En süflisinden en mukaddesine kadar içine düştüğümüz hazlar çemberinin en dip köşesinden gelen
yaratılış ayarındaki “öz beni” yutan haz hırıltılarını; sürgülü kapıdan dışarıya kovmak istiyorum. Dilime
dolanan “Hazzını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” sözüne aldırış ederek yeni doğan günü
penceremden içeriye buyur ediyorum bu sabah.
Korkmayın! Korkmayın!
“Hazlar” üstünden nasihat edecek değilim.
Hatta;
Gafleti isteyecek kadar ateşli hazlar çilesine tutulmuş olma ihtimalini idrak etmeni de
beklemeyeceğim.
Sanal alemin hazları ile gerçek alemin hazlarını karşılaştırmaya da niyetim yok.
Dengesiz hazlar çemberi içinde günleri devirdiğimizi, çoğunlukla da ziyanda olduğumuzu hatırlatacak
da değilim.
Manevi hazlara karşı maddi hazların kısa sürdüğünü ispat etmeye gücümün yeteceğini de
sanmıyorum.
Nefsin hazırdaki bir parça hazzını geleceğin koynuna saklanmış binlerce hazza tercih etme ahmaklığını
da yüzüne haykırmayacağım.
Anlık hazların peşinden koşmanın neticesinde acı varsa mutluluk oradan uzaklaşır demek de
istemiyorum.
İçtikçe susayan susadıkça içilen deniz suyu misali hazların kısır döngüsünden de dem vurmayacağım,
Dünya aleminin müdavimlerinden misin sorgulaması da yapmayacağım.
Hedonistçe zevk alışları da kastetmiyorum.
…
Eee öyleyse;
Ne demek ve ne yazmak istiyorum?
Hazlarımızla yüzleşip onlarla barışmayı, yasak olmayan hazlarımızın başını okşayıp, onları sevmeyi ve
hakkettiği değere ulaştırmayı istiyorum. Aynı zamanda boğmaya çalışmadan, kuluçkaya yatırmadan
hazlarımızın yüzünü hayra çevirmeyi teklif ediyorum. “Haz” deyince de illaki bizi bizden uzaklaştıran
hisler yumağı da gelmesin aklınıza. Anın getirdiği hislerle söyleyiverdiğim “Hazzını söyle sana kim
olduğunu söyleyeyim” sözü eşliğinde ömrümüze yön veren hazları gözden geçirmeyi istiyorum. Ayrıca
unutulan ve bizi dinginleştirecek olan yüksek bir hazza dikkatleri çekmek istiyorum. “İnsan doğasının
aradığı en yüksek haz; ruhsal denge ve ruhsal sükunetmiş.” Ne de çok ihtiyacımız var değil mi ruhsal
denge ve sükunete. Kendi rızamızla bozduğumuz dengemizi sükûnete erdirmeye. Dinginleştirmeye.
Zamanın istilasını durdurmaya. Ara neslin zamane illetlerinden ilaçsız kurtuluşa ermeye. Endişeler
yumağı içindeyken ilahi sevk edilişle hurma ağacının altında yüklerinden kurtulan Meryem gibi ilahi
korunma hazlarını yaşamaya. Kaynayan yüreğini dindirmek için ilahi emirle Meryem’ce susma
orucuna niyetlenmeye. Çare olarak teslim olmanın, sabra sarılmanın, sığınmanın yoğun hazzı için
imsak vaktinde inşirah çeşmesinin başına geliyorum. Eriyen zamanın beni daha fazla eritmesine izin
vermeden hayatı yavaşlatma kararı eşliğinde inşirahı yudumluyorum. İçtikçe içiyorum. Sanırım adımın
hakkını vermeye susamışım. Sanırım adaşımla kader birliğine erip Meryem’ce duruşun meyvelerine
talibim. Sanırım Meryem’in yükünü kaldıranın benim de yüklerimi kaldırmasına ihtiyacım var.
Sanırım…
…
Meryem’ce sükunete erme arzusunun hazzıyla Meryem’ce yaşamayı inşirah ile yakınlaştırıyorum.
İnşirah;
Hisleri genişleterek yüzünü hayra çevirmenin motivasyon kaynağı.
Öncelenen nefsi alt etmenin verdiği hazzın kapısı.
Nazarı zaferden sefere çevirmenin anahtarı.
Göğüsün genişliği ile kalbi ferahlığın yolu.
Sadrın genişleyip iç açılması.
Negatifliklerden arınma kurnası.
Güdük hayat tercihinde bulunmamak için yolun emniyet kemeri.
Mekânı uzak zamanı ileri olan alemin mutluluğunu şimdinin hazzına mahkûm etmemek için
gösterilecek olan sabrın selameti.
En nihayetinde de;
Her zorluğun peşinden gelecek hayrı bekleyen peygamber ile kulluğun paydasında; sükûnete erme
hazdaşı olma makamı.
…
Bu hislerimle içeri buyur ettiğim yeni günden yeni yıla sesleniyorum. Umarım, inşirahın kuvvetiyle
yüklerimizden kurtulacağımız bir yıl olur. Kimse, kimse için zaman doldurmadığı şu fani alemde kendi
hesabımız adına güven içinde hazlarımızı güncellemek için “İnşirah suresini” okumaya ve anlamaya ne
dersin? İnşirahı bir seslenişle; “O halde boş kaldığında yine kalk yorul! Ve ancak Rabbinden ümit et,
hep O’na doğrul!
Meryem YILDIRIM