Kıssaların Simetrik Yapısal Analizi / Senem Gül

KUR’AN’DA HZ. YUSUF(as) VE HZ. MUSA(as) KISSALARININ SİMETRİK YAPISAL ANALİZİ

Arapça’ da kıssa “bir kimsenin izini sürmek, ardınca gitmek; bir kimseye bir haber veya sözü bildirmek” gibi anlamlara gelir. Kur’an, sadece hüküm veren bir kitap değil; aynı zamanda insan ruhunun   iniş             çıkışlarını, peygamberlerin           gözyaşlarını, toplumların çöküşlerini, sabrın ve isyanın hikâyelerini anlatan büyük bir anlatıdır. Kıssa yerine hikaye kullanılmamasının nedeni ise; asıl anlamı “nakil” olan hikâye gerçekçi-hayalî, önemli-önemsiz başkalarına aktarılıp anlatılabilecek her tür olayı kapsar. Kur’an kıssaları ise ibret alınacak, tarihî doğruluk ve gerçeklik niteliği taşıyan olaylardır.

Kuran’ı Kerim’de bulunan kıssalar,  iyi  ve  kötünün  modellerini

ortaya koyarak insanların hayatlarına dokunur. Erdemlere ve ahlâkî olgunluğa teşvik ederken, kötülüklerden sakındırma amacı taşır.

Hz. Yusuf ’un kıssası Kur’an’da tek bir surede, Yusuf Suresi’nde anlatılır. Baştan sona bir roman gibi akar. Duygusal, yoğun ve sembollerle doludur. Hz. Musa’nın kıssasıysa, Kur’an’da en çok geçen anlatıdır. Taha Suresi’nde dramatik başlar, Araf ’ta kavmiyle mücadelesi anlatılır, Kasas’ ta çocukluğu detaylandırılır.

Genel karakteristik özelliği açısından bakılınca; Hz. Yusuf, sabır, iffet, zindandan saraya uzanan içsel bir yolculuk iken; Hz. Musa, zulme başkaldırı, bir halkı  özgürlüğe  taşıyan  dışsal  bir  yolculuktur.  İki  farklı  kader, iki farklı zamandır bu iki önemli kıssa ve aralarında önemli simetrik bağıntılar vardır.

Hz.   Yusuf   (as)   ve   Hz.   Musa(as)   Kıssalarının    Karşılaştırmalı    Simetrik Bağıntıları

  • İlk Sahne / Kaderin Başlangıcı / Rüya

Her iki kıssada da önemli iki rüya söz konusudur. Biri hakikatin doğrudan bir tecellisi olan rüya, diğeri ise zalimin yüreğine düşen ilahi bir korkunun yansıması.. Rüyaların sahibi ise; peygamber olacak bir çocuk olan Hz. Yusuf ve zalim kral Firavun’dur. Hz. Yusuf rüyasında, güneşi, ayı ve 11 yıldızı secde ederken görür. (Yusuf 12:4) Firavun ise, rivayetlere göre Kudüs tarafından bir ateşin geldiğini, Mısır’a yayıldığını; bu ateşin sadece Kıptîleri (Mısırlıları) yakıp, İsrailoğulları’na dokunmadığını görür.

Bu iki rüya olayların başlangıcını oluşturur. Hz. Yusuf’un rüyası onun kişisel kaderini başlatırken, Firavun’un rüyası Hz. Musa’nın kıssasında bir toplumsal devinimi ateşler. Hz. Yusuf (as) rüyasını babasına anlatınca babası endişelenmiş ve bu rüyayı diğer kardeşlerine anlatmamasını istemiştir. Çünkü arada bir kıskançlık olabilirdi. (Yusuf 12:5) Hz. Yakup (as) anlamıştı ki Hz. Yusuf (as) seçilmiş bir kişiydi. Ancak şeytan rahat durmayacak, araya fitne tohumları saçacaktı. Ayrıca bu rüya kölelikten saraya giden yolun ilk aşamasıydı. Firavun’un rüyası ise toplumsal zulmün başlangıcıydı. Kahinleri ona gelecekte İsrailoğullarından bir çocuğun onu tahtından edeceğini söylemişti. Bu korku, Firavun’u, yeni doğan tüm erkek çocukların öldürülmesi emrini vermeye itmiştir. Görünen sebeplerin ötesinde işleyen bir ilahi hikmet vardır. Kader planında bu katliam emri, Hz. Musa’nın Firavun’un sarayında yetişip büyümesine sebep olmuştur.

