Çekememezlik ve buna bağlı olarak tezyif ve tahkirin kol gezdiği şu zaman-ı menhustan sıyrılıp biraz geçmiş asırlara yani güzel insanların çağına kadar gittiğimizde, rekabetin bile bir letafet ve zarafet içerisinde, muhatabına hürmet göstererek yapıldığına şahit oluruz. Gelin, şimdi bu cümleden sayılabilecek bir vakanın yaşandığı Fatih dönemine gidelim ve Ahmed Paşa’dan bir beyit okuyalım;
“Destimi kessen kalır dâmen-İ lûtfunda elim
Dâmenin kessen elimde kalır lûtfun dâmeni.”
Yârin lütuf eteğini öyle tuttum ki, elimi kesseniz elim etekte durmaya devam eder. Eteği kesseniz de tutmaya devam edeceğim demeye gelen bu beyte, gerçek ismi İsa olan şair Necati manaca çok yakın şu beyti söyler;
“Şöyle muhkem tutayın aşk ile dildâr eteğin
Ya kat’ edeler destim ya keseler yâr eteğin.”
Beyit, “Öyle sıkıca tutayım ki yârin eteğini, bizi ayırmak için ya elimi kesmek gereksin ya da eteği.” manasına gelmektedir ve kısa zamanda o zamanın şiir meclislerinde sıkça münakaşa konusu yapılıp hangi beytin daha güzel olduğuna karar verilmeye çalışılırmış.
Gel zaman, git zaman Ahmed Paşa rahmet-i Rahmana kavuşmuş lakin zaman zaman onun yazdığı beyit ile Necati’nin yazdığı beytin bahsi sürüp gider olmuş.
Yine böyle bir muhabbetin yapıldığı bir meclise denk gelen şair Necati’ye yazılan iki beyitten söz edilip, kendisinin mi yoksa merhum Ahmed Paşa’nın yazdığı beytin mi güzel olduğu sual olunmuş. İsraf-ı kelamdan müstağni olan Necati, şaire yakışan bir edayla yine bir beyitle cevap vermiş, kendisini öveceğini düşünen hazır bulunanlara ve şöyle söylemiş;
“Necati’nin dirisinden ölüsü Ahmed’in yeğdir
Ki Îsâ göklere ağsa yine dem vurur Ahmed’den”
Necati’nin gerçek isminin İsa olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra, beytin telmihle süslenmiş kutsi ve derin manasına geçelim. Necati, merhum Ahmed Paşa’nın üstünlüğünü ortaya koyduğu beyitte şöyle demektedir;
Ahmed’in ölüsü, Necati’nin dirisinden yeğdir, üstündür. Zira İsa göklere ulaşsa da Ahmed’den dem vurur. Necati, birinci beyitte Ahmed Paşa’nın üstünlüğünü açıkça ifade ettikten sonra buna gerekçe olarak da Hz. İsa’nın (as.) Allah cc tarafından göğe yükselmiş olmasına karşı, ismi İncil’de Ahmed olarak anılan Peygamber Efendimiz’in ümmetinden biri olma duasını göstermektedir. Bu zerafet, bu letafet ve bu tevazu karşısında hayran olmamak, bu iki güzel insanı rahmetle anmamak mümkün müdür?
Hâsılı, her şeyin kuru bir enaniyet ve bencillik davasından ibaret olduğu, kimsenin kimseyi beğenmeyip sadece eleştiriye kilitlendiği şu devirde, bu tür zamanı aşan mana ve ibret dolu hatıraları bize miras bırakan bu kıymetli dostlardan öğreneceğimizi çok şey var. Ne mutlu o insana ki, bu hazinelerden hissesi ziyade ola.
Münakaşası yapılan beyitlere farklı zaviyeden bakacak olursak, sevgilinin eteği peşinde koşan iki hercai aşığın feryadının ötesinde, Allah’ın (cc) lütuf kapısında sadakatle durup, el açan ve tüm sıkıntılarına ve engellemelere rağmen sabredip, bulunduğu konumu koruyan iki sadık bendenin arz-ı hali gibidir. Bu haliyle bile beyitler, Mus’ab bin Umeyr’e atfedilen “Rıza yolunda biraz cefa gördük diye, Rahman’a naz mı edeceğiz?” sözünün de farklı bir yorumu gibi durmaktadır.
Fadi Kılıçzade
tebrik ederim güzel yaklaşım.. devamla