“Zaman her şeyin ilacıdır.” denir. Gerçekten öyle midir yoksa bu söz dile pelesenk olup yapıştığı için dimağımız hep aynı mananın tadını mı alır? Diğer yandan her şeye ilaç olacağı varsayılan zaman aynı zamanda pek çok şeyin de zehri olabilir mi? Dostlukların, arkadaşlıkların, muhabbetlerin bir son kullanma tarihi var mıdır, zamanın o karşı konulmaz yıpratıcılığı karşısında. Durup düşünmek iktiza ediyor ki, dostlukların hatırı dahi bir fincan kahveye sığdırılabilirken hem de kırk sene, o hatırı yıkmak ne kadar sürer dersiniz?
Zamana karşı koymak mümkün değil, onu durdurmak da… Bu yüzden olsa gerek insanoğlunun zamandan şikayeti hiç bitmemiş. En çok geçen zamanın vefasızlığından dem vurulmuş, en fazla suç hep zamana atılmış, felek ism-i meşhuresiyle. Fakat her şeye rağmen, zehrin bazen ilaç olması gibi devayı yine ondan ummuşuz. Zamanla değişen insan, zamanla değişen arkadaş ve dost, zamanla değişen muhabbet ve sohbetlere karşı Sezen Aksu gibi “Zaman, sadece biraz zaman…” demekten kendimizi alamıyor oluşumuz bundan olsa gerek.
Sadece günümüzde değil, insanlık tarihi boyunca bu ümit ve karamsarlık döngüsü hep olagelmiştir. Pek çok şairde olduğu gibi 18. yüzyılın ortalarında doğup, 19. yüzyıla uzanan hayatıyla Muvakkitzade Pertev de bu şikayeti bir gazelinde gayet nahif ve zarif bir şekilde şöyle dile getirmiş.
Cân ü cânân arasında vardı bir cân sohbeti
Cân o cân, cânân o cânân, sohbet ol sohbet değül…
Tuhaf bir şekilde zamanın üç türlü tesirini okumak mümkündür bu beyitte. Üç farklı manasıyla, bize edebi bir ziyafet sofrası sunar Pertev. “Can ve canan arasında bir can sohbeti vardı evvelce ama şimdi can o can, canan o canan, sohbet o sohbet değil!” demeye gelen beyitte ilk olarak önceden olan ve adına muhabbet denilen sohbetin gizli bir lisanla insanın kalbi ve sevgilisi arasındaki mevcudiyetinden
bahsedilir. Geçen zamanla birlikte can ve canan aynı kalsa da sohbet çok başkalaşmış ve özünden uzaklaşmıştır. Böyle bir durumda ise ne can o muhabbetten bir lezzet alabilir de canan. Zaman, söylenecek sözleri yavaş yavaş tükettiğinde böyle bir son kaçınılmaz olacaktır elbette.
İkinci manasında ise, zaman cananı değiştirmiş olup doğal olarak aradaki muhabbeti de farklı mecralara sürüklemiştir. Bir zamanlar kelamıyla, edasıyla rengârenk bir atmosfer bahşeden sevgili, hazan vurmuş çiçekler gibi renk atarak o eski şuh halini kaybetmiş, kendisi için yanıp yakılan canı gece ayazına benzer bir soğukluğa terk etmiştir. Nihayetinde ise ortada ne canan kalmıştır, ne onun sıcak muhabbeti.
Üçüncü mana olarak ise zamanın tesiri o kadar kuvvetlidir ki, hem canı değiştirmiştir, hem cananı… Can ve cananın değiştiği bir ortamda muhabbetin aynı kalmasını beklemek ise mübalağalı bir iyimserlik olmaktadır. Sebeplerini bir kenara bırakacak olursak, var olan bir muhabbeti aynı seviyede tutmak çok zordur. Bunun üstesinden gelebilen insan sayısı çok az olduğundan dolayı, böyle bir can- canan ilişkisinin ne kadar değerli bir şey olduğu ortadadır. Çünkü insanın zamana karşı kendini,
muhatabını ve muhatabıyla arasındaki muhabbeti koruma gayreti neticesinde kazandığı bir ganimettir o.
İnsan, ölüme çare bulamadıysa da her şeye rağmen ölümsüz olmanın ve zamana kafa tutmanın yolları yok değil. Mesele eğer gök kubbede bir hoş seda bırakmaksa, tek bir gönle girmek yeter de artar bile. Hasılı sevgi, sadakat ve samimiyet zamana karşı koyan insanların en büyük meziyetleri idi.
Bakınız Yunus Emre, bakınız Mevlana, bakınız Pertev…