Özgür:
“Ben komiser Nisa Yılmaz. Salı saat 3.22 Özgür Çelik’le sorguya başladım.” dedi kadın polis bir aletteki -bunun ses kayıt cihazı olduğunu tahmin ediyorum- tuşa basarak. Sonra bana döndü ve:
“Pazar günü gece yarısından sonra saat 2.45 civarlarında nerede, ne yapıyordun?” dedi otoriter bir sesle.
“Evde uyuyordum.” dedim.
“Bunu kanıtlayacak herhangi biri veya bir kanıt var mı?” diyerek sordu ikinci sorusunu kadın polis.
“Uyurken kendimi kayıt altına falan mı aldığımı sanıyorsunuz? Bunlar ne biçim sorular?”
“Hey!” diye çıkıştı kadının yanındaki iri yarı diğer polis.
“Sadece sorulara cevap ver.”
“Hayır.” dedim.
“Pekala. Birazda kurbanla olan ilişkinizi konuşalım. Duyduğuma göre sevgiliymişsiniz.” dedi kadın sorularına devam ederek.
“Evet.”
“Onu en son ne zaman gördün?”
“Cuma günü okul çıkışında.”
“Ayrılmadan önce kavga etmişsiniz.”
“…”
“Susmana gerek yok. Arkadaşlarınla konuştuk. Bir sürü tanık var.”
“Evet, ettik”
“Kavganın sebebi neydi?”
“Bu seni hiç ilgilendirmez.”
“Öyle mi? Belki de senden ayrılmak istediğini söyledi. Sende hayır dedin çünkü ona âşıktın. Hatta kız seninle sevgili bile olmak istememişti sadece kendi arzuların yüzünden onunla zorla sevgili olmuştun.”
“Hayır! Öyle bir şey olmadı.”
“O zaman bize ne olduğunu anlat. Neden kavga ettiniz?”
Mert:
“Ben Nisa Yılmaz. Salı saat 5.54 Mert Sarıoğlu ile sorguya başladım.” Kadın delici bakışlarıyla bana baktı.
“Olay gerçekleştiğinde neredeydin?”
“Bunları yemem ben. Olay ne zaman gerçekleşti bilmiyorum. Çünkü katil değilim. Şu anda beni sebepsiz yere sorguda tutuyorsunuz. Babam sizin icabınıza bakacak.”
“Ah, liseliler. Ergenlik hormonları yüzünden galiba. Sen ne dersin Sinan?” kadın yanında ki adama baktı.
“Doğrudur komiserim.”
“Sen de lisedeyken böyle miydin?”
“Biz o zamanlar dışarı çıkmak için annemizden izin koparmaya çalışırdık komiserim.”
“Doğru. Biz anca dışarının peşindeydik. Şimdiki gençlere baksana. Insan öldürmekle meşguller. Değil mi Mert?”
“Ben kimseyi öldürmedim.” dedim. Beni katillikle suçluyordu. Babama bir söylersem…
“Pazar, saat 2.45, neredeydin?”
“Bilmem. Hatırlamıyorum bile.”
“O zaman ben sana yardım edeyim. Kurbanın evinde onu bıçaklamakla meşguldün.”
“Böyle yapamazsın. Beni boş yere suçlayamazsın. Kanıtın var mı?”
“Maalesef cinayet silahı ortalarda yoktu. Kameralar ne hikmetse o gün bozuktu ama şunu unutma Mert hiçbir suçlu kusursuz değildir.”
Iyice sinirlenmiştim. Babamın sorguya girmeden önceki sözü aklıma geldi.
“Seni zorladıkları anda avukatını iste ve hiçbir şey söyleme.”
“Avukatım olmadan tek kelime dahi etmem.” dedim.
Sarp:
“Komiser Nisa Yılmaz. Çarşamba günü saat 11.34 Sarp Yazıcı ile sorgudayım.” dedi ve devam etti:
“Pekala Sarp hadi lafı uzatmayalım. Itiraf et, kurtul.”
“Itiraf edicek hiçbir şeyim yok.”
“Hm! O zaman olay zamanında neredeydin? Pazar, 2.45 civarları.”
“Oyun oynuyordum.”
“Oyun mu?”
“Evet, genelde geceleri bilgisayar oyunu oynarım.”
“Oyun kısmı hiç benlik değil. Istersen onu Sinan polisle konuş.”
Adam söze girmişti:
“Kanıtın var mı?”
“Oyunu oynadığım arkadaşlarım var ama onlara ulaşamazsınız.”
“Neden?”
“Çünkü onlar oyunun karışık bir şekilde bize verdiği takım arkadaşları. Kim bilir kim olduklarını?”
Bu sefer kız lafa devam etti.
“En son ne zaman görüştünüz?”
“Okulda.”
“Kurbanla nasıl bir ilişkin vardı?”
“Arkadaşımdı. Onu severdim. Üzücü bir durum.”
Deniz:
“Ben Nisa komiser. Çarşamba, saat 2.26, Deniz Yıldırım ile sorgudayım. Deniz, Pazar saat 2.45 ne yapıyordun?”
“…”
“Böylece sessizce bekleyecek miyiz?”
“Susma hakkımı kullanabilirim.”
“Sence de susmak cevaptan korktuğun için bir kaçma yöntemi değil midir? Susarak mahkemeden kurtulursun belki ama insanlar senin suçlu olduğunu düşünür.”
“Insanların düşüncelerini önemsemem.”
“Neden?”
“Çünkü aslında insanlar düşünmez. Sadece takip ederler. Insanlar koyun sürüsüdür. Çobanı takip ederler. Çoban o suçlu der. Herkes inanır. Kimse sürüden ayrılıp tehlikeye düşmek istemez. Kimse onun neden suçlu olduğuyla ilgilenmez. O suçludur. Gerisi önemli değil. Sürü psikolojisidir bu.”
“Sen zeki çocuksun Deniz. Bazen bu kadar aptal biri o cinayeti işleyemez diye düşündüğüm kişiler çıkıyor sorgularken ama sen zekisin. Sen yaparsın Deniz çünkü katil olmak sanılanın aksine çok zordur. Zeki olman gerekir. Polise yakalanmamak için. Sen mi yaptın Deniz?”
“Neden yapayım?”
“Onu senin bize söylemen lazım.”
“Kanıtınız yoksa suçlu değilimdir. Bırakın gideyim.”
“Tespitlerin doğruydu Deniz. Sürü halindeki koyunlar hakkındakiler ama ben o koyunlardan değilim. Ben tilkiye yakalanma uğrunada olsa da o sürüden ayrılırım. Ben nedenini sorgularım. O kanıtı bulucam ve önüne koyucam. Işte ondan sonra bana anlatıcaksın. Her şeyi. Nedenini de.”
Begüm:
“Ben Nisa Yılmaz. Çarşamba saat 18.17’de Begüm Tatlıcı ile beraber sorgudayım.” Kadın derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı:
“Olay sa-“
Kendimi tutamayıp ağlamaya başlamıştım.
“Işıııık canım arkadaşım…”
Kadın polis yanındakine sanki yine başlıyoruz dermiş gibi baktı.
“Sakinleş Begüm.” dedi adam. Ağlamamdan kendi sesini zor duymuştu.
“Onun en yakın arkadaşıydın değil mi?” dedi kadın. Evet anlamında kafamı salladım.
“O zaman ona son bir yardım yap ve gerçek katili bulup cezasını çektirmemize yardım et.”
Ağlamamı durdurmuştum. Gerçekten ona böyle yardım edebilirdim.
“Güzel şimdi bize pazar günü gece yarısından sonra nerede olduğunu söyle.”
“Dilaralarda yatıdaydım.”
“Dilara?”
“Dilara, ben ve Işık çok yakın arkadaştık.”
“O gün Işık neden sizle kalmamıştı?”
“Bilmem önemli bir işim var diyip gelmemişti.”
“Ne işi?”
“Söylemedi.”
“Işık’la en son ne zaman konuştun?”
“Cumartesi. Işte Dilaralara gelir mi diye sordum.”
“O zaman onda bir gariplik sezmiş miydin?”
“Hayır, normal Işık’tı.”
“Emin misin? Küçücük bir detay bile olabilir.”
“Aslında ona neden gelmiyorsun diye sorduğumda bana o önemli işi bittikten sonra özgür olacağını söylemişti. Ne demek istedi anlamadım.”
“Özgür olmak.”
Mina:
“Komiser Nisa. Perşembe saat 12.08 de Mina Su Güzel ile beraber sorgudayım. Mina Su Güzel. İsmin gibi de güzel bir kızsın.”
“Teşekkürler.”
“Kurbanla nasıl bir ilişkin vardı?”
“Onu çok tanımıyordum. Normal bir sınıf arkadaşımdı ama sonra yarışma da aynı takımdan olmuştuk. O ara biraz daha yakınlaştık.”
“Ne yarışması?”
“Resim.”
“Işık resimde yetenekli miydi?”
“Evet, çok güzel çizerdi.”
“Yarışmayı kazandınız mı peki?”
“Maalesef.”
“Işık nasıl tepki vermişti?”
“Kelimenin tam anlamıyla yıkılmıştı çünkü bu yarışma için çok çalışmıştı.”
“Onu en son ne zaman gördün?”
“Okulda.”
“Olay saatinde ne yapıyordun?”
“Pazar günü mü?”
“Saat gece 2.45 civarlarındayken.”
“Uyuyorumdur.”
Pelin:
“Ben Nisa Yılmaz. Perşembe saat 16.37 Pelin Çakmak ile sorgudayım.”
“Siz sormadan ben söyleyim. Olay saatinde Mert ile sinemadaydık. Işık’ı en son okulda görmüştüm. Polisiye severim de.” dedim kendimden emin bir şekilde. Beklediğim şey polislerin yüzündeki o şaşırma ifadesiydi ama yüzlerinde hiçbir şey değişmedi.
“Ya da sen öldürdün ve sorguda yakalanmamak için polisiyeye kitaplarından yardım aldın.”
“Yok daha neler?!”
“Niye? Okulda ona zorbalık yapıyormuşsun.”
“Bu bir kanıt değil.”
“Ama bir neden. Neden öldürdüğünü açıklar.”
“Demekki Dilara’da katil. Beraber öldürdük hatta değil mi?”
“Dilara onun en yakın arkadaşı değil mi?”
“Evet öyle. Belki Işık’ı seviyor ama içten içe onu çok kıskanıyordu. Zorbalık yaparken çaktırmadan bana yardım etti. Belki bana katil demek yerine Dilara’yla konuşursun.”
Dilara:
“Nisa Yılmaz. Dilara Güner ile perşembe saat 7.05′ te sorgudayım. Işık ile ilişkin nasıldı Dilara?”
“Çok yakın arkadaştık.”
“Öldüğüne mutlu olmuşsundur şimdi.”
“Ne? Hayır, çok üzüldüm. Nerden çıktı bu?”
“Pelin ile ona zorbalık yapıyormuşsun. Kıskandığın için.”
“Bu… Bunu nereden öğrendin? Pelin mi söyledi?”
“…”
“Pislik kız.”
“Şş! Arkadaşların hakkında böyle konuşma ama.”
Diğer polis ilk defa konuşmuştu.
“O benim arkadaşım değil.”
“Anladım. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur meselesi diyorsun.”
“Hayır.”
“Onu sen mi öldürdün?”
“Tamam belki kıskanıyorum ama asla o kadar ileri gitmem.”
“Kafasını tuvalete sokarken de böyle mi düşündün?”
“Hayır. Aslında… Öyle değil. Yani…”
“Anlayacağımı anladım ben. Pazar gecesi neredeydin?”
“Evde.”
“Bunu kanıtlayabilir misin?”
“Begüm de evdeydi.”
Karakol:
“Alican iki çay bize oğlum. Hararetimizi alsın.”
“Hemen Nisa abla.”
“Sence katil kim?” diye sordu Sinan.
“Daha öğretmenlerle görüşmedik. Hemen yargıya kapılmak yanlış olur.”
“Olsun. Hangisi daha çok katil gibi?”
Alican iki çayla yanımıza geldi.
“Sence kim?”
“Bence Özgür. Yani tam katil gibi duruyor ama Deniz’den de şüphelendim. Dediğiniz gibi katil olma potansiyeli yüksek.”
“Bence Deniz değil. Hatta bence hiç beklemediğimiz biri çıkacak.”
“Kafam hala almıyor gerçi. Daha lise sonlar. Çocuklar. Nasıl birini öldürürler?”
“Öğretmenler de olabilir.”
“Öğretmen de nasıl bir öğrencisini öldürebilir? Aslında komserim bambaşka biri yapmış olamaz mı? Okuldan alakasız biri?”
“Sanmıyorum. Kızın okul dışında başka sosyal bir hayatı yokmuş. Biraz araştırdım. Kafayı derslere takmış ama bu kesin değil. Şimdilik okuldan gidelim ama.”
“Peki komserim.”
“Hadi şu çayı bitir de sorguya geç kalmayalım.”
“Tamam komserim.” dedi ve tek dikişte bütün çayı bitirdi.
Eda Dolunay:
“Eda Hanım öncelikle branşınızı öğrenelim lütfen.”
“Matematik öğretmeniyim.”
“Işık’ı sever miydiniz?”
“Kim sevmez ki? Her öğretmenin hayalindeki öğrenciydi. Ödevlerini tam yapan, akıllı uslu duran, dersi dinleyen, kurallara uyan… Kısacası melek gibi kızdı. Onun adına çok üzülüyorum daha çok gençti.”
“Sınıf öğretmeniymişsiniz. Doğru mu?”
“Evet.”
“Işık gelip size dertlerini anlatır mıydı?”
“O gelip anlatmazdı. Onun anlatması için benim biraz itelemem gerekirdi.”
“Şu ana kadar nasıl sıkıntıları vardı?”
“Sosyal hayatı hakkında bir fikrim yok ama aile içi sıkıntıları vardı.”
“Ne gibi?”
“Annesi ve babası sürekli kavga ederdi. Boşanmalarına az kalmıştı. Onlara Işık için biraz daha dayanmalarını söyleyip ikna etmiştim.”
“Boşanmalarının sizin sayenizde ertelenmesin de Işık’ın haberi var mıydı?”
“Hayır. O gece yağmurlu bir gündü. Evde oturuyordum. Bir anda kapı çalmıştı. Kapıyı açtığımda karşımda ağlamaktan gözleri şişmiş, koşmaktan nefesi kesilmiş ve sırılsıklam olmuş bir Işık vardı. Onu öyle görünce çok endişelendim. Eve alıp biraz sakinleştirdim ve ne olduğunu sordum. Ailesinin boşanacakalarını söyledi. Ben de ona acıyıp ertesi gün ailesiyle konuştum.”
“Evdeki gürültü patırtıya rağmen düzgünce ders çalışıp başarılı olabiliyor muymuş?”
“Işık genelde eve hep geç giderdi zaten. Okul bitince kütüphaneye gider orada çalışırdı.”
Defne Demirel:
“Defne Demirel. Felsefe öğretmeni değil mi?”
“Evet.”
“Sizce Işık nasıl biriydi?”
“Biraz saf bir çocuktu.”
“Saf mı? Zeki biri diye duymuştum.”
“Akademik olarak zekiydi ama normal hayatta çok saftı. Onu kandırmak çok kolaydı. Bu yüzden okulda çok zorbalığa uğrar ve çok ağlardı.”
“Derslerde Işık’a sert davranıyormuşsunuz.”
“Bu hassaslığı aşsın, insanlar onu daha çok üzemesin diye.”
“Onun iyiliği için yani.”
“Bakın komiser hanım ben Işık’ı severdim. Denilenlerin aksine. Sadece onun iyiliğini istedim ve bunu gösteriş şeklim sertti. Bence bunda bir sıkıntı yok. Bazen acı en büyük öğretmenin olur.”
“Işık’ı neden bu kadar seviyordun? Ona hayatın gercekliğini öğretecek kadar?”
“Okulun ilk günüydü. Bembeyaz elbise giymişti. Sarı saçları vardı. Sadece kanatları eksikti. Kanatları da olsaydı kimse bana onun bir melek olmadığına inandıramazdı. Herkese iyilik yapmak isterken kendini unuturdu. Bazen o kadar ders çalışırdı ki gözleri kanlanırdı. Aynı paragrafı sürekli ama sürekli okumaktan. Başkaları için yaşardı. Başkasını iyileştirmek için doktor olmak istiyordu. Bende ona bu hayatta biraz cimri olması gerektiğini söyledim. Bunu acıyla ögrenmezse daha sonrasında çok daha fazla acı çekerdi.”
“Ölürken de çok acı çekmiş midir?”
“Ne?”
“Sürekli acı diyorsunuz. Acının en büyüğü ölüm değil midir?”
“Işık için başkasının ölümü kendi ölümünden milyon kat daha acıtırdı.”
Tayfun Kahveci:
“Meşhur kimyacı Tayfun Kahveci. Sorgumuza hiç hoş gelmediniz bakıyorum.”
“Yo. Aslında gayet mutluyum.”
“Ama kız öğrencileriniz öyle değil. Çoğu sizin sapıkça onlara bakmanızdan şikayetçiler.”
“İftira. Ne zaman öyle bakmışım?”
“Her güzel kız gördüğünüzde?”
“Yalan. Burada suçu üstüme atmak icin kurulmuş bir komplo var.”
“O zaman buna ne diyeceksiniz?”
Sorgu boyunca hiç konuşmayan erkek polis önüme bilgisayar koydu ve bir videoyu başlattı. Videoda okuldan bir görüntü vardı. Koridorda normal bir şekilde bekliyordum. Yanımdan iki kız geçiyordu. Onlara bakarak ıslık çalıyordum. Kızlarda bana garip garip bakıyorlardı. Ah be! Nereden çıktı bu video şimdi?
“Düşündüm ve kendime sordum. Bu kızlar bundan rahatsız olup yetkili yerlere bildirmiştir ama neden hala sapık hocaları okulda? Sonra bir baktım ve ne bulayım? Müdürün teyze oğluymuşsun be Tayfun. Çok yalvardın mı? Atma beni okuldan. Bak akrabayız biz. Yoksa o da bu yaptıklarına gülüyor mu?”
“…”
“Işık’a da yürüdün ve o seni reddetti hatta müdürden de daha yetkili kişilere şikayet etmekle suçladı. Sen de anlık bir sinirle kızı öldürdün.”
“Ne saçmalıyorsun sen be? Yeter bu kadar.” Sinirlenmiştim. Hemen kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Genç oğlan güçlü kaslarıyla beni tuttu.
“Otur, daha sorgumuz bitmedi.” dedi.
Barış Bozkurt:
“Barış…?”
“Hepimiz senin aslında benim soyismimi bildiğini biliyoruz. Elindeki o dosyalarda benim bile tanımadığım akrabalarımın kızlık soyadı yazıyordur. O yüzden rol yapmaya gerek yok.”
“Barış Bozkurt. Sabıkan varmış.”
“Ufak tefek kavgalar işte.”
“Işık’ı öldürürkende böyle mi düşündün?”
“Hayır.”
“Nasıl düşündün?”
“Düşünmedim.”
“Düşünmeden direk öldürdün mü?”
“Öldürmedim.”
“Hepimiz senin aslında Işık’ı öldürdüğünü biliyoruz o yüzden rol yapmana gerek yok.”
“Olmayan şeyi nasıl biliyorsunuz?”
“Kanıtımız var ama itiraf edersen senin lehine. Birkaç yıl düşürebilirsin 4 duvar arasındaki hayatını.”
“Blöf yapmanıza gerek yok.”
“Blöf yapmıyorum.”
“Katile eğer her şeyi biliyormuşsunuz gibi yaparsanız dili çözülür ve sizde onun katil olduğunu aslında o an anlarsınız.”
“Taktik işe yaramadı desene.”
“Yaramadı.”
“O zaman Işık’ı sever miydin?”
“Işık’a bayılırdım. Mükemmel bir öğrenci ve insandı. Tıpkı diğer hepsi gibi.”
“Diğer öğrencilerde en sevdikleri hocaların sen olduğunu söylerlerdi. Sevgi karşılıklıymış demekki.”
“Evet.”
“Peki sırrın ne? Herkesin ayıla bayıla anlattığı edebiyatçıda ne var bu kadar?”
“Bilmem. Bunları öğrencilere sormalıyız.”
“Işık’la arada sohbet eder miydiniz?”
“Tabiki.”
“Aile içi geçimsizliğin olduğunu biliyor muydunuz?”
“Evet.”
“Işık bu konuda nasıl hissederdi.”
“Bilmiyorum hiç sormadım. Herkes zaten ona aynı soruyu onlarca kez sormuştur. Ben sorsam bir faydası olmaz.”
“Onunla ne konuşurdunuz o zaman?”
“Kitaplar, filmler, müzikler…”
“En sevdiği kitap ne bilir misiniz?”
“Yüzüklerin Efendisi.”
“Ben de severim. Işık’ı okuldan biri öldürdüyse şayet sence bu kimdir?”
“Gerçekten düşüncelerimin bir değeri var mı?
“Neden olmasın ki? Öğrencilerle uzun zamandır beraber olan asıl sizlersiniz.”
“Bence katil…”
Efe Kayhan:
“Okul müdürümüz alır mı bizden bir çay be?”
“Güzel olur aslında.”
“Sinan, Alican’a söyle bize 3 çay kapsın getirsin. Bu seferki uzun olacak gibi.”
“Tamam komiserim.”
Sinan polis dışarı çıktı. Daha 20-30 saniye geçmeden geri geldi.
“Tayfun Bey’le aranız nasıldır?”
“Güzel.”
“Kuzenmişsiniz.”
“Evet. Suç mu?”
“Hayır, hayır. Suç değil tabiki de ama eğer onun yaptıklarını bile bile işe aldıysanız ya da işte kalmaya devam ettirdiyseniz işte bu suç.”
“Ne yapmış?”
“Bilmemezlikten gelmenize gerek yok. Biz bizeyiz burada.”
“Ne yapmış? Bilmiyorum gerçekten.”
O sırada Alican elinde çaylarla içeri geldi. Çayları bırakıp odadan çıktı.
“Pekala. Kurban hakkında ne düşünüyordun?”
“Çok sevimli bir kızdı. Severdim.”
“Okulunuz bu olaydan nasıl etkilenir sizce?”
“Maalesef kayıtlar azalır. Şimdiden velilerden milyonlarca şikayet alıyoruz. Sessiz kalması için uğraştım ama malum yerin kulağı var işte.”
“Tabii yerin kulağı var. Kulağı.”
“Ah, ne diye sürükledin beni buraya kadar?”
“Tayfun kes mızmızlanmayı. Senin yüzünden başım derde giriyordu.” dedi Efe.
“Bir şey dedin mi polislere?”
“Hayır ama kadın polis emin böyle bir şey olduğundan.”
“Taş gibi kadın valla.”
“Neyse dikkatli ol. Soruşturma bitesiye kadar çocuklara yanaşma.”
“Tamam ya. Çokta endişelenme.”
“Senin şu kaygısızlığın yok mu?”
Okul:
“Çocuklar… bugün arkadaşınız Işık… Işık’sız okuldaki ilk gününüz biliyorum. O yüzden sizi çok zorlamayacağım. Onu hepimiz çok özlüyoruz. Bu ders serbestsiniz.” dedi Eda hoca ve sınıfta fısıldaşmalar çoğaldı.
“Bugün milyonuncu kez bu konuşmayı duyduk resmen her hoca aynı şeyi söylüyor.” dedi Pelin.
“Hayır yani onun için üzüleceğimizi sanıyorlar. Halbuki ilk kez bir işe yaradı. Onun sayesinde dersler boş geçiyor.” dedi Mert.
“Şşş!” dedi Dilara gözleri dolmuş Begüm’ü gösterirken.
“Pardon burada yakın arkadaşları vardı değil mi?” dedi Pelin imalı seslerle.
“Acaba ben ölsem benim arkamdan da böyle ağlarlar mıydı hocalar?” dedi Sarp. Gözü hüngür hüngür ağlayan Eda hocadaydı.
“Sanmıyorum. Bizim gibiler sırf derslerde kötü olduğumuz için hocalar tarafından nefret ediliriz. Işık gibi dersi iyi olanlar ve hatta Işık gibi yalakacıysalar hocaların favorileridir.” dedi Mert. Begüm ayağa kalktı.
“Hocam lavaboya gidebilir miyim?”
“Tabii Begümcüm.”
Dilara’da peşinden kalktı.
“Hocam bende eşlik edeyim mi?” Eda hoca başını salladı. Dilara ve Begüm sınıftan çıktılar.
Okul hiç olmadığı kadar sessizdi. Sanki Işık’a saygılarını böyle gösteriyorlardı.
“2 güne unutulur Işık. Okulun eski sesi yerine gelir.” dedi Müdür, Tayfun’a. Teneffüs zili çalmıştı. Kimse bahçede koşuşturmuyordu. Ne de olsa Cenaze Okulu’ydular. Öğrenciler artık böyle diyordu: Cenaze Okulu. Ama bir yerden gürültüler geliyordu beklenmedik bir şekilde.
“NEDEN HA? NEDEN YAPTIN BUNU?”
“Yapmadım.”
“NE DEMEK YAPMADIM. SEN TAM BİR YALANCISIN.”
“Özgür lütfen.”
“LÜTFEN NE DENİZ? KIZ ÖLDÜ İYİ Mİ OLDU?”
“İyi mi?” Deniz iyice Özgür’ün kulağına yaklaştı.
“Beni dinle Özgür. Işık seni aldatmadı. Benim de Işık ile hiçbir zaman o manada bir ilişkim olmadı.”
“Buna inanmamı bekliyorsan ya beni hiç tanımamışsın ya da beni salak yerine koyuyorsun Deniz.”
“Bunu sonra konuşalım. Herkes bize bakıyor.”
O an Özgür bile kendine şaşıracağı bir şey yaptı. Yumruğunu Deniz’in dudağına geçirdi. Kavga boyunca etrafta sessizce bekleyenler artık müdahale zamanı geldiğini anladılar. Geriye doğru sendeleyen Deniz’in bakışları tamamen değişmişti. Sertleşmişti. Tam harekete geçiyordu ki Defne hoca araya girdi. Ikisini de müdürün odasına götürdü.
“Ne bu hal? Cenaze Okulu değil miyiz biz? Biraz saygınız olsun. Yine hangi saçma sebepten kavga edildi acaba? Anlatın, buyurun dinliyorum.”
“Yok bir şey hocam yaa.”
“Yalı malı konuşma Özgür. Alırım ayağımın altına. Baksana çocuğun suratına ne olmuş?”
Özgür sadece Deniz’in duyabileceği şekilde:
“Kötülere bir şey olmaz.” dedi.
“Ne dedin evlat?”
“Hiçbir şey.”
“Neyse. Deniz evlâdım iyi misin?”
“Evet hocam. Önemli değil. Özgür’ün de bir suçu yok. Yanlış anlaşılma oldu. Malum sevgilisi Işık’ta daha yeni öldü onu anlıyorum ben.”
“Peki. Bunlarla uğraşamam zaten şimdi. Aranızda halledin. Çıkabilirsiniz.”
Iki çocukta sessizce odadan çıktılar.
“Deniz… Özgür. Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? Herkes sizin arkanızdan konuşuyor.” dedi Begüm endişeyle yanlarına gelerek.
“Boş ver herkesin ne dediğini.” dedi Özgür ve hızla yanlarından ayrıldı.
“Iyi misin? Dudağın-“
“İyiyim ben.”
“Pansuman yapalım.”
“Gerek yok.”
“Özgür neden böyle?”
“Sevgilisi öldü sonuçta. Normal değil mi?”
“Sevgilisi öldüğü için gelip sana yumruk atması pek normal değil. N’için sinirlendi? Neden yaptın diye bağırmış okulun ortasında. Ne yaptın Deniz?”
“…”
“Deniz hadi anlat.”
“Işık’ın onu benimle aldattığını düşünüyor.”
“Ne?!”
“Tabiki doğru değil ama laf anlatamıyoruz beyefendiye.”
“Biliyorum. Yani senle asla ama asla aldatmaz.”
“Neden bu kadar eminsin?”
“Yani… şey… ben arkadaşımı iyi tanırım. Aldatmaz. Özgür’ün ona ve sana güvenmemesi daha saçma. Neyse nereden kapılmış ki bu fikre?”
“Bilmiyorum Begüm.”
“Peki sence katil kim?”
“Şu an emin olamayız.”
“Katil bulunur mu?”
“Tabii. Polisler işlerinde iyi gibiler.”
Özgür:
“Saat 4.34. Sorguya devam ediyorum.”
“Evet, bize en son neden Işık ile kavga ettiğinizi anlatıyordun.”
“Işık beni Deniz’le aldatıyordu.”
“Yapbozun parçaları tamamlandı desene. Haber manşetlerini şimdiden düşünebiliyorum. Onu aldattığını öğrenince sevgilisini kanlara boğdu. Feministler sana ne kadar söver anlatamam. Halbuki aldatan bile sen değilsin.”
“Ben onu öldürmedim. Bu kaçıncı söyleyişim?”
“Sakin ol şampiyon. Işık bu konu hakkında ne dedi? Kabul etti mi?”
“Tabiki hayır ama ben eminim aldattı.”
“Nereden öğrendin?”
“Gözlerimle gördüm. Yani başta fark etmemiştim ama Pelin gözlerimi açtı.”
“Pelin? Hani şu Işık’a zorbalık yapan? Ondan ölesiye nefret eden?”
“Evet.”
“Gözlerinle ne gördün?”
“Yemekhanede oturmuş beraber konuşuyorlardı.”
“Evlat zekân biraz geriye mi çalışıyor senin?”
“Neden?”
“Pelin senin gözünü boyamış.”
“Ne?”
“Neyse boş ver. Sorgumuz burada bitmiştir.”
Mert:
Avukat içeri girdi. Benim yanıma oturdu.
“Pekala devam edelim. Pelin’i tanıyor musun?”
“Cevap vermeyebilirsin.” dedi avukat.
“Evet, kendisi sevgilimdir.” dedim. Bunda ne olabilir ki?
“Pelin Işık’a zorbalık ediyormuş.”
Avukat söze girdi;
“Sevgilisinin suçunu ona atamazsınız.”
“Atmak nasıl bir kelime? Çok ayıp. Mert Pelin’den de kötüymüş. Zorbalıkları asıl yapan oymuş ve hatta Pelin sevgilisi öyle dediği için zorbalık yapıyormuş.”
“Kanıtınız olmadan suçlayamazsınız.” dedi avukat. “Kanıtsız değiliz. Görgü tanıkları var.”
“Blöf yapıyorsun.” dedim. Kim beni ispiyonladıysa cezasını fena ödeteceğim.
“Blöf değil.”
“Kim ispiyonladı?”
“Söyleyemem malum gizli bilgi.”
Sinirlenmiştim tam bir şey diyecekken avukat sözümü ağzıma tıktı.
“Tamam, bu kadar yeter. Sorguyu burada bırakıyoruz.” dedi ve beni de tuttuğu gibi dışarı çıktık.
“O zaman sorgumuz burada bitmiştir. Ben alacağımı aldım zaten.”
Sarp:
“Bir görüntü bulduk Sarp. Bu durum bizi çok üzdü.”
“Ne görüntüsü?”
“Bakıyorum endişelendin.”
“Yoo!”
“Endişelendi değil mi Sinan?”
“Evet, beti benzi attı sanki.”
“Görüntüye bakabilir miyim?”
“Tabii. Bilgisayar lütfen Sinan.” Adının Sinan olduğunu anladığım polis bir bilgisayar koydu önüme. Ekranda kütüphane de ben ve Işık vardı. Hararetli bir konuşma yapıyorduk.
“Şimdi” dedi kız polis “bize ne konuştuğunuzu tek tek anlat.”
“Çok önemli bir şey değildi. Siz görüntüleri gösterene kadar öyle bir gün olduğunu bile unuttum.”
“Hadi hadi geç bunları da ne konuştuğunuzu anlat.”
“Galiba bir kitap hakkındaydı. Tam hatırlamıyorum.”
Polis görüntüleri işaret ederek:
“Bu konuşma mı kitap hakkındaydı? Yeme bizi.”
“Ne istiyorsunuz anlamıyorum. Anlattım işte.”
“Biz gerçeği istiyoruz.”
“Benim Işık’ı öldürdüğümü mü düşünüyorsunuz.”
“Herkes şüpheli.”
“Tamam, söyledim işte. Bir kitap almıştı ve uzun zamandır kütüphaneye getirmemişti. Bende getir dedim ama daha okumayı bitirmemiş. Evet, ufak bir konu ama o zaman biraz sinirlenmiştik.”
“Peki, kokusu yakında çıkar zaten. Sorgumuz burada bitmiştir.”
Deniz:
“Işık ile Özgür’ü aldatıyormuşsun Deniz. Hiç yakıştıramadım.”
“Buna gerçekten inanıyor musun?”
“Neden inanmayayım?”
“Senin farklı olduğunu düşünmüştüm.”
“Bende herkes gibiyim. Özgür sizi gördüğünü söylüyor. Yemekhanede.”
“Sadece bir arkadaşım olarak beraber yemek yedik, dertleştik, konuştuk… Oldu mu? Ben kimseyi aldatacak kadar düşmedim daha.”
“Ne konuştunuz?”
“Havadan sudan.”
“Sana hiç hayatıyla ilgili önemli şeyler anlattı mı ya da birinden korktuğunu?”
“Sadece aile içi sıkıntılarından bahsetti.”
“Neden sana bahsetti? O kadar sevgilisi ve arkadaşları var. Sen onun neyisin ki?”
“Insanları iyi dinleme gibi bir özelliğim var. Bu zamanda da seni dinleyen insan zor bulunuyor. Bulduklarında da ona anlatıyorlar işte ve Işık benim de dostumdu.”
Nisa polis gülümsedi ve:
“Sorgumuz burada bitmiştir.” dedi.
Begüm:
“Sence Işık neden özgür olacağını söyledi?”
“Hiç bilmiyorum.”
“Peki sence neden özgür olacağım diyip öldü?”
“Yani ölmeyi özgürlük olarak gördüğününü mü söylüyorsunuz?”
“Yakın arkadaşı olan sensin.”
“Işık yaşamayı severdi. Ölmek istemesi çok saçma.”
“Zaten intihar değil. Biriyle konuşup hesapları bitirip özgür olacağını düşünmüş olabilir ama o kişi ona bu özgürlüğü vermemiş olabilir.”
“Evet, bu daha mantıklı. Ah, canım arkadaşım. Çok acı çekmiş olmalı.”
Tekrar gözlerim dolmuştu.
“Sakin ol. Ağlama.”
Gözlerimi silip:
“Tamam, ağlamıyorum.” dedim.
“Seni daha fazla yormayalım Begüm. Sorgumuz bitmiştir.”
Mina:
“Sarp’ın kuzeniymişsin.”
“Evet. Anne tarafından kuzeniz.”
“Geçen gün Sarp ve Işık’ın kütüphane de kavga ettiğini gösteren kamera kayıtları bulduk.”
“Ne?! Gerçekten mi? Hiç haberim yoktu. Ne için kavga etmişler?”
“Biz de sana bunu soracaktık. Neden kavga etmiş olabilirler?”
“Bilmiyorum ki. Sarp iyi çocuktur. Normalde yapmaz öyle şeyler.”
“Daha önce hiç konuştuklarını ya da tartıştıklarını gördün mü?”
“Hayır.”
“Sarp kitap için kavga ettiklerini söylüyor. Sence doğru mu?”
“Bilmiyorum.”
“Kuzenin sence öldürmüş olabilir mi?”
“Hayır tabiki de.”
“Tamamdır. Sorgumuz bitmiştir.”
Pelin:
Ortamda ölüm sessizliği vardı. Bunu beni germek için yapıyorlardı ve başarıyorlardı da.
“Ee? Sorguda değil miyiz? Soru sorun.”
“Şeyi düşünüyordum da… Acaba ona nasıl zorbalıklar yapıyordun? Kafasını tuvalete mi sokuyordun ya da eşyalarınını mı kaçırıyordun? Yazık olmuş kıza.”
“Of, tamam. Sus.”
“Ne oldu Pelin? Gerçekler acıttı mı?”
“…”
“Bence sen öldürmedin Pelin. Ama kimin öldürdüğünü biliyorsun. Sevgilin Mert. Onu koruyorsun değil mi? Bak bir anlaşma yapalım. Sen Mert’in yaptığını itiraf et ben de hapise girmeni engelleyeyim.”
“Çok güzel bir teklif sadece bir sıkıntı var. Onu Mert öldürmedi.”
“Peliiiin, lütfen kes palavrayı. Ondan ölesiye kadar nefret ediyordu. O değilse kim?”
“Bilmiyorum. Emin olduğum şey Mert öldürmedi. Çünkü olay saatinde benimleydi.”
“Evet, söylemiştin. Bu arada gerçekten gecenin bir yarısında sinemada ne işiniz vardı?”
“Korku filmleri için çok güzel bir zaman dilimi.”
Bana garip garip baktı. Tekrar sessizlik oldu. Sessizliği “Sorgumuz bitti.” sesi bozdu.
Dilara:
“Senin gibi bir arkadaşım asla olmaz umarım.”
“Sadece biraz kıskandım ve sadece 1 kez zorbalık yaptım ne var bunda? Ben onu gerçekten seviyordum.”
“Senin ona zorbalık yaptığını biliyor muydu?”
Biraz utanmıştım.
“Hayır. Ama gerçekten pişmanım. O günden hep utanç duyacağım. Hatta Işık’tan özür dileyecektim ama malum olay oldu.”
“Vicdanın seni asla bırakmıyor değil mi?”
“Evet.”
“Pişman olmana sevindim ama son pişmanlık fayda vermez be Dilara. Çok geç kaldın. Özrünü asla kabul edemeyecek. Senden hep nefret edecek. Ağlanılacak durumdasın. Aslında kendini affettirmek için son bir şansın var.”
“Gerçekten mi? Ne yapmam lazım hemen yaparım.
“Katili bulmak.”
“Ne?”
Kadın omuz silkti.
“Katili nasıl bulayım?” diye sordum.
“Arkadaşlarının ağızlarını ara. Biri illaki ağzından bir şey kaçırır.
“Bilmiyorum.”
“Ah, neyse. Sadece bir fikirdi zaten. Başka demek istediğin bir şey var mı Dilara?”
“Hayır.”
“O zaman sorgumuz şu an bitmiştir.”
Karakol:
“Yoruldum be Sinan. Insanlar hep yalan söylüyor. Doğruları gözlerine soksakta yalan söylemediklerinde inat ediyorlar. Bu insanların inadı beni çok yoruyor.”
“Polislik kolay bir meslek değil komiserim.”
“Haklısın Sinan. Ne diyeyim?”
“Aklınızda katil profili oluştu mu?”
“Kafam allak bullak. Biraz dinlenmem lazım.”
“Tabii komiserim. Ben içerdeyim. İhtiyacınız olursa seslenin.”
“Sağ ol Sinan.”
Sandalyeye oturup gözlerimi kapattım. Kafamdaki bir sürü bilgiyi analiz etmem gerekiyordu. Katil kim? Katil kim? Katil kim? Özgür? Işık, Begüm’e özgür olacağım demişti. Belki de Özgür’den ayrılıp özgür olmayı kastediyordur. Özgür’e bunu söyleyince sinir krizi geçirdi. Zaten aldatma olayından da öfkeliydi. Yanındaki en sivri şeyi eline aldığı gibi Işık’a sapladı ki bu bir bıçaktı. Gayet mantıklı.
Mert? Zaten ondan hep nefret ediyordu. Işık için zorbalıklar çekilemez hale gelmişti ve bunu Mert ile konuşup halletmek istedi. Bu yüzden özgür olacağından bahsetti. Mert’e biraz çıkıştı. Mert’te sinirlenip öldürdü. Aslında Mert o kadar ileriye gidebilecek cesaretinde bir çocuk değil ama babasına güvenmiş olabilir. Çünkü bu devirde parası olan kazanır. Olabilir.
Sarp? Kütüphanedeki kavganın normal bir kitap kavgası olmadığı çok belli. Aslında Sarp ile Işık’ın arasında kimsenin bilmediği garip bir ilişki var. Sevgililik gibi değil. Daha farklı. Karanlık bir ilişki. Hiç belli olmaz. Sarp’ı gözüm çok tutmadı.
Deniz?…
“Komiserim?”
Düşüncelerim bölünmüştü. Bana kimin seslendiğine baktım. Bizim Alican’dı.
“Efendim Alican?”
“Uykunuzu böldüm galiba özür dilerim.”
“Yok uyumuyordum. Sen ne diyecektin?”
“Haa, çay?”
“Çok güzel olur. Alıyım bir tane.”
Tepsiden açık olanlarından bir tanesini aldım. Sıcacık çayı içime çektim.
Eda:
“Kütüphane de mi çalışırdı?”
“Evet.”
“Yani düzenli olarak kütüphaneye giderdi.”
“Evet.”
“Sarp’ta gider miydi?”
“Ne?”
“Sarp’ta kütüphaneye gider miydi?”
“Arada. Neden ki?”
“Kütüphane de ikisini kavga ederken gördük.”
“Gerçekten mi?”
“Evet.”
“Aman tanrım. Neden kavga ediyorlarmış?”
“Daha bilmiyoruz. Sarp sadece kitap için dedi ama öyle olduğunu tahmin etmiyorum.”
“Bilemiyorum. Sarp düzgün çocuktur aslında.”
“Ben de bilemiyorum.”
“…”
“Sorgumuz burada bitmiştir. Çıkabilirsiniz.”
Defne:
“Size sorucak daha fazla sorum yok. Siz bana bir şey demek ister misiniz?”
“Hayır, istemem.”
“Eh, sorgumuz bitmiştir o zaman. Buyurun.” dedi polis bana kapıyı gösterirken.
Tayfun:
“Biliyor musun? Eğer Işık’ı sen öldürdüysen başına o kadar çok bela aldın ki anlatamam. Öncelikle öğretmenlik diploman elinden alındı. Bir daha öğretmen olamazsın. Sonra-“
“NE? NE SAÇMALIYORSUN SEN?”
“Aaa! Neden sinirlendin bu kadar. Kamera görüntülerini ve öğrencilerin ifadelerini yetkililere verdik. Onlarda bu adamı bir daha öğretmen yapmayın dediler. Biz de tamam dedik. Ve bir daha sözümü kesersen hiç iyi şeyler olmayacak benden söylemesi. Neyse devam ediyorum. Sonra 10 ay hapis cezan var. Bence teyze oğlundan para alıp parayla kurtulabilirsin hapisten. A, unutmuşum! Parayla çıkma iznin kaldırılmıştı. 10 ay hemen geçer ya merak etme. Sen keyfini çıkarmaya bak.”
Kelimenin tam anlamıyla korkudan şok olmuştum. Kadın polis adama bakıp:
“Hadi Sinan.” dedi. Sinan polis bana yaklaşıp beni ayağa kaldırdı. Yüzümü duvara yasladı. Ellerimi arkada toplayıp kelepçe geçirdi.
“Hemen şimdi mi?”
“Daha mahkemeye çıkacaksın ama şimdilik nezarethaneye götürülüyorsun. Haydi salametle Tayfun.”
Polis beni iterek kapıdan çıkardı. Kadının sesi duyuldu.
“Sorgumuz burada bitmiştir.”
Barış:
“…Sarp.”
“Sarp mı?”
“Evet, bence katil Sarp ama emin değilim ve kanıtımda yok. Sadece hislerim.”
“Neden peki? Hislerini o yöne sürükleyen şey ne?”
“Bilmiyorum.”
“Bir kamera görüntüsü bulduk. Sarp ile Işık’ın kavga ettiğini gösteren bir görüntü.”
Hafifçe başımı salladım. Hislerim doğru gibiydi.
“Sarp’ı neden katil olarak düşünmüştün? Daha önce kavgalarını mı gördün?”
“Hayır ama son zamanlarda Sarp’ta gariplik seziyordum.”
“Ne gibi?”
“Genelde sessizdir o yüzden çok dikkat çekmez. Bu onun avantajı oldu. Hocalar çok fazla ona dikkat etmedi ve daha garip davrandığını sezemediler.”
“Ama siz sezdiniz.”
“Sadece iyi bir öğretmen olmak için her öğrencine aynı derecede dikkat etmen gerekir.”
“Nasıl farklı davranıyordu?”
“Endişeli gibiydi. Elleri titriyordu ve bu titremeyi durduramıyordu. Bi ara kusmuştu. Sadece biraz şüphelenmiştim sonra belki okuldan biri öldüğü için böyledir diye düşündüm ama siz şimdi görüntüler bulduk diyince daha da şüphelendim.”
“Sarp… Bu aralar gözüme çok batıyor. Ona biraz daha yoğunlaşalım Sinan.”
“Tamam komiserim.”
“Neyse sorguyu bitiriyorum.”
“Pekâlâ.”
“Sorgumuz bitmiştir.”
Karakolda:
“Şu pislik Tayfun’u tutuklarken çok rahatladım. Bir de müdürü yakalasaydık keşke.”
“Biliyorsun. Onun bu olaydan haberi olduğuna dair bir kanıtımız yok maalesef. Ama onunda sonu gelecek. Merak etme. Ilk önce şu Sarp neyin nesiymiş öğren. Okul dışında Işık ile bir ilişkisi var mı, ailesi kim, dersleri nasıl… Hadi sana güveniyorum.”
“Hemen komiserim.”
Okulda:
“Sence katili nasıl yakalarız?”
“Bilmiyorum.”
“Sen zekisin. Bulursun.”
“Hiçbir fikrim yok.”
“Benim var aslında.”
“Neymiş?”
“Herkese gizli bir not göndersek. Senin katil olduğunu biliyorum. Polise gitmemi istemiyorsan kantinde buluşalım falan.”
Deniz gülmeye başladı.
“Ne oldu? Güzel plan bence.”
“Tabii çok güzel plan. Katilde o kadar salak ki hemen dediğimiz yere gelecek.” Bu cümleyi neredeyse gülmekten söyleyemiyordu.
“En iyisi planı sen yap ben yardım edeyim.”
“Ne planı?”
“Katili bulma planı işte.”
“Katili neden biz buluyoruz? Polislerin işi bu.”
“Işık’ı sadece bir iki kişinin ağzından çıkan sözlerle tanıyan bir kişi katili bulamaz bence.”
“Biz bulabiliriz yani.”
“Evet, hadi bulalım o iğrenç pisliği. Bana yardım et.”
“Ama nasıl?”
“Planı sen yap işte.”
“O zaman ilk önce herkesi gözlemleyelim. Belki garip davranan birilerine rastlarız. Sen kızları gözlemle. Hepsini tek tek ve özenle. Ben de erkekleri.”
“Tamam.”
“Ilk bizim sınıftakilerden başla.”
Begüm başını evet anlamında salladı ve zil sesi duyuldu. İkiside sınıfa geçtiler.
Ders felsefeydi. Defne Hoca:
“Evet, bir arkadaşınız öldü ama bu dersleri aksatmamız gerektiği anlamına gelmez. Ölüm hayatın bir parçasıdır ve biri ölünce zaman durmaz yani kitapları çıkartın.”
Sınıftan oflama sesleri geldi. Herkes kitabı çıkardı. Ders işlenirken Begüm ve Deniz herkese tek tek bakıyorlardı. Teneffüs olduğunda bahçede bankta oturup konuşmaya başladılar.
“Garip davranan birileri var mıydı?”
“Dilara biraz garipti. Bir de Pelin yine aynı pişkinliğe sahipti. Onu izlerken midem bulandı. Sen de kim var?”
“Sarp. Ellerini sanki kontrol edemiyordu. Defterine gizlice baktım. Son zamanlarda yazısı iyice bozulmuştu.”
“Ee? Ne yapacağız?”
“Sen Dilara’yı, ben de Sarp’ı daha yakından izleyeceğim.”
“Peki.”
Karakol:
“Evet, ne buldun Sinan?”
“Tabikide Işık’ın olduğu gün o civarlardaki kameraların hepsi bozuktu.”
“Peki, Sarp’ın evinin oradaki kameralar?”
“Onlarda bozuktu.”
“Sence bu bir tesadüf mü Sinan?”
“Hayır, komiserim.”
“Bence de.”
Deniz gizlice Sarp’ı takip ediyordu. Okuldan çıkalı yarım saat olmuştu. Sarp okuldan 20 dakikalık uzaklıkta ki bir kafeye gelmiş birini bekliyordu. Deniz’de Sarp’tan az uzak bir masaya oturmuş şapkasını olabildiğince aşağı çekmiş bekliyordu. Dikkatle Sarp’ı süzüyordu. Tam odaklanmıştı ki bir ses duydu.
“Bir şey alır mıydınız?”
“Efendim? He, yok sağolun. Birini bekliyorum.”
Garson yanından ayrılmıştı. Kafasını tekrar Sarp’ın masasına çevirince gelen kişiyi gördü. Bu Mina’ydı. Seslerini zar zor duyuyordu.
“Kamera görüntüleri diyorum sana. Bulmuşlar.” dedi Mina.
“Bir şey olmaz.”
“Ne demek olmaz. Az kalsın bütün plan çöp oluyordu.”
“O polis kadın o görüntüyle hiçbir şeyi kanıtlayamaz.”
Deniz düşündü. Ne görüntüsü?
“Neyse bunları düşünmeyelim. Ne yemek ya da içmek istersin?” diye sordu Sarp.
“Sadece soğuk su.”
Deniz’in yanına tekrar garson gelmişti.
“Beklediğim kişi hala gelmedi.” dedi Deniz garsona bakma zahmetinde bile bulunmadan.
“Sakıncası yoksa kimi bekliyordunuz?”
Bu ses tanıdıktı.
“Barış hocam.”
“Şşş! Sessiz ol.”
“Burada ne işiniz var?”
“Asıl senin ne işin var?” Deniz gerçeği söyleyip söylememi arasında ikilemde kalmıştı. Gözlerini yere dikerek:
“Sarp’ı takip ediyordum.”
“Neden?”
“…”
“Çünkü katilin o olduğunu düşünüyorsun.”
“Siz de mi öyle düşünüyorsunuz?”
“O yüzden buradayım. Mina ile ne konuştu duydun mu?”
“Bir görüntüden bahsettiler.”
“Biliyordum.”
“Neyi?”
“Mina’nın da bildiğini ve bunun normal bir kavga olmadığını.”
“Mina neyi biliyor ve kavga mı?”
“Görüntü dedikleri kütüphanenin kamera görüntüleri. Görüntüler de Sarp ile Işık fena söz dalaşına girmişlerdi. Sarp kitap kavgası diye polisleri geçiştirmeye çalışmış ve Mina da polislere bu olayı bilmediğini söylemiş.”
“Yani Sarp, bizim Sarp, Işık’ı öldürdü ve Mina’nın da bundan haberi var mıydı? O zaman polise gidelim.”
“Evet. Tek problemimiz kanıtımızın olmaması.”
“Ne yapacağız?”
“Sen hiçbir şey yapmayacaksın. Bu işi polislere bırakacağız.”
“Ama-“
“Hadi onlar seni farketmeden önce git buradan.”
Deniz kafeden ayrıldı ve Begüm’ü aradı.
“Hemen buluşmalıyız.”
“Deniz… Deniz ben iyi değilim.” Begüm’ün sesi biraz ağlamaklı geliyordu.
“Neredesin söyle geliyorum hemen.”
“Dilara’nın evindeyim.”
Dilara’nın evi:
Kapı zili çaldı. Begüm ve Dilara birbirlerine baktılar. Begüm’ün gözleri öfke, Dilara’nın gözleri pişmanlık doluydu.
“Ben bakarım.” dedi Dilara ve kapıya doğru gitti.
Yarım saat önce:
Begüm okuldaki garip davranışlarından dolayı Dilara’yı takip ediyordu. Okuldan sonra direk eve gelmişti. Begüm’de bu gizli takip olaylarını bırakıp arkadaşına direk neyin var, diye sormak için evin ziline bastı. Kapıyı Dilara açmıştı.
“Selam.”
“Selam.”
“Annenler evde değil mi?”
“Hala işteler. Gelsene içeriye.” Begüm içeri geçti. Salona oturdular.
“Ee, ne oldu?”
“Arkadaşımı ziyarete geldim.”
“Haber verirdin. Bu başka bir şey. Çıkar ağzından baklayı.”
“Bugün okulda biraz gariptin. Neyin var? Hasta mısın?”
“Hayır.” dedi Dilara endişeli bir şekilde ve gözlerini kaçırmıştı.
“Hadi Dilara, bana söyleyebilirsin. Ben senin en yakın arkadaşınım.”
40 dakika sonra:
“Dilara, Işık’a zorbalık yapmış.” dedi Begüm yaşadıklarını Deniz’e anlatırken.
“Ne? Sen onun yakın arkadaşı değil miydin?” diye şaşkınlıkla sordu Deniz.
“Biz onu yakın arkadaşımız bildik sırlarımızı söyledik ama o ne yaptı? Lanet bir kıskançlık yüzünden Pelin’le bir olup en yakın arkadaşına ihanet etti, ona zorbalık yaptı, onu sırtından bıçakladı, onu hayal kırıklığına uğrattı…”
“Çok pişmanım gerçekten.” diye araya girdi Dilara gözleri dolu dolu.
“Ona kendimi affettirebilmek için katili bulacağım. Söz veriyorum.”
“Katili bulduk.” dedi Deniz. Kızların ikisi de aynı anda “Ne?!” dediler.
“Kim?” dedi Dilara.
“Sarp.” dedi Deniz.
“Nasıl öğrendin?” diye sordu Begüm. Deniz de başından geçenleri anlattı.
“Kısacası kanıt bulursak her şey hallolucak ama ortada kanıt yok.”
“Kanıtı nasıl bulacağız?” dedi Dilara.
“Sen sus.” dedi Begüm. “Seninle hesabım daha bitmedi.” ve Deniz’e bakıp devam etti:
“Kanıtı nasıl bulacağız?” Deniz omuz silkti. Ne yapacaklarını o da bilmiyordu.
Kafe:
Barış Nisa polisi aramıştı. Kafedeki konuşmalardan bahsetmişti. 10 dakika sonra birkaç polis kafeye gelip Sarp’ı götürmüşlerdi. Barış Mina’ya seninle de görüşücez bakışı atıp o da Mina’yı kafede bırakıp karakola doğru yol aldı.
“Bence karakola gidelim.” dedi Begüm. “Belki o görüntüye bakarız.”
“Büyük ihtimalle bize göstermezler ama yapacak bir şey yok. Denemekten zarar gelmez.” dedi Deniz ve ikisi de ayaklandı. Dilara hala oturuyordu.
“Sen gelmiyor musun?”
“Ufak bir işim var siz gidin. Yetişirim size.”
“Peki.” Begüm sert bir bakış atıp dışarı çıktı. Ardından Deniz.
“Anlamıyorum. O senin arkadaşın. Arkadaşlar birbirlerine böyle bir şey yapmaz Deniz. Bunu yapmak benim aklımın ucundan bile geçmez. Kaç gece Işık’ın zorbalıktan ağladığını, kaç kez bunları durdurmak için uğraştığınızı bilemezsin. Hepsinde Dilara’da vardı. Bütün bunları gördükten sonra böyle bir şey yaptıysa… Offf!”
“Bence bi’ sinirle yaptı. Sonra da çok pişman oldu. Yaptığı şeye asla iyi bir şey demiyorum ama biraz sakin ol.”
Begüm gökyüzüne bakıp:
“Teşekkürler Işık.” dedi.
“Ne için?”
Begüm acı bir şekilde gülümsedi ama hiçbir şey söylemedi.
Dilara son ses müzik açıp yatağına yatarak ağlamaya başladı. Kendini tam bir pislik gibi hissediyordu. Kıskandığı Işık’ın hayatına baktı. Daha lisedeyken ölmüştü. Bu muydu istediği hayat? Uğruna en yakın arkadaşının binlerce göz yaşına mâl olacak hayat bu muydu? Kim bilir o toz pembe hayatının arkasında nasıl acılar, hayal kırıklıkları vardır.
Bunları düşünürken kapı çaldı. Begüm ve Deniz evde bir şey mi unutmuştu? Kalktı, gözlerini elleriyle sildi. Yüzüne sahte bir tebessüm koyup kapıya gitti.
“Mina?!”
“Dilara.”
“Senin ne işin var burada?”
“Kafede Sarp’la oturuyordum. Polisler gelip onu götürdü.”
“Ee?”
“Ben de sana geldim.”
“Neden?”
“Sen Işık’ın en yakın arkadaşı değil misin?”
“Yani…”
“Işte sen neden götürdüklerini biliyorsundur belki.”
“Ben polislerin işini nereden bileyim?”
“Ya bunları böyle kapıda mı konuşucaz?”
Dilara kenara kaydı ve Mina içeri girdi. İkiside koltuğa oturdu.
Uzun bir sessizlik oldu.
“Eee? Ne konuşucaz?” dedi Dilara. Biraz gerilmişti.
“Soğuk bir şeyler var mı?”
“Su.”
“Soğuk su alabilir miyim?”
“Tamam.” dedi ve Dilara mutfağa soğuk su almaya gitti. Elinde suyla geri döndüğünde Mina koltukta değildi. Dış kapıya baktı ayakkabısı hala oradaydı. Tam o an lavabodan bir ses geldi. O tarafa doğru ilerledi Dilara.
“Mina?”
“Şey… Elimi yüzümü yıkayayım demiştim. Iıı… hadi içeri geçelim.”
“Elin neden arkada. Ne var?” Dilara korkmaya başlamıştı. Ne de olsa Mina Sarp’ın katil olduğunu biliyordu.
“Yok bir şey.”
“Mina o ne?” Dilara ileri doğru bir adım attı ve Mina’nın elindeki şeyi görmüştü. Elinde ki bardak kayıp yere düşmüştü. Çığlık attı. Mina hemen eliyle ağzını kapatıp:
“Sus! Bağırma.” dedi.
Dilara gözünü Mina’nın elinde ki kanlı bıçaktan alamıyordu.
“Geç içeri.”
Dilara ürkek ve ufak adımlarla salona doğru ilerledi.
“Bağırdığın an bıçaklarım. Başka bir ceset istemiyorum o yüzden sessiz ol.” dedi Mina. Dilara koltuğa oturdu.
“Bant nerede?”
“…”
“BANT NEREDE?”
“Şey… çekmecede.” dedi Dilara bir yeri göstererek. Mina bantı alıp Dilara’nın önce ağzını sonra elini bağladı. Sonra Dilara’nın Işık’ın kanıyla kaplı olduğunu düşündüğü bıçağı bir bezle temizlemeye başladı. Dilara bir şeyler yapmalıydı yoksa son kanıtları gözlerinin önünde kaybolacaktı. Ilk önce yavaşça cebinden telefonunu çıkartıp Deniz’e kısa ama öz bir mesaj attı:
YARDIM
Sonra ayağıyla Mina’ya tekme attı.
“Hey! Uslu dur Dilara.” dedi Mina ama Dilara bir tekme daha atmıştı. Mina elindeki bıçağı kenara koyup Dilara’ya doğru yürüdü. Dilara içinden “N’olur çabuk gel Deniz. Yalvarırım.” diye geçiriyordu. Mina elinde bantla Dilara’nın ayaklarınını da bantlamaya başlamıştı ki Dilara sert bir şekilde kafasını Mina’nın kafasına geçirmişti.
Mina kafasını tutarak:
“Sen çok oldun ama.” dedi ve bıçağı alıp Dilara’nın karın boşluğuna soktu. Dilara acıyla derin bir nefes aldı. Hayatında bu kadar acı hissettiğini hatırlamıyordu ama rahattı. Işık için ölüyordu. Belki de Işık onu artık affedebilirdi. Yanına gidince anlayacaktı artık Dilara. Yanıyordu. Çok fena yanıyordu.
Mina telaşlanmıştı. Yaptığı haraket anlık bir sinirle olmuştu ama çok kötü olmuştu. Bir an önce burdan çıkması gerekiyordu. Bıçağı da alıp koşarak evden çıktı. Kamera kayıtlarını halledecek vakti yoktu.
Dilara artık dayanamıyordu. Son gücüyle “Deniz.” dedi ve gözleri yavaş yavaş kapandı. Son anda bazı boğuk sesler duymuştu ama umurunda değildi. Artık tek istediği uyumaktı.
15 dakika önce:
“Dilara mesaj atmış.” dedi Deniz.
“Ne demiş?”
“Yardım.”
İkiside birbirine baktı ve aynı anda geri dönüp koşmaya başladılar. İkiside nefes nefese kalmışlardı. Deniz eve önce vardı. Kapı açıktı.
“Dilara?” Hemen yanına gitti.
“Dilara. Dilara bana bak. Aç gözlerini. Kahretsin. Hadi Dilara hadi.”
O sırada Begüm içeri geldi.
“AAAAAA!!!”
“Begüm sakin kal ve hemen 112’yi ara. Yaraya da bez bastır. Çok kan kaybetmiş zaten. Bunu yapan çok uzağa gitmiş olamaz. Onu bulucam tamam mı?”
Begüm korkuyla kafasını salladı. Deniz koşmaya başladı. Begüm telefondan 112 aradıktan sonra gördüğü ilk beze benzeyen şeyi yaraya bastırdı. Ağzında ki bantı çıkardı.
“Aç gözlerini Dilara. Aradım ambulansı bak hemen gelicek. Iyileşeceksin. Dilara hemen aç gözlerini.”
Dilara zorla gözlerini açmıştı.
“Dilara?!!! Dur kendini yorma. Yaşayacaksın tamam mı? Inan bana.”
Dilara’nın ağzından zorla bir kelime çıktı.
“Af… fet…”
Ağlamaya başladı Begüm.
“Affettim. Affettim Dilara ama bunları sen uyanınca konuşuruz. Yaşarsan eminim seni Işık’ta affeder.”
Deniz etrafa bakındı ama kimse gözükmüyordu. Hemen geri içeri geçip güvenlik odasına girdi. Oradaki adama “Kamera kayıtlarına bakmam lazım.” dedi hızla. Adam şaşırmıştı.
“Hemen. Lütfen. Hayat memat meselesi.”
Adamın ellerine baktığını farketti. Dilara’nın kanıydı. Ellerini hemen arkasına aldı.
“Lütfen.” dedi. Adam:
“Katiyen olmaz.” dedi.
“O zaman 5 dakika önce burdan kim geçti?”
“…”
“Lütfen.” Deniz yavaş yavaş stresleniyor ve öfkeleniyordu. Adam ,Deniz’in yüzündeki ifadeden olsa gerek, “Bir kız çocuğu.” dedi.
“Böyle kısa kahverengi saçlı, gözlüklü hatta üzerinde pembe bir ceket var o mu?”
“Evet.”
“Mina.” diye geçirdi içinden.
“Peki ne tarafa gitti?” diye sordu Deniz.
Adam eliyle sağ tarafı gösterdi. Deniz hızla koşmaya başladı. Ilk önce Mina’nın evini düşündü ama onun evi bu tarafta değildi. Burada kimin evi var? Kimin evi? Kim… Sarp. Sarp’ın evine gidiyor olmalıydı. Koşarken telefonundan Barış hocayı aradı.
“Alo?”
“Alo hocam.”
“Deniz. Neden nefes nefese kaldın?”
“Sarp’ın evine gelin hocam. Çok acilen.”
“Neden? Sarp burada. Onu sorguya aldık.”
“Hocam konumuz Sarp değil. Size anlatıcam. Siz gelin. Bir de Dilara’nın evine polis mi ambulans mı ne yolluyorsanız yollayın. Lütfen.” dedi ve telefonu kapatıp koşmaya devam etti.
Karakol:
Barış bi’ anda yüzüne telefon kapatılınca şaşırdı. Neler oluyordu? Ne oluyorsa önemli olmalıydı. Daha önce hiç Deniz’in sesini böyle endişeli duymamıştı. Hızla sorgu odasının kapısına gitti. Kapıda Sinan vardı.
“Nisa polisle konuşmam lazım.”
“Böyle bir iznim yok efendim.”
“Çok acil.”
“Özür dilerim.”
“Ne zaman biter?”
“Bilemem ama yarım saatten önce bitmez.”
“Off!”
“Eğer uygun görürseniz bana söyleyin. Elimden geldiğince yardım ederim.”
“Ben sana adres versem oraya bir iki polis gönderebilir misin?”
“Olabilir. Neresi?”
“Ama hızlı olmalısın.” dedi Barış ve Dilara’nın evinin adresini verdi. Sonra hızlıca karakoldan çıkıp Sarp’ın evine doğru ilerlemeye başladı.
Deniz, Sarp’ın evinin önüne gelmişti. Kapı yine açıktı. Derin bir nefes alıp sakince içeriye geçti. Mina’nın elinde bıçak olduğunu varsayarsak çok dikkatli olmalıydı. Ilk önce salona baktı. Burada yoktu. Çok sessiz davranıyordu. Salondan mutfağa geçti. Mutfakta boştu. Takırtılar duyuyordu. Belki de Mina’nın nerede olduğunu adı gibi biliyordu ama o anın gelmesini ertelemek için başka odalara bakıyordu. Hayatı boyunca hiç bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu. Ne de olsa lise öğrencisi de olsa karşısındaki bir katildi. Sarp’ın odasına doğru ilerledi. Kapı kapalıydı. Nefes alış verişi hızlanmıştı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Kapıyı hızla açtı.
“Deniz?”
“Mina.”
“Se… Senin ne işin var burada?”
“Asıl senin ne işin var?”
Mina soruya cevap vermeden Deniz’i kapının ordan iterek koşmaya başladı.
“Yeter artık. Koşturmayın beni yoruldum.” dedi ve düştüğü yerden kalkıp Deniz’de peşinden koşmaya başladı. Ama koşmasına gerek kalmamıştı. Mina Barış hocanın elinden kaçmak için çırpınıyordu.
“Ne oluyor burada?” dedi Barış.
Dilara hastanedeydi. Yanında Begüm ve Sinan polisle birkaç polis daha vardı. Hayati tehlikesi hala devam ediyordu.
Deniz ve Barış’ta Mina’yı karakola getirmişlerdi. Nisa polisin Sarp’la olan sorgusu bitmişti. Deniz, Barış hocasına ve Nisa polise bugün yaşadığı bütün olayları hiçbir detayını atlamadan anlatmıştı. Evde ki bıçağı bulmak için Sarp’ın evine polis göndermişlerdi. Şimdi sıra Mina’yı sorguya alıp itiraf ettirmekteydi.
Deniz ve Barış sorgu salonunun çift aynalı kısmının arka tarafına geçmişti. Mina elinde kelepçeyle loş ışıklı odadaki masaya oturmuş bekliyordu. Nisa polis kapıdan içeri elinde çayla girdi.
“Selam Minacım. Sana çay getirmedim ama benim ihtiyacım var. Malum uzun bir konuşma olacak ve eğer uzun süre çay içmezsem dilim kuruyor. Neyse artık asıl konumuza gelelim değil mi?” dedi Nisa polis ve çaydan hüpleterek bir yudum aldı. Mina’nın karşısındaki sandalyeye oturup başla bakalım anlamında kafasını salladı.
“Ne anlatayım?”
“Ah Mina. Salağa yatma. Beni uğraştırma da konuş bakalım.”
“Ben ne yaptım ki konuşayım.”
“Ne mi yaptın? Pekala ben yüzeysel anlatayım sen detaylara girersin. Tamam mı?”
“…”
“Başlıyorum. Işık’ı sen öldürdün ve-“
“Ben mi öldürmüşüm? Kanıtınız var mı?”
“Mina. Mina. Mina. Sence Sarp ağzını ne kadar sıkı tutabildi dersin?”
“Ne?”
“Senin yaptığını bir tek Sarp biliyordu değil mi? Çünkü ona ihtiyacın vardı. O olmadan kamera kayıtlarını asla silemezdin.”
“Blöf yapıyorsun.”
“Neden öyle bir şey yapayım ki. Sarp’ı iki korkuttum hemen döküldü. Hadi diyelim bu blöf Dilara ne olacak? Onu bıçakladığını gösteren milyonlarca kanıt var. Mesela tam bıçaklandığın da orada olan bir tek sen varmışsın. Kamera kayıtları elimizde. Hem Dilara ölmedi. Düşünsene uyanıp seni suçluyor. Sonra… Bence bu kadar yeterli. Şimdi Dilara yüzünden her türlü hapise gireceksin. Sarp yüzünden daha fazla hapise gireceksin. Şu an senin avantajına olan tek şey itiraf edip bizimle anlaşman. Böylelikle daha az yatarsın. Hem daha gençsin. Hayatının çoğunu hapislerde sürünerek geçirmek istemezsin bence. Belki de hepsini.”
“Tamam. Eğer itiraf edersem kaç yıl yatarım?”
“Sen anlat sonra hallederiz o kısmı.”
Mina durdu ve gözlerini kapattı. Biraz öyle kaldı. Sonunda gözlerini açıp:
“Işık’ı ben öldürdüm.” dedi. Nisa polis yutkundu. Evet, onun yaptığından emindi ama ağzından birebir duymak acı vermişti. Çayını eliyle kenara itti. Artık içmek istemiyordu.
Mina’nın hayatının hatasıydı bu. Artık hapislerde büyüyecekti. Hem de daha liseye gidiyordu.
“Nasıl öldürdün? Bütün detaylarıyla anlat.”
“O gece Mina ile konuşmak için sözleştik. Aslında aklımda öldürmek gibi bir niyet yoktu. Gece Işık’ın evine gittim. Tartıştık falan. En sonunda onu bıçakladım işte. Bir anda onu öyle yerde kanlar içinde görünce midem bulandı. Tuvalete gidip biraz bekledim ve kendime geldim. Bütün kanıtlardan kurtulmam gerekiyordu. Bıçağı aldım. Etrafı, dokunduğum her şeyi, temizledim. Tek sıkıntı kamera kayıtlarıydı. Ben anlamam o işten. O yüzden ilk aklıma gelen kişiye gittim: Sarp. Bunu Sarp’a söylediğim de şok geçirdi. Onu kendine getirip korkuttum. Eğer ağzından tek kelime kaçırırsa falan. Anladınız siz. Sonra beraber suç mahallini daha da temizledik. Kameraları bozduk. Neyse o işleri hallettik işte. Sonra aklıma bir fikir geldi. Bu işten tamamen kurtulmak istiyorsam suçu başka birine atmalıydım. O an aklıma Dilara’nın Işık’ın en yakın arkadaşı olduğu ama ona ihanet ettiği geldi. Bende suç aletini yani bıçağı Dilara’nın evine saklamayı düşündüm. Bir sonraki gün herkes Işık’ın ölümüyle ilgilenirken gizlice Dilara’nın evine sakladım. Tuvalete. Sonra her şey iyi gidiyordu. Taa ki o kütüphane görüntüsüne kadar. Şimdi geldik asıl soruya. Benim neden Işık’ı öldürdüğümü merak ediyorsunuz. Ilk önce Işık’ı gördüğüm güne yani asıl tanıdığım güne gidelim. Yarışma içindi. Beraber takım arkadaşı olmuştuk. Hayatı o kadar toz pembe o kadar sorunsuz, mükemmeldi ki sanırsınız kendisi Pollyanna ama o sadece ailesi boşanacak diye bütün gün bana ağladı. Inanamadım. Benim babam anneme şiddet uyguluyordu. Gözlerimin önünde. Hep ona boşan bu adamdan dedim ama dinletemedim. Bir gün annemi o kadar dövmüştü ki annem öldü. Öldü. Keşke boşansalarmış. Şimdi Işık’ın bu konuya ağladığını görünce zaten sinirlendim. Üstüne farkettim ki herkes ondan nefret ediyordu. Mert ve Pelin’e bakın. Siz birine sebepsiz yere zorbalık yapar mısınız? Hayır. Onlarda sebepsiz yere yapmıyordu. Mert ve Pelin eskiden yetimhane de beraber yaşamışlar. Sonra onları farklı farklı aileler evlatlık edinmiş. Okula geldikleri ilk gün Işık onlarla evlatlık oldukları için dalga geçmiş. Tabii incinmişler. Sonra Özgür. Sevgilisine güvenememiş bile. Aldattığını düşünmüş. Özgür ona deliler gibi aşıktı. Böyle bir çocuk bile artık kendisinden nefret ediyor. Dilara? En yakın arkadaşıydı ama ne oldu? Onu kıskandı. Ona zorbalık yaptı. Sadece Begüm vardı. Ondan nefret etmeyen sadece Begüm’dü. Çünkü onunda mükemmel bir hayatı vardı. Zengin bir ailenin çocuğuydu. Onlar gibi hayatları mükemmel olan insanların tek problemleri anca aşk olur. Ona da problem denirse tabii. Deniz’e aşık olmasa hayatında garip denilecek hiçbir şey yok…”
Aynanın arkasında ki Deniz’in gözleri açılmıştı. Bu konuyu sonra Begüm’le konuşması gerekiyordu ama şimdi Mina’yı dinlemeye devam etti.
“Kısacası dayanamadım ve bir gün Işık’a gidip onunla yüzleşmeye karar verdim. Mükemmel hayatını ona gösterip bu hayatta göz yaşı dökmeye hakkı olmadığını söyleyecektim. Bu konu hakkında küçük küçük kavgalar etmiştik zaten. Bu konulardan Sarp’a da bahsetmiştim. O da tabiki bana hak vermişti. Işte kütüphanede bu konu yüzünden kavga ettiler. Bir de Sarp’a sesini yükselttiğini öğrenince iyice sinirlendim. Gece Işık’ı aradım ve oraya geleceğimi söyledim. Bu kavgaların sonu gelmeliydi. Işte o gün Işık bana sert çıkınca öldürdüm. Dediğim gibi Ilk korktuğum an sizin bana Sarp’ın kütüphanedeki kamera görüntülerini sorduğunuz andı. Sarp’la kafede buluşup bu konu hakkında konuşurken Sarp’ı polisler alınca daha da korktum ve aklıma ilk gelen şeyi yaptım. Bütün suçu Sarp’ın üstüne atıcaktım. O yüzden Dilara’ya gidip bıçağı alıp Sarp’ın evine koyucaktım. O sırada Dilara yanlışlıkla bıçaklandı. Sonra bıçağı Sarp’ın evine koydum ve yakalandım. Gerisini biliyorsunuz işte.”
Nisa polis nefes nefeseydi. Kalbi çok hızlı atıyordu. Sanki boğuluyormuş gibi hissetti.
“Pekala. Sen bekle burada birazdan devam edicez.” dedi Nisa polis ve dışarı çıktı. Kapıya yaslanıp derin derin nefesler aldı. Ardından Deniz ve Barış’ta çıkmıştı.
“Iyi misin?” diye sordu Barış.
“Iyiyim sadece biraz ağır geldi. Hallederim birazdan. Alışığım. Normalde böyle olmazdı. Ilk defa…”
“Dur dur. Panik atak geçiriyorsun galiba. Şöyle otur. Derin nefesler al. Her şey düzelicek. Sıkıntı yok. Benimle beraber hadi nefes al… nefes ver. Tekrar nefes al… nefes ver.”
Nisa biraz daha sakinlemişti.
“Teşekkür ederim.”
“Ne oldu? Seni etkileyen bir şey olmuş olmalı. Panik atak öylece olmaz.”
“Ya… Benim de ailem küçükken… Of!”
“Tamam sakin ol.”
“Işte ailem sıkıntılıydı. Mina’da öyle şeyler bahsedince… Boş ver.”
“Tamam nasıl istersen. Dilara’nın durumu nasılmış Begüm’ü arayıp öğrensene Deniz.”
“Tamam hocam.” Deniz biraz daha köşeye gidip telefonuyla Begüm’ü aradı.
“Alo.”
“Durumu nasıl Begüm?”
“Iyilesti. Daha bilinci yerinde değil ama yakında gelir diyor doktorlar.” Begüm’ün sesinden mutluluk akıyordu.
“Oh, rahatladım. Tamam sonra görüşürüz o zaman.”
“Görüşürüz Deniz.”
Deniz tekrar yanlarına gelip:
“Durumu iyiymiş ama bilinci açık değilmiş.” dedi.
“Sevindim.” dedi Barış.
“Güzel, bilinci açıldığında Sinan’a söyleyeyim de ifadesini alsın.” dedi Nisa polis ve Sinan’ı aradı.
1 hafta sonra:
Dilara tamamen iyileşmiş ve ifadesini vermişti. Begüm her gün onu ziyaret ediyordu.
Sarp’ın mahkemesi cinayeti ört bas etme, kanıt yok etmekten 7 yıl hapis ile sonuçlanmıştı. Mina ise cinayet, kanıtları yok etme, adam yaralama gibi şeylerden 23 yıl hapis cezası almıştı.
Özgür gerçeği öğrenmiş ve Deniz’den af dilenmişti. Deniz onu affetti.
Okul müdürü okulda sapık bulundurmaktan para cezası almıştı.
Mert ve Pelin ise zorbalık yaptıkları için okulda disiplin cezası almışlardı. Kısacası her şey hallolmuş gibiydi ama geriye tek bir sorun kalmıştı.
“Bana aşıkmışsın.” dedi Deniz Begüm’e bakarak. Begüm’ün bir anda yanakları kızarmaya başlamıştı ve hemen gözlerini başka yere kaçırdı.
“Sen… Sen nerden biliyorsun ki?”
“Mina’nın sorgusunu dinlerken öğrendim. Neden bana itiraf etmedin?”
“Bilmiyorum. Çok utandım şu an.”
“Utanmana gerek yok Begüm. Bak bana.”
Begüm gözlerini Deniz’e dikti.
“Dökül istersen.”
“Ne? Neyi?”
“O gün Özgür’le kavga sebebimizi öğrendikten sonra Işık’ın asla benimle aldatmayacağına emin olmanın sebebi mesela.”
“O benim seni sevdiğimi biliyordu işte ve arkadaşının sevdiği çocuğa yan gözle bakmak bile bir ihanettir. Işık asla öyle bir şey yapmaz.”
“Peki Dilara’nın evinden çıktığımız gün gökyüzüne bakıp Işık’a neden teşekkür ettin?”
Begüm gülümsedi.
“Hadi söyle.”
“Işık bana söz vermişti. Bir gün seni Deniz’le uzun süre yan yana durduracağım. Hayatının en mutlu gününü yaşatacağım demişti. O gün farkettim ki Işık’ın… katilini ararken aslında uzun süre beraber kalmıştık. Ölmüştü belki ama arkadaşına verdiği sözü asla unutmamıştı.”
“Işık’ı gerçekten çok seviyordun değil mi?”
“Senden bile daha çok. Öyle düşün yani.”
İkiside gülmeye başlamıştı.
“Keşke Işık’ta burada olsaydı.” dedi Begüm yine gökyüzüne bakarak.
“Keşke.”
Bu site kurulduğundan beri takip ediyorum.
Tüm yazıları beğenerek okuyorum. Fakat bu yazıdan bir şey anlamadım.
Çok sıkıcı bir yazı oldu.
Sayın yetkililer lütfen böyle uzun ve sıkıcı yazıları burda yayınlamayın.
Sizleri çok seviyorum.
Allah gönlünüze göre versin.
Sizler güzel insanlarsınız.