Plansız bir ayrılık bütün ayrılıklardan daha derin bir acıya sahipmiş. Bilmediğimiz bir yolculukta tek seçeneğimizin ayrılık olduğu son noktadaydık. Normal zamanlarda sadece yolculuk yapılan bir alan havaalanı. Uçakların gelişini, gidişini izlemek keyifli bile olabiliyor. Hayat insana hep yeni şeyler öğretecek kadar net bir öğretmen. Her şeyin öğrendiğimizden başka anlamları olduğunu bir kere daha hatırlamış oldum. Yolculukların kavuşmak olduğu kadar ayrılık da olduğunu bir kere daha tecrübe etmiş oldum bulunduğum demir yığının ardından. Buraya kadar nasıl bir yolculuk yaptığımızı bilmeden anlamak pek kolay değil. Tekrarı olmayan ve olmasını da istemeyceğimiz günlerden birinin sonuydu bu koca demir yığını. Kendimiz olmadan çıktığımız yolculuğumuz havaalanında devam ediyordu. Kalabalık içerisinde ilerlemek büyük heyecan oluşturdu bende. Derin bir nefes alarak adım atmaya çalıştım ama sürekli izleniyor gibiydim. Biri dur diyecek diye yüreğim ağzımda ilerliyordum. Önümde biri açılıp diğeri kapanan koca kapıların arasına sıkışıp kalacak gibi hissettim kendimi. Bedenim mum gibi eriyip akacaktı neredeyse. Aklımda binbir şehir efsanesi ile yürüyordum. Adımlarım kendiliğinden gitmesi gereken yere gidiyordu. Artık bedenimi ben kontrol etmiyordum. Bana pek yabancı bu yer, aklımı durdurmuştu. Fakat bedenim kolayca uyum sağlamış tam da olması gerektiği gibi hareket ediyordu. Hislerime kulak kabartmadan, bedenime uyum sağlamaktan başka seçeneğim yoktu. Karmakarışık ruh haliyle içeri girince bir köşeye çekildik. Sessizce etrafı izledikten sonra neler yapmamız gerektiğini bir kere daha konuştuk. Evet biletlerimiz elimdeydi. Hazırlanan belgeler de tamamdı. Şimdi kontrolden geçmek için az kalmıştı. Ellerim üşüyordu. Bedenim zangır zangır titriyordu. Biri soru sorsa konuşmayı unutacak haldeydim. Kimsenin bize bakmamasını diliyordum içimden. Yavrucağızımın elinden tuttum, “hadi” dedim. Gelmek istemedi benimle. Babasına sarıldı “İstemiyorum, çok uzun yoruluyorum.” dedi. Haklıydı, gerçekten çok uzaktı A kapısı. Gidip gelene kadar km yapıyorduk. Bu kadar yorgunluktan sonra hepimiz susuyorduk. Yavrum yorulmakta haklıydı. Bir de sadece o yolun yorgunluğu değildi, üzerinde kalan anlamsız bir ağırlık çöküyordu üzerimize. Anne baba olarak güçlü olmak gerekiyordu. Hislerimizi bir kenara atıp sadece mantığımızı öne çıkarıyorduk. Bu yüzden üzülmeye, yorulmaya, sıkılmaya vaktimiz kalmıyordu. Bu olmadı mı? O zaman yeni bir çare bulmalıydık. Şimdiye kadar bilinen yolları bir bir denemiştik. Buraya gelişimizin dokuzuncu seferiydi. Daha kaç kez gelecektik ya da bu son muydu bilemiyordum başlarda. Ama artık bitmesini istiyordum. Dört ayda kırk yıllık yorgunluk koymuştu omuzlarımıza. Vedalardan her zaman kaçınmışımdır. Sanki veda edersem bitmeyecek bir ayrılığa rıza göstermiş gibi hissediyordum kendimi. Buraya kadar gelmek yeterince stres olmama yetmişti. Bugün istesem de istemesem de vedalaşacaktım. Bunu elimde olmadan sessizce yaptım. Rüyalar insanı en amansız durumlara bile hazırlıyorlar. Ben de günlerdir rüyalar ile hazırlanmıştım. Ama bunu dile getirmeye cesaretim yoktu. Sanki anlatmazsam tesiri olmaz gibi gelmişti. Bu rüya hiç gerçek olmaz sanmıştım. Geriye son kez dönüp baktım. “Sizi burada bekleyeceğim” dedi eşim. Gülümsemeye çalıştım. Heyecan, korku, stres o kadar yoğundu ki ne düşündüğümü bilmeden bekleyeceğini söylemişti. Oğlumun elinden tuttum ağır ağır ilerledik. “Çok uzun mu anne?” diye sordu. Değildi bu defa, çok kısaydı yürüyeceğimiz yol. Birkaç metre ilerlemiştik ve kontrol noktasına geldik. Ne kadar değişebilir ki kendinden başka bir surette görünmeyi bilmeyen bir kadın. Değiştirememiştim kendimi. İlk kontrol noktasında hemen davet edilmiştik kapısı kemerden olan demir yığınının ardına. “Olmadı” diye kısa mesaj yazdım hemen eşime. Oğlum beklemekten sıkılınca oyun oynaması için eline verdim telefonu. Fakat o demir yığınının ardında olmak pek incitmişti. Bugün burdan bir şekilde uçağa giden bir yol olmalıydı düşüncesindeydim. Haksızca yapılan bu kadar şeye karşı dik durmuşken burada böyle incitemezdi bizi. Bir kere olsun biz kazanmalıydık. Telefonu aldım elime “Bugün denemek zorundasın, bugün bir kere de olsun biz gol atlamalıyız.” dedim. Üçte bir gol atmalıydık. Bu kadar zahmete karşı yine sessizliğin boğuculuğu ile dönmemeliydik. Eşim ne kadar direttiyse de ikna olmadım. Kadın başıma beklerim derken pek cesurdum. Yanımda oğlumla neleri aşmıştık şimdiye kadar. Yine yapabilirdim. Madden, manen tükenmişliğin son noktasında bir gol atmak hakkımızdı. Avına kitlenmiş aslan gibiydim bunlarla eşimi ikna ederken. Ve eşim dayanamadı, denemeye karar verdi. Daha ilk kontrol kapısında olsa da demir yığını yakındı her yere. B kapısı kısa ama diğerine göre daha zordu. Buna rağmen buradan bir gol sevinci ile dönmeye kilitlenmiştim. Her yeri rahatça görebildiğimden etrafı izlemeye başladım. Az sonra eşim göründü. Oldukça sakin duruyordu. Ama yüzündeki endişeyi okuyabiliyordum. İlk kapıdan geçerken işte oluyor diye sevindim. O esnada çalan müzikle kulaklarım etrafı duymaya başladı. Tanıdık bir müzikti bu. “Caddelerde rüzgar” fonu çalarken gözlerim ne olup bitecek diye izlemedeydi. X ray cihazından da geçince evet son bir kapı kaldı diye sevinmeye başladım. Başka türlüsünü düşünemezdim. Düşünürsem avaz avaz bağırırdım “Gitme!” diye. İçimdeki bütün duyguları susturdum ve sadece mantıklı olana odaklandım. Ve işte Gate’de bekliyordu. Derin bir nefes aldım. Uçağa bindiğine dair bir fotoğraf gelse tamamdı. Ama o kadar çok şehir efsanesi vardı ki uçak havalanmadan nefes alamayacağımı hissettim. Demir yığını ardında beklerken bin bir şey düşündüm. Ne zaman ki boğulacağımı fark ettim hemen hepsini sinek savar gibi def ettim başımdan. Ve işte beklediğim fotoğraf geldi ve mantığım o an sustu. Göz pınarlarım kendiliğinden açıldı. Koca bir şelale gibi aktılar. O demir yığınında beklerken o kadar çok zaman geçti ki bizi çıkardıklarında akşam olmuştu. Hava kararmıştı. Uçak havalanmıştı, bütün riskler ortadan kalkmıştı. Ve mantığım da susmuştu. Mantığıyla hareket etmeye alışmış biri için büyük bir boşluk doğmuştu. O kadar uzun zaman olmuştu ki kendime ne hissediyorsun diye sormayalı. Şimdi hislerim tüm çoşkunluğuyla şahlanmış gibiydiler. Görevliler dahi şaşırmıştı halime. Elimde değildi, durduramıyordum kendimi. Dinlenmemiz için bize yer gösterdiler. Bir süre sakinleşmem için beklediler. Sonra kontroller yapılınca çıkışa yönlendirdiler. Çıkışa geldik. Herkes gitmiş, koca havaalanı boşalmıştı sanki. İlk bulduğum yere oturduk. Oğlumun açıkmış olabileceğini düşündüm. Yemesi için bir şeyler verdim. Beni ilk kez gözü yaşlı görünce kuzum teselli edecek kadar büyümüş hissetti kendini. “Anne üzülme ne olur” derken yüzündeki acıyı görmüştüm. Daha çok küçüktü ama ne olup bittiğini anlamıştı bile. Mantığımı yeniden uyandırdı cennet kokulum. Artık hiç olmadığım kadar güçlü ve dirayetli olacaktım. Bu anne olarak vazifemdi. Sımsıkı tuttum elinden kuzumun. Çıktık havaalanından. Sürekli gelen aramalara cevap verdim. Olması gereken buydu deyip ikna etmeye çalıştım ailemizi. Anne, baba, kardeş bu haberle şaşkına dönmüş; daha büyük kederlere gark olmuşlardı. “Bu son şansımızdı, üçte bir gol attık bizim için acımasızca işleyen bu çarka” derken kendime hayret ettim. Ne kadar duygusuz göründüğümü fark etmiştim. Ben duyguları alınmış hissiz bir şekilde konuşmaları bitirip geri dönmek için yola çıktım. Biz susmuştuk ama gök ağlıyordu bizim yerimize. O kadar çok yağmur yağdı ki o gece heyelan oldu. Selanik’e geri dönmek için tren-otobüs-tren-otobüs-tren şeklinde aktarma yapıp durduk. Hiç bu kadar zahmetli ve yorucu yolculuk yapmamıştım daha önce. Ben, “İşte sana bir gol attık ey bizi dişlileri arasında ezen çark” derken sinsi sinsi gülümsüyormuş meğer. Bundan sonrasının daha zor olacağını daha ilk merhale de gösteriyordu. Boyun eğip kabul etmeyecek kadar inatçıyım. Elbet seni yeneceğiz. Bizim gibilerin bu dünyadan tek muradı aile olabilmek ve aile kalabilmek. Ne olursa olsun bir gün elbet bu dileğim gerçekleşecek. Her şeye rağmen ailecek, içten gülümseyen yüzlerimizle, aile sıcaklığımızın hissedildiği fotoğraflarımız olacak.
Derya Hekim