Diğer bir önemli nokta; Hz. Yusuf (as)’ta şefkatli bir baba figürü görülürken, Hz. Musa’da şefkatli bir anne figürü ön plandadır. Babanın ve annenin en büyük korkusu evlatlarını kaybetmektir. Hz. Yusuf bir babanın en derin sevgisiyle yoğrulmuş bir çocuktu. Hz. Yakup’un gözyaşlarıyla suladığı bu sevgi, Hz. Yusuf’un karakterine sabır, vakar, içe dönüklük ve sessiz bir güven olarak yansıdı. Hz. Musa ise, bir annenin korkusuyla sulara bıraktığı, ama yine o annenin duasıyla saraya geri dönen bir çocuktu. Hz. Musa’nın karakterinde bu terk edilişin izi vardı. Kuvvetli, koruyucu, tepkisel ve adalete duyarlı bir yapıydı bu.

Hz. Yusuf’un kıssasında kardeşler, ihanetin adresiydi. Onu kıskandılar, sevilmesinden rahatsız oldular. Ve en nihayetinde, kuyunun karanlığına attılar. Ancak kıssanın sonunda Hz. Yusuf ihanete karşı merhametle cevap vermişti. Bu, acıdan doğan bağın yeniden kurulmasıydı, kırılan bir ailenin onarımıydı. Hz. Musa’nın kıssasında ise ablası ihanet eden değil, onu izleyen, kollayan, koruyan

konumundaydı. Yani Hz. Yusuf’un kardeşleri onu kuyuya atandı, Hz. Musa’nın ablası ise kendini nehrin kıyısına adamıştı.

·        Simetrik Eşleşme: Kuyu ve Nehir

Biri küçük bir çocuk ve biri bebek olan iki önemli şahsiyetin ‘terk ediliş’ ve ‘emanet ediliş’ anı çok manidardır. Sebeplerin artık tecelli etme zamanı gelmişti. Bu, Hz. Yusuf’un Mısır’da sultanlığa yükselişinin ve Hz. Musa’nın Mısır’daki zulmü sona erdirecek yürüyüşünün ilk adımıydı. Kuyu ve nehir ise bu adımın manidar sembolleriydi. Kuyu, dibe iniş, karanlık, bilinmezliği; nehir, akış ve teslimiyeti temsil etmekteydi. Görünüşte korkutucuydu…Ama arka planda, ilahi korumanın ve rahmetin ördüğü bir kader ağı vardı. Kuyuya atılan Hz. Yusuf’u yoldan geçen bir kervan bulmuş ve onu ucuz bir ücretle Mısır azizinin hanımına satmışlardır. Aziz’in hanımı Hz. Yusuf’u saraya getirince kocasına bu çocuğun onlara faydalı olacağını ve evlat edinebileceklerini söylemişti. Aynı şekilde Hz. Musa’yı annesi sepet içinde Nil’in sularına bırakınca sepet Firavun’un sarayının yakınına gelmiş, Firavun’un karısı onu görmüş ve saraya getirmişti. Firavun’a, aynı azizin karısının söylediği şekilde ‘‘Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz!’’ demişti.(Kasas 28:9) Her iki olayda da çocuklara sahip çıkan kadınların şefkat duygusunun koruyucu bir perde gibi devreye girdiğini görmekteyiz.

