Posta kutusuna bu sefer hacmi büyük bir zarf sıkıştırılmış. Merakla ve bir o kadar da heyecanla zarfa göz atıyorum. Şair dostum Hasan Çağlayan’dan: Sonrası Mavi…Hacmi küçük ama değeri oldukça büyük bir hediye şimdi ellerimin arasında. Yüreğim kıpır kıpır bir heyecan harmanı. Gurbette iki kapak arası tarifi eşsiz bir mutluluk. Tıpkı yirmi yıllık eskimez dostluğumuz gibi…
Her kitap elbette birilerini özellikle de okuyucuyu heyecanlandırır. Benim heyecanım yakınından değerli bir hediye almış nev’inden olsa da daha başka . Bir kitap kurdu şairin dilinden deneme tadında yaşanmışlığın kapılarını aralamak çok farklı olacaktır. Bundan eminim. Tarifi imkânsız acıların yaşandığı bir döneme bir de demir parmaklıklar arkasından şairane bakışı görmüş olacağım. Sürpriz anlatımlar şimdiden heyecan verdi bile. Aslında bu dönemde Anadolu’da yaşanan acıların -eli kalem tutan birileri tarafından – imlenmesi gerçekten önemli. Özellikle ‘ öz yurdunda garip ve öz yurdunda parya’ hayatı reva görülen garip Anadolu insanı için tarihe not düşülmesi açısından anlatılanlar çok değerli.
Bahar yeni kendini göstermeye başlamışken bir Mart günü bütün hayatı bir anda alt üst olur değerli şairin. Ben ona genelde ‘şair’ desem de yazı yönü de oldukça kuvvetli bir kalem o. Aslında aralıksız görüşmelerimizin kesildiği o sıklet zamanları benim için de hüzün dilimleri idi. Masum olduğunu şeksiz şüphesiz bildiğiniz bir insanın demir parmaklıklar arkasında tutulması insanın içini kanatıyor. Gerçi şimdilerde binler on binler aynı acılarla kıvrım kıvrım!.. Ateş düşmeyen, yüreği kanamayan kim kaldı ki bu ifritren dönemde?..
” Suçla(n)mak gerçekten korkunç bir şey. İyi çalışılmış bir senaryoda bizlere “kötü” rolü biçildiği bir gerçek. Ama kötü olmak gerçek mi? Eğer suç isnat edildiği halde suçsuzsan, suçlayanın suç işlediğini düşünürsün. Kendinden yola çıkarak, benzer sebeplerle suçlanan bunca insanı görünce de bütün suçların ve suçluların gerçekliğinden şüphe etmeye başlarsın. Acaba onlar da mı suçsuz? İşte bir mısra: İşte bir mısra: ” Mahkûmlar yargılıyor hâkimler mahkûm şimdi.”
Yıllar evvel ‘Gök Mavi Yer Masal ‘ adıyla denemelerini kitaplaştırmıştı Hasan Çağlayan . O masalsı yerlerde şimdi hep Boudler’in ‘elem çiçekleri ‘ açmıştı boy boy!..Kitabın girişinde ironik bir şekilde özetleniyor başa gelenler. Demir parmaklıklar arkasındaki zaman ve mekanın acımasızlığı; tıpkı evvelki şair ve yazarların yaşadıkları ve çektiklerine yeni bir telmih gibi. Dostlar, insan ömründe ne çok yaşanan ya da bazen yaşanmak zorunda kalınan sürpriz dolu zamanlar var değil mi?
Sanırım kendinizi bir anda dört duvar arasında bulmak en kötü sürpriz zaman dilimlerinden olsa gerek. İşte böyle durumlarda insanın önünde aslında iki seçenek vardır: ya kaybetmeyi seçecek ya da inandığı değerler ve yaşanmışlıklar için mücadele etmeyi!.. Yazarımız elbette ki kendisine yakışan ikinci yolu tercih etmiştir. Bu nedenledir ki ‘Sonrası Mavi’ düşler bir rüşeym gibi can bulmaya ve size yoldaş ve sırdaş olmaya başlıyor.
Malûm olduğu üzere dervişin fikri ne ise zikri de odur. Hangi mekân ve makamda olsa da içinizdeki duygular size can olur kan olur hatta belki candan bir yoldaş olur. Elbette varsa geçmişten getirdiğiniz sadık dostlarınız ya siz onları ararsınız ya da onlar sizi arar ve bulur! ‘Sonrası Mavi’ düşlerin sahibi de çok kısa sürede kavuşur kendi ifadesiyle ‘zaaf derecesinde düşkün olduğu’ sadık dostlarına bu dört duvar arasında. Aslında bir nevi kendi içindeki ‘beni’ daha iyi anlama ve yaşamını daha anlamlı kılma gayretidir bu biraz da. Bu istek kısa sürede meyveler vermeye de başlar. Christopher Vogler’in “Yazarın Yolculuğu” gelir ilk önce ziyaretine. Bu sadık dost ile susuzluğunu gideren yazar artık -daha önce yapmadığına duyduğu pişmanlık bir yana- okuduklarına dair düzenli notlar almaya da karar verir.
Elbette her karar beraberinde güçlü bir irade de istiyor. Çağlayan da kendisine cebri olarak lutfedilen zamanı daha verimli kullanmak istemektedir.
Bir yandan Van Gogh’un “Theo’ya Mektupları” ve Roland Barthes’in “Yas Günlüğü” ile hasret giderirken diğer yandan “zaman hırsızları ” ile de mücadele etmek zorunda kalacaktır . Aslında bu bir temel sorundur çoğumuz için. İnsan -en yakınındakiler bile olsa- kimi zaman/lar ‘hayır’ demesini bilmelidir. Belki de bir adım ileri gidebilmek için yapılması gereken ilk şeydir bu! Bu şekilde belki de ” yalnızlığın, yokluğun ve mahrumiyetin ortasında hayata tutunmak bu” diyebiliyor insan. Koğuştaki düzen ve intizam sizin gayretiniz ile birleşince elbette kısa sürede meyveler devşirmeye başlarsınız. Çağlayan’ın “zorlamayla olmuyor” dediği zaman dilimlerinde nadasa bıraktığı duygularından “Zindanın Hicreti” şiiri neşet eder.
Avlu bir kaç adım
Gökyüzü el kadar
İçerdeyim
Gerçek bu
….
Biliyorum
Deniz yakın
Nehir yakın
Şehir yakın
Özgürlük ne güzel şey
Hürseniz kırlara çıkın
…
Zindan değil sadece
Yusuf da iki hece
“Aldırma Gönül”
Kedersiz yürek yoktur
…
Aldırma
İmtihandır
Gün yürür zindan geçer
Ömrün sabır mevsimi
Hatıra kalsın şair
Unutulmaz bu günler
Evet, sanki bu günler için o günlerde söylenmiş Berceste mısralar bunlar…
“Namazla başlayıp namazla biten günler”de harıl harıl okumalar yapmak ve kendini yeniden inşa etmek sanki ruhuna ayrı bir dinginlik verir gibidir.
Daha bu sürpriz ortama alışma süreci tamamlanmadığı bir zamanda Haşim’den bir mısra dolanır diline “Kuşlar mıdır onlar ki her akşam/ Âlemlerimizden sefer eyler” Ve ekliyor peşi sıra kendi ikliminden esintileri…” Karanlık her yeri sarınca , kırlara, yeşilliklere , sulara ve dahası evlerimize çekip gitme hissi de geceye karışıp kayboluyor. Gönül razı oluyor buna. Dertler de bir müddet kayboluyor, kapalılığa rıza kolaylaşıyor “
” Hapislik unuttum sandığında bile akıldan çıkmıyor ” Yine de okumaya devam etmeli elbette. Yazarımız da “Ses ve Öfke”yi bir solukta bitiriyor. Faulkner’in şiirsel bir üslûp ile kaleme aldığı bu roman çoğu insan gibi Çağlayan’ı da derinden etkiliyor. Grigoriy Petro ‘un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde”n etkilenir ve “bir ankanın küllerinden yeniden doğuşuna tanıklık etmiş gibiyim” der. Bu minvalde benzer bir uyanış için çabalayan bugünkü insanların cezalandırılmasına ise şaşkınlığını ifade ediyor. Çağlayan Jack London’dan “Beyaz Diş ” ve “Vahşetin Çağrısı” nı da zevkle okur. Kitap boyunca yetmişe yakın kovandan süzme bal tadında duygular aktarır ve yer yer kekremsi tat bırakan bal alamadığı kovanlardan da söz eder. Juan Goytisolo’nun Yasak Bölge ‘si bunlardan biri örneğin. Yazarın yerel kalmadan öte gidemediğini ifadeyle birlikte “hâlbuki insana odaklansa ve ve edebi tatlara yoğunlaşsa daha cazip olurdu” şeklinde düşüncesini eğip bükmeden söyler.
Kitapta kendi birikimi ve edebi zevkini de yakından görebileceğiniz bir buket sunulmuş adeta. Kimi zaman yazarların dilinden günümüzün pek kullanışlı bakış açısına da yer yer göndermelerde bulunuyor . Robert Charles Winthrop’un görüşü buna en güzel örnek. “Gürültüsü koparılan yurtseverlik, binlerce günahın kılıfı haline getirilmeye pek elverişlidir.”
Çağlayan, kitap boyunca içerde -yaklaşık yetmişe yakın- okuduğu eserlerle ilgili öne çıkan görüş, duygu ve düşüncelerini yalın ve bir o kadar da samimi duygularla kaleme almış. Kişisel okumaları üzerinden hayata dair okuyucuya çok değerli ip uçları da veriyor. ” Nasıl ki baharatlar sıradan bulguru nefis bir çiğköfteye dönüştürüyorsa küçük mutluluklar da hayata öyle lezzetler katıyor. Hayatımızın da baharatlara ihtiyacı var. Hangisini ne oranda katacağımız bize kalmış.”
Çağlayan, iyi bir kitap kurdu olduğu kadar sıkı bir inanca da sahip. O, zorlu zamanlarda; bunaldığı ve bir çıkış yolu arayacağı zaman ne yapması gerektiğini de çok iyi biliyor: tefeül. Baş tacı bildiği Kur’an da kendisine gönül vermiş birisini asla ümitsiz ve darda bırakmıyor. Daima bir şekilde imdadına yetişiyor.
Çağlayan, hem okumalarını, kendi iç konuşmalarını hem de çevresinde olup bitenlerden çıkarımları okuyucuyu hiç sıkmadan kendisine bağlıyor. Hapishane ortamında verilen yetersiz imkânlardan bile adeta güzellikler devşirmeye ahd etmiş gibi.
Lakin iki hafta koğuşun kitapsız bırakılması (ki bu süre bir ay sürer) onu oldukça endişelendiriyor. Bir dua bırakıyor not defterine “Allah kimseyi kitapsız bırakmasın” E biz de buna amin diyelim en kalbi duygularla…
Her tefeül ruhunda taze bir sayfa açar yazarın. Özellikle Hz İbrahim’in duası istikamet çizgisi ya da yol haritası gibidir yazarlık serüveninde. “Ya Rabbi! Bana hikmet ver ve beni hayırlı kulların arasına dâhil eyle! Gelecek nesiller içinde iyi nam bırakmayı, hayırla anılmayı nasip eyle bana.”
Yaşadığını ve yaşayamadığını en içten duygularla yalın bir şekilde bizlere anlatan şair/yazar dostum Hasan Çağlayan gerçekten okunmayı hak eden bir eser meydana getirmiş. O, bir çınarın gölgesinde olduğunun ve bir gün göçü alıp gideceğinin çok net farkında. Belki de bu nedenledir ki hayatı bir şekilde yaldızlama gayreti eksik olmadı/olmuyor gönül dünyasında. Başı ve sonu belli olan iki durak arasında ne aradığını ve ne/ler bulduğunu yine kendi ifadeleri ile dinleyip sözü hitama erdirelim.
“Kitap ve şiir benim en büyük zaafım. Ne arıyorum peki? Ne buluyorum kitaplarda, şiir ve şairlerde? Öyle sanıyorum ki, kendimi arıyorum daha çok. Ve ruh akrabalarımı… Dilin ve sözün darası alınmış büyüsünü. Ve doğrudur, kendimi buluyorum. Başkalarını ve benzerlerimi okudukça kendim oluyorum. Sözümü onlarla biliyor, dilimi onlarla arıtıyorum…”
Netice olarak Süreyya Yayınları harika bir eserin edebiyat dünyamızda yer edinmesine vesile olmuş. Tebrikler Süreyya Yayınlarına ve emeği geçen herkese.