Güven / Sukheila Gulshen

Üç yavru civciv yumurtalarından yeni yeni çıkmaya başlamışlardı. Büyük bir gayretle minik gagalarını yumurta kabuğuna vuruyor, ancak güçleri yetmediği için ancak üç dört darbe vurunca bir çatlak meydana getirebiliyorlardı. Yine de pes etmediler ve kabuğu boydan boya kat eden bir kırık oluşturmayı ve yumurtadan çıkmayı başardılar. Üçü de yumurtalarından çıktıktan sonra onları bekleyen anneleri olacağını düşünmüşlerdi ama gördükleri ilk şey karşılarında bulunan 23-24 yaş aralığında genç bir kızdı. Genç kız, üçüne de o kadar güzel gülümsüyordu ki üç yavru civcivin güvenini hemen kazanıvermişti. Genç kız civcivlerin üzerlerinde kalan küçük yumurta kabuklarını büyük bir dikkatle aldıktan sonra onları sıcak tutabilmek için kumaş bir beze sarmıştı.

Yavaş yavaş günler ilerlemiş, kışın sert günleri geçmiş, civcivler büyümeye başlamıştı. Günler geçtikçe civcivlerin tüyleri çıkmıştı. Artık kendi aralarında koşup oynayabiliyorlardı. Onları en çok mutlu eden de anne diyebilecekleri bir sahiplerinin yanlarında olmasıydı. Her gün onlara sımsıcak gülümsüyor, sıcak tutuyor, yem veriyor, onları gittiği her yere götürüyordu. 

Bir sabah yine güneşin ilk ışıkları ile uyanmışlar, neşe içinde bahçede koşuşturuyorlardı. İşte sahipleri elinde bir tabak yem ile gelmiş ve yemleri yere serpmişti. Civcivler yeme doğru koşarken o da tebessüm etmiş ve oradan ayrılmıştı. Evet çok iyi bir sahipleri vardı her şey bir yana kendilerine gülümsüyordu ya bu onları adeta eritiyordu. Büyük bir iştahla yemleri yerken birden çitlerin üzerine tünemiş bir şeye gözleri ilişti. Periler kadar güzel bir kumru onlara bakıyor ve vah vah diyordu. Önce oralı olmadılar. Ancak kumru tünediği çitten uçarak yanlarına kondu. Yerde biraz önce sahipleri tarafından serpilmiş buğday taneleri olduğu halde, onlarla ilgilenmeyip:

–           Ne kadar da mutlusunuz keşke böyle devam etse… Dedi.

Civcivler buna bir anlam verememişti. Kumru bir müddet durduktan sonra devam etti.

–           Sahibiniz ne kadar da iyi birisi değil mi?

Civcivler:

–           Elbette o dünya tatlısıdır. Keşke herkes onun gibi olsa. Dediler.

Kumru:

–           Ya her şey göründüğü gibi değilse. O zaman ne yapacaksınız? Diye sordu.

Onlar da:

–           Ne demek her şey göründüğü gibi değilse? Diye meraklandılar. Civcivlerden birisi kumruya:

–           Sen kimsin? Burada ne arıyorsun ve bize ne demek istiyorsun? Diye sordu.

Kumru:

–           Adım önemli değil kumrulardan bir kumruyum işte. Yaşımı ise hatırlamıyorum bile. Sizlerden farkım Allah’tan bir sahibim yok. Özgür olarak gezer dolaşırım. Bazen karnım doyar bazen aç yatarım. Ama kimsenin elinden bir şey dilenmem. Eğer bir sahibiniz varsa unutmayın sizinle boş yere ilgilenmez, sizi bir faydası olmazsa beslemez. Dedi.

Civcivler iyice şaşırmış ve

–           Ne demek istiyorsun? Ne demek sahibin faydalanması? Saçmaladın iyice! gibi. Sözler söylemişlerdi.

Kumru devam etti:

–           Bakın burada başka tavuklar da vardı? Nerede onlar? Diye sordu.

Civcivler:

–           Onlar başka çiftliğe gittiler. Orada daha mutlu bir şekilde yaşıyorlar dediler.

Kumru bir an duraksadı ve

–           Acaba? Dedi.

Civcivler:

–           Ne demek istiyorsun açık konuş dediler.