·        Saraydan çıkış: Masumiyet-Hikmet ve Korku

Sebepler doğrultusunda ilahi plan, görünmeyen ellerle kaderin haritasını çiziyordu. Hz. Yusuf ve Hz. Musa artık delikanlılık zamanlarındaydı. Sarayda, devlet aklını, güç dengelerini, halkın halini ve yönetenlerin sırlarını görerek büyümüşlerdi. Allah her iki peygambere de bu gençlik dönemlerinde ilim ve hikmet vermişti. (Kasas 28:14/Yusuf 12:22) Ancak artık sarayın konfor alanından dış dünyanın çetin sınavlarına çıkmanın zamanı gelmişti. Bu ilim ve hikmet zorlu imtihan yolculuğunda onların en önemli rehberi olacaktı. Hz. Yusuf iffetiyle, Hz. Musa güçle sınanacaktı. Biri, nefsin çağrısına “maazallah” diyerek direndi…Diğeri, bir mazlumu korumak isterken öfkesine yenik düştü. Artık bir yol ayrımındaydılar. Hz. Yusuf iffetsizliğin pençesinden, Hz. Musa masumiyetini kanıtlayamayacak olmanın ateşinden kaçıyordu. Bu alelade bir kaçış değildi, ilahi planın sonraki sahnesine geçişti.

Korku insanın en güçlü duygularından birisidir. Hz. Yusuf, nefsine yenik düşmekten; Hz. Musa ise suçsuz birini korurken bir Kıpti’nin ölümüne neden olduğu için Firavun’un öfkesinden korkmuştu. Kur’an’daki kıssaların simetrik yapısında yalnızca olaylar değil, duygular da birbirini tamamlar. Ve bu duygular

içinde en çarpıcısı korkudur; biri derinden akan bir nehir gibi, diğeri aniden patlayan bir fırtına gibi… Hz. Yusuf’un korkusu, görünmeyen bir yangın gibiydi; sessizdi, ama içten içe yakan, insanın en derin noktalarına dokunan bir korku. Zira o, bir günaha düşmekten korkuyordu. Kur’an onun bu korkusunu şöyle anlatır:

“Rabbim! Zindan, onların beni çağırdığı şeyden bana daha sevimlidir.” (Yusuf 12:33)

Hz. Musa’nın korkusu ise ani bir eylemin, istemeden işlenen bir hatanın ardından gelen açık bir panikti. Birini korumak isterken, istemeden bir cana kıymıştı. Ve o da şöyle dedi:

“Bu, şeytanın işindendir. Çünkü o apaçık bir düşmandır.” (Kasas 28:15)

·        Hz. Yusuf’un Zindanı – Hz. Musa’nın Medyen’i- Yalnızlıkla eğitilen iki peygamber

Hz. Yusuf (as) için zindan dört duvar arasında dış dünyadan soyutlanmış bir yalnızlıkken; Medyen Hz. Musa için gurbetin sessizliğinde örülmüş bir uzaklıktı. Zindan ve Medyen bu iki aziz peygamberin eğitimlerinin ikinci safhasıydı.

Hz. Musa’nın Medyen kuyusu başında rastladığı iki kız ve Hz. Yusuf ’un iki zindan arkadaşı.. Kızlardan birinin önerisiyle, Hz. Musa, Hz. Şuayb peygamberin yanına gelmişti. Sonrasında Şuayb Peygamber’in yanında çalışmış ve onun kızıyla evlenmişti. Bu onun için yeni bir eğitim demekti. Saray hayatından sonra çobanlık ve tarla işleri yapmaya başlamıştı. Hz. Musa fiziki olarak güçlü bir yapıya sahipti ve hayatının bu aşamasında karşı karşıya kaldığı işler fiziki güce dayanıyordu. Bu onun için fiziksel gücünü terbiye eden bir çileydi.

Hz. Yusuf’a dönüp baktığımız zaman Allah ona rüya tabir etme ilmi vermişti. Zindan arkadaşlarının gördükleri rüyayı tabir etmiş ve aynıyla da gerçekleşmişti. Zindandan kurtulacağını söylediği arkadaşına ‘’Efendine benden söz et’’ demişti ancak şeytan bunu ona unutturmuştu. Ta ki Mısır kralı bir rüya görüp kimse bu rüyayı tabir edemeyene kadar. O zaman arkadaşı hatırlamış ve Hz. Yusuf’ un zindandan çıkmasına vesile olmuştu.

Hz. Musa’nın Medyen’ deki eğitimi kas gücüyle; Hz. Yusuf’un zindandaki eğitimi ise hikmet gücüyle ilerledi. İkisi de saraylardan çıkıp halkın hayatına, yalnızlıktan çıkıp risaletin yoluna yürüdüler.

·        Saraya Dönüş – Tur’a Çıkış: İki Yön, Aynı Kader

Her iki kıssada da artık üçüncü merhaleye geçilmişti. Saray hayatı her iki peygamberin de ilk durağıydı. Bu saraylar, görkemliydi, ama ruhsuzdu. Zengindi, ama adaletsizdi. Konforluydu, ama hakikatten uzaktı. Hz. Yusuf için “Tur Dağı”, Mısır  kralının  sarayıydı  bu  kez.  Zindandan  çıkış,  hakikate  yürüyüştü; ama Yusuf, doğruluğu ilan edilmeden bu saraya adım atmak istemedi. Onun ayaklarındaki iftira ayakkabısı hâlâ çıkarılmamıştı. O yüzden kadınlar huzura çağrıldı; ellerini kestikleri o gerçeği itiraf ettiler. Aziz’in hanımı konuştu, kalpler konuştu. Ve Yusuf, suçsuzluğu tescillenmiş biri olarak saraya davet edildi.

Hz. Musa ise Tur Dağı’na çıktığında, bir ses ona şöyle dedi: “Ayakkabılarını çıkar, çünkü kutsal vadidesin.” (Tâhâ 20:12) O da her şeyi geride bıraktı: Geçmişin korkularını, Firavun’un sarayını, suçluluk duygusunu, ve hatta kendi benliğini. Çıplak bir ayakla, çıplak bir kalple, vahyin eşiğine geldi. Böylece, hem Hz. Yusuf hem Hz. Musa, üzerlerine yapışan ithamlardan arınarak, görevlerine yürümek üzere ilahi davete kulak verdiler.

·        “Beyaz El (yed-i beyza) ve Yırtık Gömlek”

Hz. Yusuf’un kıssasında gömlek, adeta kaderin sayfaları gibi üç kez değişir. İlk gömlek, kuyuya atıldığında kanla lekelenir. Bu, ayrılığın ve suçlamanın kumaşıdır. İkinci gömlek, arkadan yırtılır. İffet imtihanının tam ortasında, masumiyetin belgesine dönüşür. Üçüncü gömlek, Kenan’dan Mısır’a uzanır, babasının gözlerine dokunur ve körlük biter. Bu, kavuşmanın ve affın kumaşıdır. Hz. Yusuf’un gömleği hep bir şey söyler: “İnsan bazen giydiğiyle yargılanır, ama gerçekte giydiğiyle aklanır.” Onun elinde asa da yoktu, denizi yaran mucize de… Ama onun iffetini savunan bir delili vardı: Arkadan yırtılmış bir gömlek. O gömlek, Yusuf’un namusunu koruyan bir mühür gibiydi.

Hz. Musa’ya gelince… O da Firavun’a gönderildiğinde, hakikatin el ile tutulur delilini taşıyordu: Yed-i Beyza. Elini koynuna sokuyor, çıkardığında güneşten daha parlak bembeyaz parlıyordu. Firavun ve çevresi bu mucizeye karşı bahane üretemiyordu. Musa’nın beyaz eli, Yusuf’un yırtık gömleği gibi, hakikati çıplak gözle ispat eden bir belgeydi.

·        Asa ve Rüya: Kudretin ve Hikmetin İki Yüzü

Hz. Musa’nın elindeki asa, zahirde kuru bir ağaç dalıydı. Çobanlıkta güdülen sürüleri yönlendiren, yolda yürürken dayanak olan basit bir baston… Ama Allah dileyince, o asa denizleri yaran, taşlardan su çıkaran, yılana dönüşen bir mucize aracına dönüşüyor, kudretin bir sembolü haline geliyordu. Bu hal

dönüşümünde Hz. Musa dahi korkup kaçmıştı ancak Allah ona korkmamasını söylemişti.

