Hicret nedir? Bilir misiniz aslını? Kendine yâr olacağı yüreği nasıl seçer? Yola çıkan her kişi değil de hicretin kendine seçtiği er kişi vardır ya öyle. Herkes gibi, hatta daha sıradan daha yalın. Ve daha kimsesiz. Özlemi dahi özleyecek kadar garipten seçer ya, işte öyle. Bilir misiniz böyle hicrette kurbiyete kavuşanı?
Ben gördüm o garipleri bu diyardan geçer iken. Bir gece ansızın bilmedikleri bir vahşetten kaçarken nefeslendikleri bu durakta. Burası nere mi? Meriç’in öbür yanı. Vatan diye ömründen gün verdiğin diyarın karşı yakası. Durup sana son bakışım bu mu olacaktı? Seni ,dünya gözüyle son gördüğüm, diye mi? anlatacağım denilen karşı kıyı. Hem her şeyin olan hem hiçbir şeyin olan karşı kıyı. Burası ilk anlarda :“Bize ne oldu? Nereden geldik? Neden bu haldeyiz? Şimdi ne olacak?…” Bilinmezler gergefinde nasıl işleneceğiz diye soruların ardı sıra dizelendiği karşı kıyı. Bir sona vardık herhalde dediğimiz yer. Az nefes alıp neresi diye fikirler yürütüp, nasıl ayakta kalınır diye öğrendiğimiz yabancı diyar. Belki de sadece bizim yabancısı olduğumuz kimsesizlik.
Bu diyar bize başka yolculukların olduğunu öğretti. Her kadının sabırla mayalanıp beklediği memleket oldu. Hem kendine hem çocuklarına yetmenin yurdu oldu. Herkes nasibi kadar nasiplenip yoluna revan oldu. Giden ağlamaklı idi. Bulduklarının güzelliği ve sığınağından çıkmanın hüznü vardı. Bir de vatanında vedalaşamamıştı sevdikleri ile ama burda vedalaşıyordu. Elini öpemediği annesi yerine öptü birini. Sarılamadığı kardeşi yerine sarıldı ötekine. Daha küçüksün, belki beni unutursun diye aklından geçirdiği yeğeni yerine sarıldı berikine. Derken geride bıraktığı ne varsa onun yerine sarıldı. Vedalaşamadığı herkes için vedalaştı burada. Her veda buruktur. Hepsi eksik hikayeler olarak anılır.
Bu diyarda vedalar eksik olmadı ama. Gurbetten yuvasına uçan kuşlar uğurladık. Hem de kınalı, nazlı ellerle. Kına türküsü söyleye söyleye yaktık kınamızı. Ne kadar uzakta olursak olalım öğrendiklerimiz değişmedi. Biz kınayı baba ocağından, ana kucağından gideceğimiz yere yâr olmak için yakarız; biliriz elbet. Baba ocağından elini öpüp dua ile ayrılırız. Beyaz gelinlik, al duvakla uğurlanırız. Vedalaşırken şahitlik edenler duygulanır.“Doğanın kanunu bu” der kabul edilir öte yandan gelinin vedası. İşte bu gurbet diyarı da gideni kınalı ellerle yolcular. Yuvasına konacak garip kuş için selametle edilen duaların renk bulmuş halidir hicret kınası. Taa en başta dedik ya hicret de davet eder kendine yâr olacak biçareyi. Davet eder, bir garibe de kınasını yaktırır. Gideceğin diyarları sevesin, gönlün sulh sükunet bulsun der; lisanı hal ile. Uzak diyarlara kınalı gelin gönderen çok olmuştur ama böylesi pek az olmuştur.
Meriç’in öbür kıyısında ne olduk diyemeden evladıyla bir başına kalmış kadınların birbirine kol kanat germesinin öyküsü burası. Korkuların kaf dağından daha büyük olduğu yer. İliklerine kadar korku ve endişe yaşarken çocuğu hissedecek diye cesaretiyle dik duran kadınların beklediği diyar. Rahmetin enginliğinin hissedildiği diyar. Ömürde bir kere daha ellerin kınalandığı diyar Meriç’in bu kıyısı. Tek tek hikayelerini yazsam, her ismin bu diyardan hicretine yürüyüşünü anlatsam. Bilmem ki anlaşılır olur mu hicretin ne olduğu!