Her gün yüz yüze geldiğimiz onca insan, onca surat, onca yalan ve onlarca yalancı…
Gel de kirlenme!
Temiz kal! İnsan kal!
Onca güzel günlerden sonra sıfıra dönen yenilenmeye muhtaç günlerin herhangi birinde bin bir surat insancıkların
yalanlarına şahit olmaya devam ederken yazmasam olmazdı. İncinen ruhumun titreyişinin azalması için bu satırlar.
Duyduğum cümleler, yalandan bir araya gelmiş kelimelerin kurgusal ve yalan kokulu sözlerin kaçıncısıydı
bilmiyorum. Kızgınlığımın yumak yumak olduğu sükutumun sabrıma yenik düştüğü bir anda yalan balçığına
çekilmemek için elimden gelmeyenin kalemimden gelmesi arzusuyla, doğruları türlü türlü yalanlarla diri diri
gömenlere insanlığı israfa sürükledikleri için kocaman bir “İnsaf ya Hu” diyorum.
…
İnsan hayreti kadar insanmış. Yalancılara karşı insanlığımı korumak için her defasında hayretten hayrete düştüğümü
söylediğimde sanırım sadece yalanı ayakları altına alan bülbül ağızlılar beni anlayacaktır. Onlarca yalan ve
yalancılara karşı şükür ki hala “olur ya böyle ufak tefek yalanlar” demeyen iyi insanlar tanıyorum. Her bir yalan
karşında “yok artık bu kadar da değil, pes doğrusu” diye diye hayret makamımı yükseltiyorum.
Hayret ediyorum! İnsan kalıyorum!
Nemrut’un İbrahim’i yakmaya kararlı ateşi büyüklüğündeki yalanları sakız edenlerin, sizin bülbül ağızlı olmanızı
anlamasını bekliyor olmak beyhude. Ademin çocukları olduğumuzu unutarak camdan tahtın önünde “ego sarhoşu”
sersemliği ile eğlenen zavallı yalancılar sanal alem güzellemeleriyle mest olurken bülbül ağızlıların temiz kalabilme
sabrı karşısında yüzünü buruşturup kahrolmaları da çok normal. Mutsuz ruhların mutluymuş gibi çekilen foto
fıskiyeleri dürüstlükten ne kadar da uzak ve samimiyetsiz. Her durumu yalanlarla manipüle edenlere karşı “ne
yapsak da baş edemeyiz” diyen iç sesim ile “ya sabır” diyen diğer iç sesimin didişmeleri eşliğinde bin bir türlü
yalanın kollarında can verenler hikayesinin sonu hazin olacaktır diye ümit ediyorum. Bir yüzü sırıtırken bir yüzü
yalanın kitabını yazanlarla selamlaşıyor olmanın incitici ağırlığını sizlere pay ettiğimin de farkındayım. Baş yalancı
ve yaverlerinin uykulara daldığı karanlık ve ıssız gecelerde ninnimi ağıta çevirip herkesi uyandırmak için bas bas
bağırarak “bir kez daha yalan söylendi…bir kez daha yalan söylendi” çığlıklarını herkese duyurabilsem keşke.
Yalandan yılandan kaçar gibi kaçılmasını öğreten aileme şükranlarımla Abdülkadir Geylani’nin çocuk dürüstlüğüne
sarılıyorum. Taşlar topraklar, kuşlar, sürüngenler, ovalar, bayırlar, yüreği yanmış anneler gibi ağlama isteğimi de
size havale ediyorum.
…
İnsan şahitliği kadar da insanmış. Bu gözler, bu kulaklar nelere şahit oldu, oluyor. Ne kadar çok insan tanısam da bu
zamana kadar böylelerini bu kadar yakından tanımamışım. Adı sanı senin benim gibi olan bu asrın yalancılarına
aşina olmak ayrı bir ızdırap olsa da türlü türlü yalanları onaylamamak ise tarifsiz bir konfor. Tanısam da şahit olsam
da dürüstlüğün üstüne toprak atanlara benzememek için yalan kokulu insanlara direnmenin hazzıyla insan
kalabilmek ne büyük mutluluk. Doğruluğu eze eze kurulan bir hayatın keyfiyle avuna avuna yalan kokulu sözleri
şerbet gibi içtikçe dürüstlük öldükçe ölüyor. Daha ağızımızdan çıkmadan dürüst olmanın bedelini ödemeye razı
olduğumuz şeker şerbet sözlerin namusu ise hepimize emanet. Bu yüzyıl insanlığının ulvi vazifesi bu olsa gerek.
…
Kim bu yalancılar?
Kim bu hastalıklı ruhlar?
Kadın mı? Erkek mi?
Fark eder mi?
Kimi mahallenin yalancılar şahı kimi ise onun sokak torbacısı.
Bunlar;
Yedi kez yalanlarıyla etrafındakileri yere serse sekiz kez kalkıp tövbe etse zor bela arınacak ama yalanın tadını
ağızına bal etmiş çağın vebalıları.
Yalanı yalanla yıkamaya çalışan bataklık güzelleri.
Yalan hummasına tutulmuş zavallı insancıklar.
Halbuki;
Toprak da güneş de tek. Farklı farklı hallere bürünmeye ne gerek var? Asırlardır nur zulmetten kaçarken doğruyu da
yalan kovalayıp durmuş. Kezzâblar kıtalar dolaşırken, yalanlar sağanak sağanak üstümüze gelirken doğruluk
şemsiyesinin altında toplanmaktan gayrısı yok.
…
Yalan…
Asrın aldatma hastalığı.
Bir tanesi kaç doğruyu götürür?
Güven
Sadakat
İyilik
Huzur
Sizce hangisini alır götürür?
…
Sizi bilmem ama bana göre ne üçü ne beşi hayatın bütün değerlerini silip götürür. Sadakati, güveni kayıplara
karıştırır. Huzurun kapısına kilit vurdurur. Tıpkı sigara gibi bir kere diye başlayıp sinsice devam ederek safi iyiliği
öldürür. Oysa insan güven yurdudur.
Hal böyle olunca;
Asrın belasına tutkuyla sarılanlar kanaatimce herhangi bir amansız hastalıktan değil de yalan söylemekten ölecekler.
Sevgili herkes;
Cihanda, cihana doğanda elbet bir gün buraları terk edip gidecektir. Sorumlu olduklarımızı dürüstlükle sarıp
sarmalıyız. Son on yılların, on numara, onlarca yalancıları için elimi ters çevirip şerlerinden uzak kalabilmeyi
hepimiz adına diliyorum.
Meryem YILDIRIM