Hz. Yusuf’un sahip olduğu rüya tabiri ilmi ise asaya hiç benzemiyordu. Gözle görünen somut bir gerçekliği ve şekil değiştirme özelliği yoktu belki ama olayların akışını değiştiren görünmez bir kudretti. Zindanın kapılarını açtı, Mısır’ın hazinelerinin anahtarını eline verdi, kıtlık yıllarında halkın hayatını kurtardı. Rüya, Hz. Yusuf’un sessiz, ama kaderin düğümlerini çözen asasıydı.

·        Vardan Yok, Yoktan Var: İlahi Kudretin İki Yüzü

Hz. Yusuf’un hayatında “vardan yok” u görürüz. Saraydan gelen iltifatlar, gençliğin çekiciliği, aziz konumuna gelebilecek tüm imkânlar… Bir iftirayla elinden alınır. Kuyuya atılır, köle olur, zindana düşer. En parlak ihtimaller, bir gecede söner. Ama bu yok oluşun içinde Allah, onun kalbinde yepyeni bir hikmet, bambaşka bir yol hazırlar.

Hz. Musa’nın hayatında ise “yoktan var” ı görürüz. Bir bebekken ölüm fermanı çıkmış, suya bırakılmış, ne ailesinin gücü ne de kendi çabası onu kurtaracak bir imkâna sahip… Ama Allah, yok gibi görünen bir ihtimali var eder; o bebek, Firavun’un sarayında büyür, bir gün Firavun’un karşısına Allah’ın elçisi olarak dikilir.

Bu durum her iki peygamberin isimleriyle de birebir örtüşür. Şöyle ki: “Yusuf” ismi,  İbranice  kökenlidir  ve Yehosef  veya Yosef  şeklinden

Arapçaya geçmiştir. Köken anlamı, “Allah artırır, çoğaltır” demektir. Hz. Yusuf’un hayatı, önce vardan yok’ a giden bir iniştir; saraydan kuyuya, konfordan zindana düşüş… Ama bu yok oluş, Allah’ın en büyük çoğaltmasını hazırlamak için bir ara duraktır. Ta ki Mısır’a sultan olana ve tüm ailesini yanına alana kadar.

‘’Musa’’ ismi, köken olarak “sudan çıkarılan” ya da “sudan alınan” anlamına gelir. Bu isim, onun hayatının en dramatik anını, Nil Nehri’nde suya bırakılıp mucizevi şekilde kurtarılmasını simgeler. Hz. Musa, herkesin “yok” dediği bir anda, Allah’ın kudretiyle “var” oldu. Hz. Musa’nın hayatı, yokluk ve çaresizlik içinde doğan bir umut, “yoktan var” ın somutlaşmasıdır. Onun hikayesi, Allah’ın en umutsuz görünen anlarda bile kurtarıcı elini uzattığının nişanesidir.

İki isim, iki hayat, iki kutup ama tek bir hakikat: İlahi kudret ve hikmet, hayatın her noktasında tecelli etmektedir.

·        İki Kardeş: Bünyamin ve Harun — Kaderin ve Kardeşliğin Kesiştiği Noktalar

Hz. Yusuf’un küçük kardeşi Bünyamin, onun hayatında en saf, en derin sevgi ve bağlılık sembolüdür. Yusuf, yıllarca ayrı kaldığı ailesinin en kıymetli parçası olan bu kardeşine duyduğu özlemi, kalbinin en derin yerinde, her gün biraz daha büyüyen bir sızı gibi taşımıştır. Bünyamin, Yusuf ’un yüreğinde aile bağının, kalbin özleminin ve umudun canlı temsilcisidir.

Öte yandan, Hz. Musa’nın kardeşi Harun, ona sadece kan bağıyla bağlı bir kardeş değil; aynı zamanda ilahi görev yolunda onun yoldaşı, halkla iletişimini kolaylaştıran sesi ve davasındaki en büyük destekçisi olmuştur.

İki kardeş:

  • Bünyamin, iffetle sınanan Yusuf’un hayatında sevgiyle dokunan bir bağ,
  • Harun ise güçle sınanan Musa’nın yolunda güç ve teselli veren bir destek.

Bünyamin (İbranice: Binyamin) kelimesi iki parçadan oluşur:

  • Ben → “oğul” demek,
  • Yamin → “sağ el / sağ taraf / güç ve onur” anlamına gelir.

Yani Bünyamin → “Sağ elin oğlu” veya “güçlü, onurlu oğul” anlamına

gelir.

Şimdi  Yusuf   kıssasına   baktığımızda,   bu   isim   gerçekten   hikâyeyle

örtüşüyor:

Hz. Yusuf (as), kardeşleri tarafından uzaklaştırılmış ve yıllarca ailesinden kopmuştu. Bünyamin ise onun sağ kolu gibi en yakın hissettiği kardeşiydi. “Sağ el” ifadesi, Kur’an dilinde güven, güç, doğruluk simgesidir. Yusuf’un hayatındaki en güvenilir insan, çocukluğunun masumiyetini paylaştığı Bünyamin’di. Yani isim  anlamı  ile  kıssadaki  rolü  arasında  tam  bir  paralellik  var: Bünyamin, Yusuf’un en güvenilir destek noktası, adeta “sağ eli” idi.

Harun isminin kökeni (İbranice: Aharon) kesin olarak bilinmemekle birlikte, iki güçlü yorum vardır:

  1. “Dağ adamı” – güç ve kararlılık sembolü.
  2. “Aydınlık / parıltı” – vahiy ve hikmetle ışıldayan kişi.

Hz. Musa’nın hayatına baktığımızda Harun tam olarak bu iki anlamı da taşır. Hz. Musa (as), Tur Dağı’nda vahiy alırken Harun halkın başında durur. Dağ, Hz. Musa’nın vahiy tecrübesinin mekânıdır; Harun ise o dağın temsil ettiği

istikamet ve yükseklik değerlerini halkın ortasında korumakla görevlidir. Allah Kur’an’da kardeşi Harun’u Hz. Musa’ya “vezir” kıldığını ve onun diline fesahat verdiğini söyler. (Tâhâ 29-36) Harun’un hitabeti ve yumuşak üslubu, Hz. Musa’nın tebliğini tamamlayan bir aydınlık gibidir.

Kuran’da anlatılan kıssalar müstakil gibi görünse de aslında aralarında ciddi simetrik bağıntılar vardır. Önemli olan bütüncül bakış açısıyla bakabilmektir. Hz. Yusuf (as) ile Hz. Musa (as)’nın hayatları, farklı yollardan yürüyen ama aynı hakikate varan iki kader ırmağı gibidir. Hz. Yusuf’un yolu sabrın, iffet imtihanının ve ilmin ince ince dokuduğu; Hz. Musa’nın yolu ise cesaretin, zulme karşı mücadelenin ve özgürlüğün ateşle yoğrulduğu bir yoldur. Birinin asası bilgi, diğerinin asası kudret olmuştur. Biri kuyu karanlığından saray aydınlığına, diğeri saray ihtişamından dağ nuruna yürümüştür. İkisinin de hayatında su, zindan ve yolculuk motifleri; kardeş figürleri, şefkatli kadın elleri ve ilahi kanıtlar vardır. Ve her adımlarında, görünüşte ayrılan ama özünde birleşen bir gerçek yankılanır: Allah dilerse, vardan yok, yoktan var eder. Kuyu da nehir de, zindan da Medyen de, saray da dağ da aynı ilahi senaryonun sahneleridir. Onlar, bize her şartta kaderin sahibine teslim olmanın hem insanı hem toplumu özgürleştiren yegâne yol olduğunu gösterirler.

SENEM GÜL

Bir yanıt yazın