Kumru

–          Anlamıyor musunuz? Sizler hepiniz kölesiniz. Sahibiniz sizleri etiniz, tüyleriniz ve yumurtalarınız için burada tutuyor. Önce sizlerin yumurtalarınızı kullanacak, belki de yumurtalarınızı başkalarına başka şeyler karşılığında verecek. Sonra sizi kasaphane dedikleri yere götürüp satacak. Onlar da sizi kesecek, etlerinizi ve tüylerinizi kullanacaklar. Yani size her gün yem veren sahibiniz aslında sizin en büyük düşmanınız. Onun size bakıp gülümsemesi ise sizi sevdiğinden değil, sizlerin gün be gün semirip şişmanlamanız karşısında kazanacağı parayı düşünmesinden. Dedi.

Civcivler bu sözlere çok bozulmuşlardı. Ne demek kendileri aptal mıydı? Hem her gün kendilerine şefkat gösteren, gülümseyen, hastalandıklarında sıcak tutan, acıktıklarında yem veren ve adeta kendilerini eritircesine sımsıcak bir şeklide gülümseyen sahipleri onları nasıl satabilirdi? Yavruları hükmünde olan yumurtalarını nasıl yiyebilir, nasıl başkalarına bir şeyler karşılığında verebilirdi? Hayır böyle bir şey olamazdı. Birden birbirlerinin gözlerine baktılar. Evet hepsi aynı şeyi düşünüyorlardı. Kumru yalancı ve fitne bazın tekiydi. Onların huzurunu kaçırmak, dünyalar iyisi sahiplerine karşı düşmanlık içinde olan bir düzenbazdı. Bir birilerinden güç alarak kumruya:

–           Sen yalancının tekisin. Defol git buradan. Sen kim oluyorsun da bizim sahibimize, efendimize laf söylüyorsun. Diye çıkıştılar. Kumru birkaç adım geri attı ve civcivlere:

–           Ben sadece sizleri sadece uyarmak için geldim. Daha öncekilerin başlarına gelenlerin sizlerin başına gelmesini istemedim. Sizi uyarmak ve uyandırmaktan başka bir niyetim yok. Bundan bir çıkarım olmadığı gibi sizden bir ücret de istemiyorum. Dedi.

Civcivler:

–           Bak hala konuşuyor! Defol git buradan! Yalancı! Hain! Düzen baz! Münafık! Diye bağırdılar ve kumrunun üzerine yürüdüler. Kumru kanatlarını çırparak havalandı ve yükselirken de:

–           Beni yalanlamanız, yalancılıkla suçlamanız ve kovmanız başınıza gelecek felaketi sizden uzaklaştırmayacak! Yazık sizlere! Dedi ve uzaklaştı.

Civcivler o gece uyuyamadılar. Evet, kumrudan ve onun söylediklerinden çok rahatsız olmuşlardı. Sabah olunca ürkek ürkek bahçeye çıktılar. İşte güler yüzlü sahipleri yine gelmiş, tebessüm ederek kendilerine bol bol yem vermişti. Evet, evet, kesinlikle kumru yalancı birisiydi. Böylesine gülümseyen, kendileriyle ilgilenen birisi nasıl kötü olabilir? Diye düşündüler. Günler geçtikçe bu olayı unuttular. Her zamanki gibi yaşamaya başladılar. 

Aradan biraz daha zaman geçmişti ve artık yavru civcivler iyice büyüyüp tavuğa benzemeye başlamışlardı. Ama bu durum onları her zaman destekleyecek sahiplerinin olmayacağı anlamına gelmezdi. Çünkü biliyorlardı ki ilerde kendi yumurtaları da olacaktı ve bu güzel sahipleri onlara da kendilerine baktığı gibi bakacaktı.

Yavru civcivler artık tavuk olmuştu. Sahipleri onların her ihtiyaçlarını karşılamaya devam ediyor hiçbir yılgınlık ve bıkkınlık belirtisi göstermiyordu. Onlar da sahiplerinin ne ihtiyacı varsa onu karşılamaya kendilerini hazır hissediyorlardı.

Tavuklar artık kendi yumurtalarını yumurtlamaya hazırlardı. Elbette hiç endişelenmemişlerdi. Yumurtalarının başlarına kötü bir şey gelmeyeceğinden kendileri kadar eminlerdi. Kısa bir süre sonra bu üç tavuk da ilk defa yumurtlamıştı. Sahipleri yumurtaları alarak evine götürmüş, yumuşak ve sıcak bir bezle üstlerini örtmüştü. Aradan günler geçmişti tavuklar artık sürekli yumurtluyorlardı ve sahipleri yumurtaları bir sepetin içine koyup, üzerlerini sıcak kalmaları için bir bezle örttükten sonra evine götürüyordu. Elbette kuluçka dönemi gelince sahipleri yumurtaları geri verecekti. Bundan kimsenin şüphesi yoktu.

Bir gün sahipleri yanlarına gelmişti. Yanında büyükçe bir kafes vardı. Tavuklara onları daha önce hiç götürmediği bir yere götüreceğini, ancak yolda zarar görmemeleri için bu kafese girmeleri gerektiğini söylemişti. Tavuklar hiçbir endişe duymadan kafese girdiler. Sahipleri kafesin kapısını kapatıp sürgülemiş ve arabaya koymuştu. Bu üç tavuk heyecanla nereye gideceklerini merak etmeye başlamışlardı. Yolculuk çok da uzun sürmemiş ve araba durmuştu. Sahipleri onları arabadan kafesle beraber dışarı çıkardı. Geldikleri yer sahiplerinin gerçekten de onları daha önce hiç götürmediği bir yerdi. Kapının girişinde kocaman harflerle KASAPHANE yazıyordu. Sahipleri, kendisini kapıda onları karşılayan gence kafesi teslim ettikten sonra bir miktar para almıştı. Bu üç tavuğu satın alan genç kafesi açmış ve hızla bir tavuğu boynundan tutup çıkararak tezgâha yatırmış ve elindeki bıçakla daha tavuk bir şey anlamadan onun kafasını kesivermişti. Bu sırada diğer iki tavuk olan bitenden dehşete kapılmış ne yapacaklarını bilemez hale gelmişlerdi. Sonra genç adam seri bir hareketle ikinci tavuğu alıp, ona da aynısını yapmıştı. Sıra üçüncü tavuğa geldiğinde, o da sıranın kendisinde olduğunu ve aynı şeyleri yaşayacağını anlamıştı. Onun ölümünü izleyecek olan sahibine acı gözlerle bakıp çırpınmaya başlamıştı ama sahibinin yaptığı hiçbir şey yoktu. Evet kumru doğru söylemişti. Keşke onun sözünü dinleselerdi. Keşke çiftliğe gidip diğer hayvanları uyarabilseydi. Ama artık çok geçti. Genç adam, kafesin kapısını açıtı ve küçük bir mücadeleden sonra son tavuğu da yakalayarak dışarı çıkardı. Sonra onu da tezgâha yatırıp eline bıçağını aldıktan sonra, üçüncü tavuk, neden yumurtadan çıktığında annelerinin yanlarında olmadığını anlamıştı ve korktuğu şey de aynı şeylerin kendi yumurtalarının ve civcivlerinin de başına gelmesiydi. Acaba kumru tekrar gelip onun yumurtalarından çıkacak civcivleri uyaracak mıydı? Acaba civcivleri kumrunun uyarılarına kulak asacaklar mıydı? Evet kendilerini köleleştiren sistemin konforunun esiri olmuşlar, gerçeği görememişlerdi. Ah! ne olurdu? Bir kez daha o şans kendine verilseydi? Eyvah hayatım, her şeyim elimden gidiyor, eyvah yavrularım bu sistemde tutsak olarak dünyaya gelecekler ve bu gerçeğin farkına belki de varamadan göçüp gideceklerdi. Acaba kumru onları uyarabilecek miydi? Acaba onlar kumruya inanacaklar mıydı? Tavukcağız bu duygular içindeyken keskin bir acı hisseder gibi oldu, ağzını son bir kez açarak nefes almaya çalıştı ancak o sırada gözleri kapandı… 

Bütün bunlar olup biterken kasaphanenin penceresi önünde kumru olan bitenleri izliyor ve onların hallerine üzülmekten başka elinden bir şey gelmiyordu. Evet kendilerine gelen uyarıcıyı yalanlamışlar ve en büyük düşmanlarını dost bilmişlerdi. Şimdi ise bunun cezasını en acı bir şekilde çekmişlerdi. Kumru artık orada daha fazla duramadı ve yükselerek uzaklara gitti.

Sukheila Gulshen

One thought on “Güven / Sukheila Gulshen

  1. Çok güzel olmuş, kaleminize sağlık. Aslında bu hikâye bize her dönem yaşanan olayları anlatıyor…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *