İsmail Abi ve Biz / Selim Birdağ


(hayaller ve beklenen gemiler üzerine bir yazı…)
Leyla ile Mecnun’un ünlü İsmail Abi’si… Hani hepimizin yakından tanıdığı… Gerçekten de
İsmail Abi’yi ne kadar tanıyoruz?
İsmail Abi’nin sabah düzenini, uyandıktan sonra neler yaptığını pek bilmeyiz. Işıltılı
takımlarını giyer ve çıkar muhtemelen. Onu gördüğümüz ilk anlar, Erdal Bakkal’a
arkadaşlarının yanına hasbihâl etmeye giderken gördüğümüz anlardır. Arkadaşlarıyla
konuşur, çayını içer ve parasını ödemeden kalkar. Cebinde kaç kuruşunun olduğunu da
bilmeyiz İsmail Abi’nin. Akşama kadar sokaklarda dolanır. Evsizdir zira, sokaklar onundur.
Necip Fazıl’ın Kaldırımlar’ının öznesi olur. Varsa iş görüşmesi ona gider, kabul edilmez; edilse
de iş teklifini kendisi kabul etmez. Kendine uygun işi arar arar bulamaz. Zaman, akşam
üstüne çattığında ise sahile gider gemisini beklemeye başlar. Sonra uyur, uyanır ve her şey
yeniden başlar. Budur İsmail Abi’nin ömrü.
Çocukluğu da pek iç açıcı değildir İsmail Abi’nin. Annesi, daha İsmail Abi çocukken ailesini
daha ışıltılı bir yaşantıya tercih eder. Babası ise çok zaman geçmeden kanserden dolayı
hayata gözlerini yumar. Giderken oğluna, İsmail Abi’ye, uzun bir gemi yolculuğuna çıkacağını
söyler. İsmail Abi’nin çocukluğundan yetişkinliğine uzanan zamanda ne yaptığı meçhuldür.
Kesin bilinen şey ise kendisinin, bir geminin gelip onu alacağına ilişkin inancının tam
olduğudur. Böyle büyütür kendisini hatta yaşlandırır.
Aslında delidir İsmail Abi, antikahramandır. Kimse her gün cırtlak renkli takımlar giyinip
sokağa çıkmaz. Kimse her gün parasını ödemediği yere çay içmeye gitmez. Kimse her gün
farklı bir iş aramaz, yapmaz. Kimse yıllardır gelmeyen bir kuru yük gemisinin gelip kendisini
alıp gideceği inancıyla her gün saatlerce boğazı gözlemez. Bunlar yalnızca bir delinin
yapabileceği şeyler olabilir,
mi dersiniz?
Fark etmeden içimizdekileri dışarıya yansıtırız. Elimizde olmadan bilinçaltımızdaki belli
ederiz. Kişiliğimizi, duygularımızı, aklımızdan geçenleri bilmeden dışa vururuz. Tıpkı İsmail
Abi’nin renkli dünyasını giyindikleriyle dışa vurduğu gibi. Her gün bir şeyler tüketiriz yahut bir
şeyler bizi tüketir. Bizi tüketen şeyler, manen bize olan borçlarını ödemezler; tüketip adım
adım bitirdiğimiz şeylerin ise biz borcunu ödemeyiz. Tıpkı İsmail Abi’nin çayın parasını
ödemediği gibi. Kendimizi ararız, yolumuzu ararız; ararken kayboluruz. Tıpkı İsmail Abi’nin
her gün akşama kadar sokaklarda yaptığı gibi. Bu sefer biz Necip Fazıl’ın Kaldırımlar’ına özne
oluruz. Vakit gelip çattığında ise kaybettiğimiz şeyleri aramaya başlarız. Hayallerimizin
gerçekleşmesini bekleriz. Bir gün her şeyin yoluna gireceğine ilişkin hayaller kurar, bekleriz.
Tıpkı İsmail Abi’nin boğazda gemisini beklemesi gibi.
Günlük düzenimizle, yaptıklarımızla, yapacaklarımızla ve benliğimizle aslında hepimiz birer
“İsmail Abi”leriz. Bir kişiyi soyutlamadan veya kültleştirmeden önce kendimize bakmamızda
yarar vardır. İsmail Abi’nin ve Yahya Kemâl’in gemileri hiç gelmediler. Peki bizimkiler
gelecekler mi? Ne demişti Yahya Kemâl?

Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *