Ve İnsan, Bir Gün Bir Şehri Sever/ Yaşar Beçene

Bir öğretmenin kalbinde mezun olmayan bir öğrencinin izinde

Zaman, insanın içini en sessiz yerinden alır götürür. On iki yıl… Ne çok şey değişir, ne çok şey kalır. Bir öğretmenin kalbinde ise bazı öğrenciler hiç eksilmez. Onlar, zamanın içinden geçip gelen bir sevgiyle yeniden belirir. Tıpkı Orhan gibi.

Bir zamanlar sınıfın içinde, gözleri parlayan bir çocuktu. Şimdi karşımdaki adam, o parıltıyı büyütmüş, bir ırmak gibi akıyor içime. Sarıldığında, yılların özlemi bir anda çözülüverdi. Gözlerimiz doldu, ama ağlamadık. Çünkü bazı kavuşmalar, gözyaşından daha derin, kelimelerden daha sessizdir.
“Evler, insanlar ve hatta kuşlar… Bir gün susar, bir gün konuşur.” demişti Behçet Necatigil. Biz o gün konuştuk; yılların susturduğu duygular, bir sarılmayla dile geldi.

Ahmet Haşim, Frankfurt’a geldiğinde belki de böyle bir sarılmayı hayal etmemişti. Onun seyahat notlarında bu şehrin gri sokakları, yalnız akşamları vardı. Ama benim Frankfurt’um, Orhan’la birlikte bir sevgi atlasına dönüştü. O, bana Türkiye’yi getirdi; sevdiklerimin özlemini, memleketin kokusunu, geçmişin sıcaklığını. Ben ona bu şehri gezdiremedim belki ama kalbimi açtım. Çünkü bazı şehirler gezilmez, hissedilir.
“İnsan yaşadığı yere benzer” derken Edip Cansever, belki de böyle bir buluşmayı kast ediyordu. O gün Frankfurt, Orhan’a benzedi; sıcak, samimi, içten.

Hacı Baba’da dönerin dumanı arasında, Anteplioğlu’nda künefenin şerbetinde geçmişe dokunduk. Her lokmada biraz daha yaklaştık o güzel yıllara. Onun okul yıllarındaki samimiyeti, sevgisi, beyefendi duruşu… Şimdi daha da büyümüş, daha da derinleşmiş. Bir öğretmen için en büyük ödül, öğrencisinin insan olarak da büyüdüğünü görmek değil midir?
“Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.” demişti Turgut Uyar. Benim saatim, o gün Orhan’la yeniden çalıştı. Yüreğim, onunla yeniden zaman tuttu.

Beni en çok duygulandıran ise, diğer öğrencilerimin resimlerimizi heyecanla beklemesi oldu. Sevgi, sadece bireysel bir bağ değil; bir öğretmenin etrafında örülen kolektif bir hikâyedir. Ve bu hikâyede, her öğrenci bir mısradır. Orhan ise o şiirin en içten, en sıcak kıtası. Bir öğretmen arkadaşımın bana yazdığı şu cümle, bu hikâyenin ne kadar derin olduğunu bir kez daha gösterdi:
“Vay maşallah barekallah, çok kıymetli abim ve kardeşim Orhan… Sizi çok seviyorum, dualarınızı eksik etmeyin. İnşallah o karede bir gün olmak duasıyla…”
Bu sözlerde sadece bir özlem değil, aynı zamanda bir dua vardı. O kare artık bir hatıra değil, bir niyet olmuştu. Sevgiyle örülmüş yılların ardından hâlâ o anın bir parçası olma arzusu, mesleğimizin ruhunu anlatıyordu. Öğretmenlik, sadece bilgi aktarmak değil; kalplerde yer etmekti. Ve biz, o karede yer alanlar, bir duanın içindeydik artık.

Pazartesi gidiyor. Ama ben biliyorum, o sarılma gitmeyecek. O gözlerdeki parıltı, o sessiz kavuşma, içimde bir ömür kalacak.
“Hayat kısa, kuşlar uçuyor.” demişti Cemal Süreya. Biz o gün, uçan kuşların gölgesinde durduk.
Ve belki de en çok Sezai Karakoç’un mısrası yankılandı içimde:
“Ve insan, bir gün bir şehri sever.”
Ben Frankfurt’u o gün çok sevdim. Çünkü Orhan oradaydı. Çünkü sevgi oradaydı.

Bir yanıt yazın