aradan 15 gün geçmişti. Günlerden Kadir Gecesi. Sabah arkadaşım aradı ağlayarak. “Gülsüm” dedi “gece vefat etmiş”

Hemen evine koştuk. Annesi ağlayamıyordu bile. Odanın ortasında henüz kaldırılmamış tabutu. Buz kestim sanki. İşte orada varlığın yok olduğu ve hesabın başladığı noktada duruyordu. Aramızda mıydı? Bizi görüyor muydu? Dokunuyor muydu omuzlarımıza? Sesleniyor muydu bize? Gülümsediğini hissettim bir ara. Annesinin elini tuttum

“- O asıl şimdi çok iyi. Göremeyeceğiz ama artık acı çekmeyeceğini biliyoruz inşallah”

Annesi hastalık dönemini anlattı. “Of” bile dememiş. Şikayet etmemiş. Nasibine razı olmuş. Sonra “bu ramazanda ilk hatmini bitirdi. Ama ikinci yarım kaldı. Okusak mı?” dedi. Okuyalım elbette dedim

“- Okuyalım. Başka neyimiz kaldı ona yetişecek?”

Uzanan Kur’anda Gülsümün kaldığı yeri açtık. İpin durduğu yer “Tevbe” suresi.

“…Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir(Tevbe/5)”

“De ki: “Allah bize ne yazmışsa başımıza ancak o gelir, O bizim mevlâmızdır.” Müminler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar(Tevbe/51)”

Taziye için gelenlerle bir anda 2. hatim de bitiverdi. Aylardan Ramazan, günlerden Kadir. Vefatıyla bile insan hayra vesile oluyormuş işte. Bir müddet sonra kalkmak için müsaade istedik. Tabut yerde. Gülsüm içinde. Belki ruhu hemen yanımızda. Belki gülümsüyor. Annesi kapıya kadar eşlik etti. Tam çıkacakken “biraz bekler misiniz?” dedi. Az sonra elinde bir miktar para ile geldi. Anlattı;

“Dün çok iyiydi. Hatta iyileştiğine inandım neredeyse. Yemeğini yedi. Kur’an okudu. Namazını kıldı. Sonra beni yanına çağırdı. Yatağına oturdum. Cüzdanından bu parayı çıkardı. “Anne bunu arkadaşlarım gelecek onlara verirsin” dedi. “Kızım dursun kendin verirsin” dedim dinlemedi. Benim vermemi istedi. İçime bir ateş düştü ama konduramadım da. Gözlerime baktı.

“Anne hadi şehadet getirelim” deyince artık dayanamadım. “Kızım ne olur yapma böyle” dedim.

“Anne ağlama. Şimdi şehadet getirelim ne olur seslice” deyip bana sımsıkı sarıldı. Tir tir titriyordu. İkimiz aynı anda sesli sesli, ağlayarak şehadet getirdik. Sonra ruhunu teslim etti” dedi ve tekrar hıçkırarak ağladı teyze.

Bitmiştim artık. Arkadaşıma baktım o da aynı haldeydi. Teyzeye sarıldık. Başka ne yapılabilirdi bilmiyorum. Biraz sakinleşince elindeki parayı uzattı şaşkın bakışlarımızı farkedince “meyve parası” dedi.

“Hani Gülsüm küçükken yediği meyvelerden dolayı vicdan azabı çektiğini söyleyip bunun helalliğini sana sormuştu ya. Sen de sadaka ver demiştin. Gülsüm’ün dün gece “arkadaşlarım gelecek. Onlara verirsin” dediği para bu. Siz kime verirseniz verin” dedi. Daha da duramadık orada. Teyzeyle vedalaşıp kendimizi bir parka attık. Elimizde Gülsüm ‘ün son parası, Gülsüm’ün son nefesi, Gülsüm’ün son sadakası, Gülsüm’ün gönül rahatlığı. Kendimize mi ağlayalım, bu dünyadan göçüp gidene mi?

Bildiğim bir şey varsa hayat ve ölümün o nefes kesici noktasında “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz” e insan defalarca şahit olabiliyor. Ve aynı noktada öldüğü gibi dirilmenin de işareti veriliyordu

Gülsüm’ü ben iyi bildim. Akıbetini ise Allah bilir. Dilerim Rabbi Rahim onu Firdevs’i ile mükafatlandırsın. Bizleri de bütün kulluk borçlarını ödemiş olarak huzuruna kabul etsin(Amin)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *