Artık elma yemek yok / E.Osman Uygur

Buzullar üzerine kurulu bir ülke. Her yerde,  “yerde” demek biraz yanlış ama başka ifade kullanmak da zor, soğuk hakim. Toprak yok, kar var, buz var. Ev yapmak için toprağı değil, buzları kazmanız gerek.

Yakutlar kendilerine özgü hayatlarıyla yaşıyorlar burada. Mevsimler hep aynı burada. Okullarda dört mevsim şeması yok. Hep kış, hep soğuk ve birazcık da güneş.

Bahar gönüllerde açıyor çiçek çiçek bu buzullarda. Kardelenler çoktur burada bu yüzden. Güneş çıkınca koca bir hasat yaşanır koca bir kışın arkasından.

Buralara da Türkiye’den gönül erleri gitmişti bir zamanlar. Sevgi için kardeşlik için. Ve art niyetliler, kara kalpliler bu güzel insanlara da salyalarla saldırmıştı o zamanlar. Onlar kar çiçeklerini korumak amacıyla gitmişlerdi oralara her türlü yokluğa katlanarak. Uzun süreden beri esen kızıl rüzgarlar, oralarda da hayatı olumsuz etkilenmişti çünkü.

Yakut gençlere, İngilizce öğretecekti Gürkan Bey. Canla başla çalışıyordu. Öğrencileri çok seviyordu. Yakut öğrenciler de çok sevmişlerdi Gürkan beyi. Sanki yıllardır beraber yaşıyorlardı. Nerede olursa olsun kardeşliği tesis etmenin mümkün olduğunu insanlığa haykırıyorlardı aslında onlar.

Ancak her yerde olduğu gibi burada da eğitimsiz, cahil insanlar vardı. Gürkan bey bir sabah okula giderken bir kaç sarhoş yolunu kesti. Para istiyorlardı. Gürkan beyde belki bir iki ekmek alacak kadar para vardı. Ama parasını adamlara veremezdi. Adamlar bu sefer kaba kuvvete başvurdular. Gürkan bey tek başına onlarla mücadele edemedi. Aldığı darbelerden dolayı baygınlık geçirdi. Bir saat kadar buzlar üzerinde kaldı. Kendine geldiğinde donmak üzere idi. Son bir gayretle kalktı ve okula gitti.

Gürkan bey kendisine bir şey olmadığına sevindi ve kimseden şikayetçi olmadı. Çünkü o buraya kavga etmeye gelmemişti.

Hasretin ve hizmetin iç içe girdiği bu buzlar ülkesinde yiyecekler de sınırlı idi. En çok tüketilen gıda et idi. Meyve sebze olsa da pahalı olduğu için her zaman almaları mümkün olmuyordu.

Gürkan Bey arkadaşıyla pazar yerinde bir şeyler alabilmek için dolaşıyordu. Ne pazarda alacak fazla bir şey vardı ne de onların cebinde fazla para. Tezgahın birinde gördükleri elmalardan canları çekti. Gürkan Bey de uzun zamandır elma yememişti arkadaşı da. Canları öyle bir elma çekmişti ki dayanamayıp bir tane aldılar. Ellerindeki para bir elma almaya yetiyordu zaten. Onu ikiye bölüp yemeye başladılar.

Pazar yerinin sağında solunda evler vardı. Az gidince bir evin önünden bir kadının bağırmasıyla irkildiler. Önce bir anlam veremediler, zaten ne dediğini de anlamıyorlardı. Fakat kadın kendilerine bağırıyordu. Ne demek istiyordu acaba? Birisi geldi ve kadının ne dediğini açıkladı onlara. Kadın, “Neden elmayı cadde ortasında yiyorsunuz, biz aylardır bir elma alamadık.” diye bağırıyordu. Son ısırık da boğazlarında düğümlenmişti Gürkan Bey ve arkadaşının.

Aman Allahım, bir kilo değildi elma, bir poşet de değildi, bir ağaçları da yoktu. Sadece bir elma alabilmişlerdi paralarıyla ve onu da ikiye bölmüşlerdi.

Ama Yakut kadın aylarca elma almamıştı ağzına. Gürkan Bey, gözleri yaşlarla dolarken şunları mırıldandı arkadaşına:

“Biz ülkemizde meyve bolluğu yaşıyoruz. Ye yiyebildiğin kadar. Ama baksana bir elma burada altın gibi. Biz oralardan buraya geldik, soydaşlarımıza yardımcı olalım diye fakat bir elmayla onların kalbini kırdık. İyi örnek olamadık. Biz buraya yemeye değil yedirmeye gelmiştik, yaşamaya değil yaşatmaya gelmiştik. Bu elma bize ders olsun. Artık elma yemek yok.”