Ancak Yazanlar Anlar / Gülçin Beyza Yalçın

Geniş pencerelerin açıldığı çam ormanının arkasında tepeleri karlı dağın yamaçları görünüyor. Şöminedeki ateş, oynaşan alevlerinin yalımıyla duvarları kızıl gölgelere boğarken tatlı çıtırtıları insanı sımsıcak sarıyor. Üzeri kar tanesi ve geyik örnekli  yün kazağının kollarını sıvamış yazarımız derin düşüncelerle dışarıyı seyrederken arada bir üzerinden buğular yükselen kahvesini yudumluyor. Sonra gözleri parlayarak masasına dönüp elmalı ışığı olan mukavva inceliğindeki bilgisayarında harıl harıl yazmaya koyuluyor.

Hollywood filmlerinin bilinçaltına gönderdiği mesajlarla zihnimde şekillenen yazar portesi aşağı yukarı böyle bir şey. “Karlı bir dağın tepesinde, ahşap bir kulübesi olmayan da kendine yazarım demesin” diye düşünürdüm.

Ta ki benim ilham teyzesi ile tanışana kadar.

Evet ya ilham teyzesi. Ah ah! Evet, ilham perisi değil. Onlar ancak karlı dağda ahşap kulübesi olan yazarlara gidiyor galiba ki benim payıma ilham teyzesi düştü.

Daha önce arada bir tanışma teşebbüsü oldu ama ben görmezden gelmiştim uzun zaman. Sonra bir gün seminer ve ders notlarımı düzenlerken, “Bu notlardan yorumlayarak bir yazı çıkarabilir miyim?” diye düşündüğüm an yanımda bitti. Üç harflilerin adını anınca yanında biter mi bilmem ama benim ilham teyzesi anında konuk oldu. O  günden beri de yalnız bırakmadı sağ olsun(!)

Benim ki öyle havalı mekânlar, lüks bilgisayarlar filan istemiyor Allahtan. Bir notebook bir sehpa ona yetiyor.

Yalnız en büyük kusuru huysuzluğu. Senelerdir görmezlikten gelmemin acısını çıkarırcasına vakitli vakitsiz zorla konuk geliyor. Gecesi gündüzü belli değil. Geldiği zaman, ilhamını kâğıda dökene kadar ne rahat ediyor ne de huzur veriyor.

En olmadık zamanda, mesela gecenin ikisinde dürtüyor.

-Hadi kalk ben geldim.

-Aaa ama uykum var. Çok yorgunum. Bırak da uyuyayım.

-Olmaz şimdi kalk.

Yorganı başına çeksen de faydasız, dürtmeye devam eder.

-Hadiii

-Ya sabah yazarım.

-Olmaz unutursun sonra.

Görmezden gelmeye kalksan da sabaha kadar uyutmaz, döner durursun. “Gideceği yok, bari kalkıp yazayım.” demek en iyisi. Sonra artık ne zaman bırakırsa. Bir bakmışım öğlen olmuş. Bu saatten sonra uyumak olmaz tabi ki. Bu yeniden uyku düzenini tutturmak için uğraşılacak en az iki hafta demek.

Ya da “ ma ağna anhü malühü… hayalimin kollarına kanat takıp” Estağfirullaah…“Seyasla naran… öylesine hafiflik…” Eyvah! benim ilham cadısı geldi gene. Burada bari rahat ver değil mi? Yok…

Onunla en rahat geçindiğimiz zamanlar, örgü örerken ya da yürürken.

Şöyle bir yürüyüşe çıkayım en iyisi. Hem söyleşiriz hem de spor olur.

-Gelen kalmadı giden gelmedi.

Düüütttt. “Önüne baksana teyze, kör müsün?”

-Ne teyzesi kardeş, ne diyon sen… Eyvah kaldırımdan inmişim de sokağın ortasında yürüyorum. Yok, böyle olmayacak. Eve döneyim en iyisi. Bir kahve yapar, örgü örerken ilham cadısı ile söyleşirim Evet ya ilham teyzesindense ilham cadısı daha çok uydu benimkine.

Ooh kahvenin kokusu miss gibi. “Bir ters üç düz, bir ilmek kes. İki sıra sarı, sonra beyaz ipe geç.” Ooofff! İki saattir ördüğüm tüm sıralar yanlış olmuş iyi mi?

İlham cadısı ile saatlerce hatta günlerce boğuştuktan sonra yazmaya sıra gelir. Bu kısmı fazla zor değil. Zaten konu olgunlaşmış, aşağı yukarı ne yazacağım belli olmuştur. Genellikle fazla sürmez ama iki sayfalık bir makale yazmak için başlayıp 11 sayfalı upuzun bir yazıya dönüştürmek de benim için vaka-i âdiyedendir.

Benim için işin zor kısımlarından biri de noktalama işaretleri ve imla kuralları. Oldum olası sevemedim gitti bu işi. 

Tam yazıyı düzenlemeye başlayınca, Editör Mehmet Bey kaşlarını çatar 

-Hocam, o “da” bitişik mi şimdi?

-Değil mi? Ha değil galiba. Tamam, hocam ayırdım.

-Hocam o virgül oldu mu oraya?

-Olmadı mı? Sanki bence oldu gibi ama… Yok, yok olmadı mı? Ha tamam, kaldırdım virgülü… Sonraki kelimeye koysam olur mu?

-Olmaz hocam, olmaz… Bak yoksa sana “Virgül Hanım” deriz.

-Tamam, tamam hocam, kaldırdım virgülleri.

***

Sonra ki safha birilerine okutup geri dönüşüm alma kısmı. Aile watsapp gurubunu deneyeyim.

-Attığım yazımı okudunuz muuu?

Iıh cevap yok. En iyisi herkese ayrı ayrı atmak.

Millet tecrübeli, dosyayı gören virüslü ileti almış gibi açmıyor. Mavi tık yok bir türlü. 

En iyisi aile yemeği. Kaçacak yerleri yok, mecburen okuyacaklar. Ama işte, yazım olduğunu anlayan, daha ben söze girmeden toz olmanın yolunu buluyor.

-Abla, ben bi çayın altına bakayım.

-Teyze, vize haftam bi geçsin söz okuyacağım.

-Kızım gözlüğümü bulamıyorum. Bulayım bakarım.

***

Bunlardan hayır yok, en iyisi bizim Ayşe-Fatma- Hayriye gün gurubuna okutayım.

-Tencereyi ocaktan alınca soğumasını bekle, bir paket krema ilave edip iyice çırp.

-Kızlaar geçen sefer söylediğim yazımı okudunuz mu?

-Ay ben linki bulamadım arkadaşım ya.

-Ee attım ama ben linki.

-Bilmem, görmemişim galiba. Gidince ilk iş bakarım… Sonra iyice çırpılmış kremayı tepsiye boşalt…

-Bana bakın, atlatıyorsunuz siz beni. Sonra size imzalı kitabımı vermem.

-Ohho senin kitap yılan hikâyesine döndü. Ne zaman çıkacak kim bilir?

-Olsun bir gün çıkar elbet. O zaman imzalamam.

-Ee şimdi kitaplar dijital değil mi? Zaten imzalayamazsın.

-O zaman ithaf ettiklerimin arasına sizi eklemem…

***

Haklarını yemeyeyim, aslında az yazımı okumadılar da onlarınki de can. Bir yerden sonra onlar da bıktılar gariplerim. 

E siz okumaktan bıkıyorsunuz da, üç güne bir zorla misafir gelip, kovsan da gitmeyen  İlham Cadısı ile, ben ne yapayım nerelere gideyim?

    Benim derdimi ancak yazanlar anlar…

One thought on “Ancak Yazanlar Anlar / Gülçin Beyza Yalçın

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *