“Benim motivasyonum da tökezlemem de insana ve hayata dair duyduğum öfke ve sevgi. “
1) Bize biraz Mustafa Orman’dan bahseder misiniz? Genç bir yazar kimliğinin dışında Mustafa Orman kimdir?
Kendime dair söyleyebileceklerim yok gibi. Bu bilmediğimden değil, her an fikrimin değişebileceği hükmünü dünya bana bahşettiği içindir. Ancak kesinleşmiş veya hâlâ devam eden şeylerden bahsedebilirim. Aslen Kars Digorluyum. Iğdır’da doğup büyüdüm, çocukluğum burada geçti. Yaklaşık bir buçuk yıldır da Kars’ta yaşıyorum. Iğdır’daki çocukluk hafızamı, şimdi Kars’taki yetişkinlik deneyimimle harmanlıyorum. Kars’ta somut ve somut olmayan kültürel varlıklar üzerine belgesel çalışmaları yapıyorum. Fotoğraf çekmeyi seviyorum. Ama zihnimde tasarladığım fotoğraflarla çektiklerim genel olarak birbirini tutmuyor. Hiçbir zaman da tutmayacak gibi görünüyor.
2) Neden yazmak? Bu yolculuk nasıl başladı? İlk yazınıza dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz?
Yaratım süreci, hayatla ödeşme yolu. Olduramadığınız yaşamı edebi eserler yoluyla yeniden yaratırsınız. Olduramadığınız ne varsa yerle bir edip yıkarsınız, sonra da oldurmak istediğiniz biçimde inşa edersiniz. Yıkmak ve yapmakla eş değerde ilerliyor yazmak. Kusurları olduğunu düşündüğüm dünyayla, insanla bir derdim var. İyimser değilim, bu yüzden kötümser bir umutla bakıyorum. -Mış yapmak, olmayan bir şey üzerinden umut pışpışlamak değil amacım. Dünyaya böyle bir yerden bakmıyorum. Baharı, yazı, kışı bir arada yaşıyoruz. Şu çağda, herkes ve her şey kendine peygamber süsü veriyor, oysa peygamberler bile dört dörtlük insanlar değildi. İnsanın olduğu yer, kusurdur. İnsan kusuruyla varolur. Edebi eserler de kusurlarıyla öne çıkar, kusurları sunabildiği ölçüde varolur. İnsanın hata yapma şansı elinden alındı. İnsan, hatasız yaşamak zorundaymış korkusu verildi. Hata yaparsanız, kenara itilir, harcanırsınız. Oysa hata yapmamak, hatayı deneyimlememek zaten insanı öldürür. Bunlara takriben politik doğruculuk gölgesinde üretimler yapıldı; öyle ki kusurlu bir canlı olan insanın bu gömleği üzerinden çıkarıldı ona kusursuz bir gömlek giydirildi. Buradan edebiyat çıkmaz, kusuru ve kusursuzu yıkmayan edebiyat benim gözümde edebiyat değil, propaganda ürünü bir basın açıklamasından öteye gidemez.
Yazı yolculuğu lise yıllarında başladı, üniversiteyle devam etti. Ama yazdıklarımın hepsi çok kötüydü. Şimdi dönüp o metinlerin yüzüne bile bakmıyorum. Hissettiğimse iyi ki kötü yazmışım, kötü yazmadan bir sonraki adımı daha sağlıklı atamıyorsunuz. Bir anda her şeyi iyi yapmak da devrilmenizi daha da kolaylaştırıyor. Bu nedenle hep bir sonraki eserde bir öncekinin üstüne çıkmak yazarın gelişimini de gösterir.
3) Bu yolculukta yolunuzu aydınlatanlar kimler oldu? İlk yazılarınızı kimlerle paylaştınız yada paylaşmaktan çekindiniz mi?
Yazı yolculuğumda en çok arkadaşlarım yanımda oldu. Yazdıklarımı okuyup yorumlayan, bunu kendine dert eden arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Elbette paylaşmaktan çekindiğim zamanlar oldu. Ama şu an çekinmiyorum. Beni eleştirip yerden yere vuran arkadaşlarıma mutlaka yazdıklarımı gönderiyorum.
4) Yazmak hayatınızın her anında gerçekleştirdiğiniz bir eylem mi yoksa özel rutinleriniz, mekanlarınız var mı?
Yazmak benim hayatımın merkezinde değil. Yaşamımın her anı kitaplarla, sanatla geçmiyor. Böyle olsaydı hayat çekilmez olurdu. Özel rutinlere ve mekanlara inanan biri değilim. Yazarlık o kadar masraflı değil, çoğu yazar bu eylemi abartıyor. Bir masa, bir sandalye, bir defter, bir kalem, bir bilgisayar yeter. Ötesi abartı ve gerçekdışı.
5) Yazarlık yolculuğunuzda tökezlediğiniz anlar oldu mu? Hiç vazgeçmeyi düşündünüz mü? Motivasyonunuzu kaybettiğiniz anlar olduysa sizi yeniden harekete geçiren şey ne oldu?
İçimde hayatımın her döneminde bastıramadığım bir öfke var. İnsana ve hayata dair büyük bir öfke duyuyorum. Aynı zamanda büyük bir sevgi besliyorum. Bu sevginin kaynağı, durmak bilmeyen ve bir türlü anlam veremediğim öfke. Bu da beni yaşamın her bir kıpırtısında tökezletiyor. Uyumsuz birey olmanın sancılarını yaşıyorum, ömür boyu da yaşayacağım gibi görünüyor. Umut ettiğim, umut etmekten geri durmadığım yaşam, günün belli aralığında beni umutsuzluğa, kırgınlığa itiyor. Beşiktaş yenilince tökezliyorum. Anlamak ve anlaşılmak sonuçsuz kaldığında tökezliyorum. Kırıldığımda tökezliyorum. Hayatta hiçbir şey benim istediğim gibi gitmedi, gitmiyor. Kiewslovski’nin çok sevdiğim bir sözü var, “Biz her şeye kavuştuk ama bana öyle geliyor ki, elde ettiğimiz şeyler hayal ettiklerimizle alay etti,” der. Gerçekler hayal ettiklerimizin önüne geçiyor. Hiçbir şey istediğimiz gibi olmuyor, olmayacak da. Artık buna dair kederlenmiyorum. Yazıyla olan ilişkim hayatla olan ilişkimle birebir muhatap olduğundan bilinçli bir eylem olmasa dahi, yazıya da oturamıyorum. Otursam bile midem kramplarıyla baş başa kalıyorum. Bu da beni yazıdan daha çok soğutuyor. O tökezleme halini sonuna dek yaşama fırsatı veriyorum kendime. Çünkü bu tökezlemelerin yazıyı doğuracağını biliyorum. Yalnızca yazıyı değil, bir anda önüne setler dizdiğin yaşamı da ayağa kaldıracaktır. Vazgeçtiğim, umut etmekten geri durduğum, umursamadığım, yaşamından caydığım her şeye bu tökezleme anında yeniden başladım. İnsanın, kalkması için düşmesi, etrafı düzeltmesi için bir şeyleri dağıtması gerekiyor. Yeni bir yer mi edinir, başka bir yere mi gider, bilmiyorum. Ama insana gerekli olan o dağılma halinin içinde yer alabilmesi için nefessiz kalabilmesi, sıkışması, rahatının kaçması, kırgınlığının artması, öfkesinin çoğalması gerekir. İyisiyle kötüsüyle bu tökezleme, yazarı var etme yolunda farklı bakış açılarıyla hayat görüşünü yeniden tertipler. Her seferinde bunun farklı biçimleriyle muhatap olarak, yazının ve yaşamın rengini değişik yerlerden görmeye başlar. Benim motivasyonum da tökezlemem de insana ve hayata dair duyduğum öfke ve sevgi.
6) Bir söyleşinizde ‘ben sözcüklerle toplumun fotoğrafını çekiyorum’ diyorsunuz. Bu konuya biraz değinebilir misiniz? Eserlerinizde toplumsal olayların yeri nedir?
Doğduğunuz şehir, köy, kasaba sizin ömrünüzün silinmeyeceği yerdir. Coğrafya değiştirseniz, yabancı ülkelere gitseniz, büyükşehirlerde yaşasınız da hiçbir şey silinmez. Terinizi ilk attığınız, nefes alıp verdiğiniz, dizinizi kanattığınız yer size yapışıyor, sizin ömrünüz oluyor artık. Büyüdüğüm toplumun dertleriyle, sevinçleriyle bir arada yaşadım hep. Onlar ruhuma sinmiş durumda. Bu yüzden topluma dair yazıyorum. Yazarken de hafızamın bir yerinde onları fotoğraflayıp sonra da sözcüklerle bu fotoğrafı anlatıyorum. İster sevinç ister keder olsun topluma böyle bakıyorum. Yüzümün ve ruhumun hürmetini kendi toplumumdan alıyorum, üretimlerim de buna bağlı olarak ortaya çıkıyor.
7) İki çok özel ödülün sahibi oldunuz. İlki 2020 Fakir Baykurt Öykü Ödülü diğeri 2023 Vedat Türkali Roman Ödülü. Ödüller sizin için ne anlam ifade ediyor? Ödülleri aldığınızı duyduğunuzda ilk ne hissettiniz?
Ödül almak hiçbir şey ama bu ülkede aynı zamanda her şey. Maalesef böyle. Ödül, sonuçta eserinize bir etiket kazandırıyor. İnsanlar da etiketleri seviyor. İnsanlar buna alıştırıldı. İyi bir eser orada duruyor, kimse farkına varmıyor, yeri geliyor sansürleniyor, görmezden geliniyor, ödül alınca da herkes o eserin başına üşüşüyor. Her şey güçtür. Güç elde ettiğiniz oranda size saygı gösterirler, gücünüz varsa okunursunuz, gücünüz varsa yok sayılmazsınız. Çünkü gücün gölgesinde yaşamayı sever insanlar. Bu insanların kötü olduğunu söylemek için değil, insan ruhen böyle bir varlıktır. Ya iktidar olmak ya da iktidarın gölgesinde yaşamak ister. Ödüller yaşamımda hiçbir şey değiştirmedi, yine mutfağa girip yemek yapıyorum, bulaşık yıkıyorum. Bulaşıktan sonra kıyafetleri katlıyorum. Dışarıdan görünen büyünün aksine varolan bir hayatı sürdürmek amacınız her şeyden önce geliyor. Elbette bende yarattığı duygu durumu, sevinç, sarhoşluk çok güzeldi ama geçip gitti hepsi. Şimdi kendimle ve yazacaklarımla baş başa kaldım yine.
8) Kitaplarınızın isimleri beni çok etkiledi. Kitaplarınıza isim verme süreciniz nasıl oldu?
Anlık bir durum sanırım. Şu an üzerinde çalıştığım Kars Üçlemesi romanlarının isimleri bile hazır: 1-Karlar Eridiğinde Bulacağım Seni. 2-Radyo Hırsızları. 3- Dünya Sesinle Sağır Olacak Kadar Kudretli. Bunun dışında yayınevine teslim ettiğim öykü kitabı; Ev Öldü Ben Ağaçları Seyrettim. Tüm isimler bir anda aklıma geliyor. Bir sözcüğün yol açmasıyla oluveriyor. Tek bir sözcüğün başlangıç ayağıyla bir kitabı yazmaya başlamak gibi.
9) Bir dergicilik geçmişiniz var. Edebiyat dergilerinin son durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Takip ettiğiniz yayınlar var mı?
Evet böyle bir dönemim oldu. Dergicilik insana yalnızca yazıyı değil, yaşamın gayesini, parasızlığı, çaba göstermeyi öğretiyor. Son yıllarda dergi takip etmiyorum.
10) En sevdiğiniz yazar kimdir desem? Bu sorunun ardından da her yazarımıza yönelttiğim, okuyucularımızın da merakla okuma listelerine eklemek için bekledikleri o soruyu sorayım. Bizlere kitap tavsiyeleriniz var mı?
En sevdiğim yazarlar Thomas Bernhard, Dostoyevski, Herman Melville, Robert Musil, Margurite Yourcenar, Yaşar Kemal, Aslı Erdoğan, Orhan Pamuk… Liste uzayıp gider. Ama ilk etapta bunlar aklıma geliyor. Bir de yönetmen Ahmet Uluçay’ın günlükleri benim başucu kitabımdır.
11) Özelikle yazmaya yeni başlayanlar için birkaç tavsiye istesek sizden. Onlara ne söylemek istersiniz?
Yazarlık, kendine karşı bir meydan okuma biçimidir. Yazarlar sizin rakibiniz değil, rakibiniz sizsiniz. Bu yüzden kendi bildiklerini yapsınlar, kimseyi dinlemesinler, kendilerini dahi.
Çok güzel bir söyleşi olmuş. Bu türden söyleşilerin devamını bekliyoruz.