HAYATA DÜŞEN GÖLGELER / Fahri Ayhan


Doğduğumuz topraklarda doyuyorsak bir parça mutlu sayılırdık… (Anlatıcı)
Evini bırakıp gitmeye bir türlü alışamamıştı . Ancak bir süreliğine
memleketinde durabiliyordu.
Uzak bir ilde, bir inşaat firmasında işe başlamanın üzerinden üç
sene geçmişti.
O gün yine ayrılık zamanı gelip çatmıştı. Evine, bahçesine son
bir defa baktı . Hafı zasında ısrarla kalmasını istediği görüntüleri de
beraberinde götürmek isti yordu sanki. Bu anlarda doğduğu bu yer
gözünde daha bir büyüyor, içini yakıyordu. Eşinin düşen yüzünü
görünce derin bir iç geçirdi. Daha fazla durmadan aşağıdaki durağa gitmek istiyordu.
Tam ayrılacakken Saniye birkaç adım ona doğru yürüdü:
“Çocuklarımız da büyüyor, burada bir iş kursan artı k diyorum. Ya
da bizi de alıp gitsen!”
Salim zor bir soruya muhatap kalmıştı . Yaşadıklarının onun için
bir alın yazısı olduğunu diyemedi. Bu topraklarda dördüncü göbekten dedesine kadar bütün geçmişlerinin ekmek davasıyla ömür tüketti kleri gerçeği aklına geldi nedense. Babasının iş bulamayarak
bu dünyadan göçüp gittiğini…
O da bu zincirin bir halkasıydı neti cede. Hayata katı labilmek, hayatta kalabilmek için mücadele etmeliydi, kavgasını vermeliydi.
Zorlu şartlara rağmen mücadele kesilmiş bakışlarında yılma emaresi yoktu. Dış dünyaya karşı sıkamadığı dişinin acısı irileşmiş gözlerine yansımıştı. İçinde hissettiği koyu yalnızlığını herkesten
saklamak istiyordu.
“Hanım, elbette bir yolunu bulacağız; fakat şu borçlarımız bir bitsin,” dedi.
Arkasından çekiştirdiği valiziyle durağa kadar gelmişti. Yanından
geçen son model arabalar, patronlar, memurlar… Küçük ilçede
herkes birbirini tanıyordu. Yoldan geçenlerle karşılaşınca yüzüne sahte bir tebessüm yapışmıştı. Her şeye rağmen dik durmaya çalışıyordu, güçlü gözükmeliydi.


Bu sene başladıkları evlerinin kaba inşaatı bitmiş, incesine başlayamamışlardı daha.
Hanım bu sefer son, işleri denkleştireyim evini villa gibi yapacağım, diyordu.
Saniye, ince uzun güleç yüzlü bir bayandı. Bahçede yabancı erkek olmadığı zamanlarda yazmasını rahat bağlar, omuzlarına dökülen
zülüfleri ona ayrı bir naiflik katardı. Evlerimizin arasında herhangi
bir duvar örmemiştik. Erzakı bitince benden alırdı hep. Sonra da getirirdi her seferinde.
Bahçe boyunca evlek evlek soğan, biber, patlıcan yetiştiriyorduk. Hangimiz müsaitse o ilgilenirdi. Kocası gurbete gittikten sonra kendini çaresiz hissetti. O yüzden fırsat buldukça soluğu yanında alır, muhabbet ederdik.
Çocuklarım olmamıştı. Yıllar yılı bunu kanıksamıştık artık. Kocam ise gün boyu zamanını kahvehanede tüketip yorgun argın eve dönerdi. Ne de olsa emekliydi!
O gün handiyse erken dönmüştü. Kalın sesi evin sofasında yankılanıyordu.
“Ya hu bu kadın nerede yine? Akşama kadar vır vır konuş, dur. Doymaz bu kadınlar, konuşmaya doymaz!”
İkimizin de yüzüne muzip bir tebessüm kondu. Bir hışımla eve
koştum.
“Yav kadın evin yok mu senin? Biraz da evinde otur… Hem kaç defa diyeceğim…”
Taramalı tüfek gibi üzerime üzerime gelen lafların bitmesini beklemeden mutfağa geçtim. Yemeğim hazırdı zaten. Sofrasını kurunca sesi kesildi.


Ülkenin kaynayan kazana döndüğünden bahsediyorlardı. Buraların da etkileneceği filan… Ne anlama geldiğini dahi bilmiyorduk.
Bütün dünyamız, evimiz ile zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz bahçemizden ibaretti . Saniye’nin çocukları okulda başarılıydılar. Ya-
şar güzel resim yapıyordu. Erdal da iyi futbol oynuyordu. Onları keşfeden hocaları ikisini de yere göğe sığdıramıyordu. Öğretmen, Yaşar’ın resmini yarışmaya göndermişti . Erdal da gazete kupürlerinden kestiği futbolcu resimleri üzerinden hayaller kuruyordu. Saniye çocuklarıyla mutlu olmaya çalışıyordu. Yüzünde beliren kırışıkları günden güne artmaya başlamıştı . Salim’i beklemekten bıkmış bir hali vardı. Duyguları alınmış gibiydi. Artık sorgulamıyor, üzülmüyordu. Hayattan kendisine nasıl bir pay düşmüşse onunla yetiniyordu. Sıvasız evlerinin damına çıkıp uzun uzun beklemeyi bırakmıştı son zamanlarda. Artık kadınlarla bir araya geldiğinde eşim uzaklarda demiyordu.
Evlerimizin kapıları birbirine bakıyordu. Balkonlarımız boyunca: reyhan, küstüm çiçeği, menekşe… İkimiz de çok severdik saksı çiçeklerini. Gün boyu kokuları evlerimizin sofasında eksik olmazdı.
Hayatın sırtımıza yüklediklerini dertleşerek hafifletmeye çalışıyorduk.


Bahsedilen olaylar bir nefes kadar yakınımızdaydı artık.
Geceydi. Saniye’nin korkacağını biliyordum. Çocuklarının gözbebekleri iri iriydi. Bir şey duymamak için yorganı üstlerine çekiyorlardı iyice. Akşamları evin içinde bile gezinmekten ürken Saniye şimdi de çocuklarına masal anlatarak silah seslerini bastırmaya çalışıyordu. O saatte Saniye’nin gözü duvardaki fotoğrafa ilişmişti. Pencereden
içeriye giren ayın loş ışığında Salim’le göz gözeydi şimdi. Şimdiye dek ona böyle arzuyla baktığını hatırlamıyordu. Çocukları çoktan uyumuştu. O fotoğrafla yalnızlığını gideriyor, ondan cesaret alıyordu sanki. Siyah giyimli birkaç şahıs bahçe duvarlarını da aşıp kapılarımızı da çaldılar. Açmadık. Bahçemizdeki sebze fidelerini yolarak, ezerek çıkıp gittiler.
Saniyenin beti benzi solmuştu. Sabahın ilk ışıklarıyla evime geldi. Abla çok korktum, dedi titrek sesiyle.


Her şey dışımızda gelişiyordu. Ne yapabilirdik ki?
Birkaç gün sonra kocası gelince rahat bir nefes aldı. Gecelerimize patlama seslerinin ürkütücü yankısı düşüyordu. Hayat evlere hapsoluyordu bu demlerde. Ve biz bunu kanıksamıştık artık. Saniye’nin çocukları geceyi sevmiyorlardı. Hızla atan kalp atışlarını annelerinin masalları da teskin edemiyordu.
Gündüzleri de sokak aralarında diğer çocuklarla savaşçılık oynuyorlardı.
Birkaç hafta sonra ilçedeki hava biraz durulur gibi olmuştu. İnsanlar dışarıya çıkıp, çarşı-pazar işlerini görmeye başladılar.
Yine de temkinli olmalıydık.
Minikler futbol müsabakalarına Erdal da seçilmişti. İlçe bazında olduğundan babası heyecanlıydı. İkisi de erkenden soluğu sahada almıştı. Onca zamandır içeride bunalmış yöre insanının nefeslenmesi için böyle ortamlar bir fırsattı . Oğlu gol atınca Salim bir çocuk gibi seviniyor, havaya sıçrıyordu. Erdal’ın içi kıpır kıpır… Her
seferinde babasına kaçamak bakışlar atıyor, canını dişine takıp oynuyordu.
Toprak zemin sahada, maçı izleyenler ayaktaydı. Çocukların gözlerindeki ışıltı , heyecan… Herkes hayatın okşayıcı, huzurlu, sıcak nefesinin tadını çıkarıyordu. Bir tutam huzura açtık. Böylesi zamanların kıymetini çok iyi biliyorduk.
Maçın bitmesine az bir zaman kalmıştı . Tam o esnada silah sesleri yükseldi. Nerden geldiği belli olmayan sesler çok yakından geliyordu. Hakem oyunu bitirmeden sahada bir kargaşa kopmuştu. Bu toz dumanın içinden herkes çocuğuna ulaşmaya çalışıyordu. Sami kalabalığa doğru koştu hızlıca. Yerde yatan bedenle göz
göze geldi. Neye uğradığını şaşırdı. Erdal’ı kaptığı gibi koşmaya başladı.
“Oğlummmmmmm. Erdalımmmm…”
Artık çok geçti …


Komşumun dünyası yıkılmıştı . Dal gibi oğlunu toprağa verirken bütün hisleri alınmış gibiydi. Göz pınarları kurumuş; ağlayamıyordu.
Aradan bir ay geçmeden evlerinde bir hareketlilik başlamıştı .
Onu görünce seslendim:
“Saniye, kız nereye böyle?”
“…”
Zorlukla konuşuyordu:
“Abla daha burada duramam. Salim de giderse çocuğumun yokluğu daha fazla içime dokunur, dayanamam!”
Salim bir hayalet gibi dolaşıyordu etrafta. Yüreğine isyan cümleleri konmasa da konuşmuyordu kimseyle. Bir türlü tutunamadığı hayata kırgın mıydı, neler düşünüyordu? Hiç anlam veremiyordum. İçinde kaybolduğu yalnızlığı her halinden ayandı. Yaşadığı acıları içinde soğutmadan nereye kadar gidebilirdi ki?
Doğduğum, hamurumun yoğrulduğu bu diyara bir parçamı bırakıyorum, dedi giderken.


Bir kamyonete yüklediği eşyalarıyla uzak bir ilin yolunu tuttular. Evlerinin anahtarını da bana uzattı:
“Abla ev sana emanet. Belki bir gün…” dedi ölgün bir sesle.
Onlar gittikten sonra, günlerce evlerinin olduğu tarafa bakamadım. Perdem hep çekili kaldı. Hayatımdan çok önemli bir taşın
çekildiğini hissediyordum. İçine düştüğüm boşluğun kolay kolay kapanmayacağını biliyordum.
Aradan birkaç ay geçmişti. Evlerini açıp, içeriyi düzenlemek istemiştim.
Çocuklarının odasına girdim en son. Yaşar’ın yatağında forması duruyordu hâlâ; yerlerde çizilmiş, atılmış, yarım bırakılmış resim defterleri, kitaplar… Günyüzü görmeden kaybolan yetenekleri; yıkılan hayalleri…
Yitik hayatların fotoğrafıydı bu oda. Daha fazla duramadım. Hiç bir şeye dokunmadan çıktım.

Fahri AYHAN

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *