Sabahın erken saatlerinde uyanmasa minik yavrum belki kendimi mahkum ettiğim yataktan çıkmayacağım. Sadece uyumak istiyorum. Her şeyden kaçmak için uykuya tutunmaya ihtiyacım var. Evet işte tam olarak eksiğim bu… Bir şeye tutunamamak. Tutunduğum tüm dallarımı kırdılar. Kıramadıklarını yağmaladılar. Kırk haramiler misali uğradığımız saldırıdan canımızı kurtarabilmiştik sadece. Şimdilik onunla yetiniyorduk. İlk günler olayların şiddeti ile ne kaybettiğimizin farkında değildik. Kırk haramilerin bizden neler çaldıklarını bilmiyorduk. Bildiklerimiz şimdilik dünya malıydı. Ve nasılsa sadece bekçisi olduğumuz için umrumuzda olmamıştı. Dünya için ağlamaya değmezdi. Zira malayani şeyler için akan o tuzlu yaşın da hesabı olacaktı. İsraftan, kirden, irinden kaçar gibi kaçma gayretimiz vardı. Hüznün, göz yaşının da sonu olacak bir şey için akması israftı.
Günler geçmiş, bir şeyler düzelecek diye bekleyişimiz umudumuzdan yemeye başlamıştı artık. Günler haftalara, haftalar aylara dönüşürken düzelme adına zerre emare yoktu. Aksine daha kötü olaylar oluyordu. Bizim gibilerin sayıları artıyordu. Artık varlığımızı saklamak zorundaydık. Yaşadığımızı, bir yerlerde nefes aldığımızı kimselere duyurmamak için daha sessiz yaşamaya başladık. Bu sessizlik kendi halinde işine gücüne bakan insanlar için pek yabancı bir haldi. Hiç bilmediği bir dünyanın kapıları açılıyordu artık. Pek yabancısıydık bu yaşamın. Evden dışarı çıkmadan yaşama sürmeyi başlangıçta iyi bir fırsat diye yorumlamıştım. Dinlenirim, oğlumla ilgilenirim, doya doya kitap okurum. Ne zamandır bitmeyi bekleyen kitaplarım vardı. Evet bu iyi bir fırsattı. İlk zamanlarda böyle bir fırsata hamdettim. Fakat haberleri gördükçe başımıza gelenleri anlamaya başladım. Anladığımı sandığım kadarıyla bile hiçbir şey anlamadığımı yaşadığım ev dünyaya iyice kapanınca fark ettim. Korku duvarları sarmaya başladı dört bir yanımı. Ne bir yere gidebiliyorduk ne de yeni bir şeyler yapabilme fırsatımız vardı. Bizler üretmeye alışmış insanlarız. Kalabalıklar içinde olmaya, onlar için koşuşturmaya pek meraklıyız. Böyle sadece kendin halinde kalınca nefesim kesiliyor boğuluyor gibiydim.
Önceden hiç sorun etmediğim şeyleri sorun eder oldum. “Bu da geçere yahu Hû! Dünya bu” dediğim mevzulara takılır oldum.Yavaş yavaş kendimle savaşmaya başlamıştım. Kendimle savaşımı bir anlığına bile kazansam keyfime diyecek yoktu. Daha enerjik hissediyordum o an. Sonra o enerjimi aktaracak bir şey bulmak için çabalıyordum. Mutfağa geçiyordum. Börekler, pastalar, yemek derken yorulana kadar çıkmıyordum mutfaktan. Ve en sonunda artık pişirmeye boşta tencere, tepsi kalmayınca duruyordum. Durmak zorunda kalıyordum. Durmak zorunda olduğumu o an mutfaktaki her şey el birliği ile söylüyorlardı sanki, “Yeter biz dahi çok yorulduk, dur!”
Durdum, sustum, ağladım. Bağıra bağıra ağlamak istedim o an. Çekin artık ellerinizi üzerimizden demek istedim. Sustum, içeride dünyadan bir haber yavrum uyurken bağıramazdım. Olduğum yere çöktüm. Bir çıkış diledim. Zalimin insafına terk etme bizleri ya Rab diye inledim. Ağladım ağladım. Daha sonra yine kendi kendime, düştüğüm yerden kalktım. Yiyebileceğimizi ayırdım ve kalanını dolaba yerleştirmek için paketledim. Aklıma geldi eski günler. Hey gidi günler! Aniden bir misafir gelir ya da bir program yaparsak diye hazırlayıp koyardım. Şimdi kendimden kaçmak için yapıyorum.Şimdi medrese-i yusufiyede olan bir arkadaşımıza söz vermiştim, mantı yapacaktım. Ama sözleştiğimiz güne varmadan zalimin pençesinde kaldı. Zalim kıskacında olan her kardeşimize ağlardım. O masumlardan biri tanıdığın olunca daha bir derin oldu acısı. Derken tanıdığımız masumların arkası kesilmedi. Zalim dört bir koldan sarmış, bir bir pençesine alıyordu. Kadınlar çocuklarıyla şaşkın arkada kalıyordu. Yol bilen yok, bu işler nasıl yürür bilen yok. Adını hiç duymadıkları kanunlar, suçlar işittikçe; kadınlar,biz caniymişiz diye inanmış dönüyorlardı avukat yanından. Çocuklar suskunluğa boğuluyordu. Evin en büyük çocuğu kaç yaşında olursa olsun kız ya da erkek farketmez anında baba rolüne bürünüyordu. Aklımda bunlarla dolaba bir kere daha baktım.Bu hali bana pek acı verdi. Annemin duasını yapmak geldi aklıma “Rızık, getiricidir. Kimin rızkı varsa Allah ağız tadıyla yemeyi nasip etsin’’ diyerek kapattım. Yaptığım iş yormamıştı ama düşüncelerim beni çok yormuştu. Oğlumun yanına gittim. Bu kadar zulmün içinde bana iyi gelen tek şeydi evlat. Kokusunu çektim içime ya bir daha dokunamaz, kokusunu duyamazsam diye. Keşke yavrumun kokusunu saklayacak bir yöntem olsaydı. Hala binlerce anne ve evladı parmaklıklar ardında. Bir gün bitecek ve beklenen o güzel günler gelecek. Özgürlüğüne kavuşacak evde yokluğa mahkum olanlar da, parmaklıklar ardında olan medrese-i yusufiye talebeleri de.
Derya Hekim