
Soru 1:
Röportaj teklifimize olumlu cevap verdiğiniz için öncelikle teşekkür etmek istiyorum. Dergimizin okulları için kendinizi biraz anlatabilir misiniz? Hakan Tuğrul kimdir?
Cevap: Ben teşekkür ederim. 1985 yılında İstanbul’da doğdum. Açıkçası okullu bir eğitim hayatım çok olmadı. Anne babam ben küçük yaştayken ayrıldılar. Anneanne, dede ve annemle birlikte büyüdüm. 5 kardeşin en büyüğüyüm. Ailem balkan göçmeni, dolayısı ile bu kültürden çok beslendiğimi düşünüyorum. Çocukluğum Bayrampaşa’daki müstakil evimizde geçti. Okulda çok başarısız bir öğrenci değildim ancak okula devam etmeme kararımı kendim vererek, erken yaşta iş hayatına atıldım ve bu süreçte pek çok işte çalıştım.
Soru 2 : Müzikle ilk bağınız nasıl başladı. İlk enstrümanınız neydi?
Cevap: Müzik ile olan bağım çocuk yaşlarda başladı. İlk enstrümanımı annem almıştı. Annemin desteği ile gitar dersleri almaya başladım ve bu şekilde müzik ile olan bağım gelişmeye başladı.
Okuldan ayrıldıktan sonra, bir yandan farklı işlerde deneyim kazanıyor, diğer yandan da müzikte kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Ancak, bu bende o zamanlar sadece bir hobi olarak sınırlıydı.
Klasik gitar ile başladığım bu süreçte müzik zevkimin rock/metal müziğine evrilmesi ile elektrik gitar da alarak, küçük müzik gruplarıyla stüdyo ortamını deneyimlemiş oldum. Aslında çocukluğumdan beri çok fazla işte çalıştığımdan dolayı, her iş ortamının kendince bir müzik dinleme alışkanlıkları vardı. Büyüdüğüm çevrede arabesk kültürü çok yaygındı, dolayısı ile ilk çalıştığım yerlerde çok fazla bu tarz müzik dinledim. Bunu büyük bir zenginlik olarak görüyorum.Daha sonraları ergenlikle birlikte sosyal çevrem değişmeye başladı. Farklı müzikleri keşfetmeyi seviyordum. Birçok farklı türden albüm arşivleri yapıyordum. Hatta bu dönem küçük çaplı radyo yayınları yaptığımız bir arkadaş grubumuz vardı.
Soru 3: O dönemler sizi en çok etkileyen müzisyenler kimlerdi?
Cevap: Ergenlik dönemimde Pentagram grubunu çok dinliyordum. Pentagram grubu metal müzik yapıyor olmalarına rağmen bazı müziklerinde kullandıkları zurna, ney, bağlama ve bendir gibi enstrümanları kendi müzikleri ile çok iyi harmanlıyorlardı. Sanırım ilerleyen dönemlerde de doğu müziklerine olan ilgimin kökleri biraz bununla alakalı olabilir. Daha sonraları Hint, İran ve Pakistan müziklerine ilgim arttı. Hindistan’dan Zakir Hussain, Shivkumar Sharma, Pakistan’dan Nusrat Fatih Ali Khan, İran’dan da Kayhan Kalhor beni en çok etkileyen müzisyenler olmuştur. Özellikle üstat Kalhor’un müziği beni halen çok etkiliyor. Sanırım hayatım boyunca en fazla konserine giderek canlı dinleme fırsatı yakaladığım müzisyen kendileridir. İran’da ders aldığım hocam Ali Bahramifard da kendileri birlikte zaman zaman konserler veriyorlar ve İran kemençesi ve santur ikilisini bir arada dinlemek benim için her zaman ilham verici oluyor.

4- Şu anda santur enstrümanını çalıyorsunuz. Biraz bu enstrüman hakkında bilgi verebilir misiniz? Hangi kültüre ait, siz ne zaman tanıştınız bu enstrüman ile?
Santurun kökeni bazı kaynaklarda Hint – İran olarak gösterilse de, Asya’dan Avrupa’ya pek çok kültürde kullanılmış ve halen kullanılmaya devam ediliyor. Girdiği her müzik kültüründe, o bölgedeki müzik kültürünün ihtiyaçlarına göre gelişmiş ve şekil almış bir enstrüman. Her kültürde birbirinden farklı isimlerle anılmış olsa da yatuğan telli vurmalı bir saz olma özelliğini koruyabilmiş. Hatta piyanonun atası olduğu yönündeki düşünceler de az sayılmaz. Piyanonun içerisinde santura benzer bir mekanizma var. Piyano tuşlarına bağlı, santur çalarken kullandığımız mezrablara benzer benzer mantıkta çubuklar tellere vurarak ses çıkarmaktadır. Özellikle 17. yüzyılda Osmanlı Saray Musikisinde yaygın olarak kullanılmış. O dönemin müziğindeki önemli figürlerden biri olan Ali Ufki Bey’in de bu enstrümanı icra ettiği bilinir. Bunun dışında Osmanlı Şifahanelerinde bazı ruhsal durum bozukluklarının tedavisinde de kullanılmış.
Santurun sesine bu dönemlerde dinlediğim kayıtlardan aşina olmaya başladım. Sanırım ilk santur sesi duyduğum kayıtlar o zamanlar Azam Ali’nin de içerisinde yer aldığı VAS grubu ve iranlı bir kürt müzisyen olan Bahram Pourmand’ın (Bahramji) kayıtlarıydı. Enstrümanın ismini ve tınısını biliyor olsam da nasıl göründüğüne dair bir fikrim yoktu. Daha sonraları santur enstrümanını Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde sokak müziği yapan bir müzisyende gördüm. Kendisi Light in Babylon grubu ile uzun yıllardır santur çalan Metehan Çiftçi’dir. Bu müzisyen arkadaş ile yollarımız daha sonraları sık sık kesişmeye başladı, daha sonraki yıllarda kısa bir dönem aynı evi paylaşmışlığımız da oldu. İlk olarak Heybeliada’da bir piknikte bu arkadaşın enstrümanını deneyerek ilk defa fiziksel bir bağ kurmuş oldum. Aynı dönemler İstiklal Caddesi’nde, Siyasiyabend, Kara Güneş gibi gruplardan da dinleyerek santura aşinalığım oluşmuştu. 2009 yılında ilk santurumu iranlı bir arkadaşımın getirmesi ile santur öğrenmeye başladım.
O dönemlerde Türkiye’de iran santuru çok yaygın değildi ancak günden güne iran santuru çalanların sayısı artmaya ve sokak müziğinde daha görünür hale gelmeye başlamıştı. Yaygın bir enstrüman olmadığından, bunun dersini alabileceğimiz bir okul veya usta yoktu. En azından benim bildiğim kadarıyla durum böyleydi. Bundan kaynaklı olarak her santura başlayan ya bir birinin çalış biçimini taklit yoluyla ya da kendi kendine keşfederek bu enstrümanı icra etmeye çalışıyordu. İlk dönemler bu bende de böyle gelişti. Bir süre kendimi böyle geliştirmeye çalıştım. Kendimi belli bir seviyeye getirdikten sonrada bunu bir hobiden ziyade kendimi bu şekilde ifade edebileceğim araç olarak görmeye başladım. O tarihlerde çalıştığım iş yerinden ayrılarak İstanbul metro istasyonlarında ve daha sonraları sokakta müzik yapmaya başladım. O zamanlardan beri de hayatımı bu şekilde kazanarak idame ediyorum.
2012 ve 2014 yıllarında bu enstrümanı layıkıyla öğrenebilme arzusu ile İran’a seyahatlerim oldu. Daha önceleri de takip ettiğim usta santur müzisyenlerinden oluşan santur beşlisi ‘Santur Navazan Ensemble’ üyelerinden Siamak Aghaei, Ali Bahramifard ve Bahman Behmaram gibi iranlı santur ustaları ile iletişim kurarak tanışma fırsatım oldu. Ali Bahramifard ile yoğun bir ders sürecimiz oldu ve usta çırak ilişkisinden öte, yıllar içerisinde samimi bir bağımız oluştu.

Soru : Sokakata müzik yapmanın size nasıl katkıları oldu?
Cevap: Sokakta müzik yaptıkça pek çok farklı kültürden müzisyen ile tanışıp beraber müzik projeleri geliştirmeye başladık. Pek çok farklı müzik grupları kurduk. Genellike çalıştığım müzisyenler, o dönem İstanbul’daki müzik kültürünün cazibesiyle buraya Avrupa’dan göç etmiş kişilerden oluşuyordu. O dönemler sanırım biraz da İstanbul’un Avrupa kültür başkenti olmasından dolayı farklı bir ilgi vardı. Pek çok yabancı müzisyen buraya gelip, bu coğrafyada farklı kültürlerin müziklerine, enstrümanlarına ilgi duyarak, enstrüman öğreniyor ve çalışmalar yürütüyorlardı.
Müzikal çalışmalarımın büyük bir kısmı Avrupa’dan gelen müzisyenlerden oluşuyordu. Bu müzisyen arkadaşlarla gruplar kurarak sahne almaya ve albüm kayıtları yapmaya başladık. Bu sayede ilk defa Letonya, Yunanistan ve Romanya gibi ülkelerde de sahne alma fırsatım oldu. Bu projelerden ilki daha sonra adı Temir Taikşa olacak Resonance Collective projesiydi. Bu proje Yunanistan, İskoçya ve Avustralyalı müzisyenlerden oluşuyordu. Projedeki yerel olarak müzisyenler olarak ben ve daha sonraları Almanya’da da birlikte çalışacağımız kürt müzisyen Hogir Göregen ile birlikte yer aldık. İlk albümümüzü de bu grupla kaydederek İstanbul’daki Zorlu PSM, Roxy, Bronx gibi bilinen mekanlarda konserler vermeye başladık ve aynı dönem TRT’de yayınladan ‘İçimdeki Ses’ ve ‘İstanbul Söylüyor’ gibi belgesellere konuk olduk. Bu projenin çekirdek kadrosu sabit olmak ile birlikte süreç içerisinde değişen ekip üyeleri oldu. Bu projede birlikte yer aldığımız Yunanistanlı müzisyen arkadaşımız Achilleas Tigkas ve daha sonradan ispanyol müzisyen Joakin Lopez ile birlikte Eben Trio projesini hayata geçirdik. Yukarıda sözünü ettiğim Avrupa konserleri de bu grup ile gerçekleşti.
Aynı dönemlerde kişisel çalışmalarıma da devam ederek, film müziği, dizi ve belgesel müziği gibi alanlarda da müzikal üretimlerimi sürdürdüm. İstanbul’da yaşadığım son zamanlarda pop müzik sanatçısı Mabel Matiz ile de Zorlu PSM’de sahne alma fırsatım oldu.

4. Yaşadığınız ülkedeki insanların müziğinize yaklaşımı nasıl? Verdiğiniz konserleri de takip etmeye çalışıyorum gördüğüm kadarıyla ilgi yoğun?
Cevap: Almanya’ya gelişim de aslında zaman içerisinde geliştirdiğim bağlantılar ile oldu.
2016 yılında bir Yunanistan konserinden sonra halen devam eden bir vizem olduğu için Berlin’e gelmek istedim. O dönemler sosyal çevremde farklı sanat alanlarından Berlin’e ilgisi olan arkadaşlarım vardı. Bu sanırım bende de bir merak oluşturdu. Bu vesileyle vizemin kalan günlerini Berlin’de değerlendirmek istedim. Berlin’e, hem müzik ortamı hakkında bilgi edinmek, bağlantılar kurmak ve sokak müziğini burada da deneyimlemek için enstrümanımı alarak geldim. Burada sokak müziği yaparken güzel etkileşimler aldım ve bu vesileyle yeni müzisyen arkadaşlar ile tanışma fırsatım oldu. Yaklaşık üç ay kadar Berlin’de kaldığım sürede, burada edindiğim bağlantılar ile konserler ve kayıtlar yapma imkanım oldu. O dönemde Kreuzberg’deki St.-Simeon-Kirche’de bir solo dinleti gerçekleştirdim. Berlin’de bu süreçte edindiğim bağlantılar daha sonra benim Almanya’ya göçümün zeminini hazırladı. Aslında ilk gelişimde buraya yerleşmek gibi bir fikrim yoktu. Etrafımdaki insanlar sanatçı vizesi ile göç etmenin mümkün olduğunu söylüyorlardı ancak benim okullu bir geçmişim olmadığı için bu vizeyi alabileceğimi düşünmüyordum. Daha sonraları bir kaç defa daha Berlin’e seyahatlerim oldu ve her seferinde yeni bağlantılar kurarak, müzikal birlikteliklerimi sağlamlaştırmaya başladım. Buradan elde ettiğim kazanç ile Berlin’de yaşayabileceğim fikri oluşmuştu. Sanırım bu bende bir özgüven oluşturdu ve ‘bana sanatçı vizesi vermezler’ düşüncesi zaman içerisinde ‘neden bana vermesinler?’ olarak evrildi. 2018 yılında Berlin ve Hamburg’ta gerçekleşecek festivallerden davetler almıştım. Bunlardan ilki yaz başlangıcında Berlin yakınlarında bir yerde gerçekleşti. Burada Efendi Groove ismi ile neyzen Tayfun Guttstadt ile beraber sahne aldık. Bu festivalden hemen sonra Türkiye’ye dönerek sanatçı vizesine başvuru sürecimi başlatmış oldum ve beni şaşırtacak şekilde hızlı bir süreç işledi ve vize başvurum bir ay içerisinde olumlu sonuçlandı.
2018 yılı sonunda Berlin’e göç ettim. Burada da müziğime olan ilgi ve sanat ortamı sanırım benim bu işe bakış açımı biraz daha geliştirdi. Şehrin kültürel yapısı gereği burada benim için pek çok farklı müzikle ve müzisyenle bağlantı kurmak çok daha kolaylaştı. Kurduğum bağlantılarla birlikte birçok müzik projesine dahil olma fırsatım oldu. Bu projelerden biri Liget Trio. Liget Trio ile 2023 yılında tamamı kendi bestelerimizden oluşan bir albüm yayınladık. Belli aralıklarla bu trio ile olan konserlerimiz devam ediyor. Bir diğer proje de Gießen merkezli grup Mala Isbuschka. Bu grup ile de albüm kayıtları ve konserlerimiz oluyor. Ayrıca bu grubun kurucularından Markus Wach ile de albüm çalışmaları gerçekleştirdik. Berlin’deki ilk bağlantılarımdan biri olan, hint tablası ve avrupa santuru sanatçısı Raimund Engelhardt ile zaman zaman konser etkinliklerimiz oluyor. Kendisi çok saygı duyduğum ve müziğine hayran olduğum bir sanatçı ve onunla çalışmak bana ilham veriyor.
Berlin’de kültürel projelere yönelik fon destekleri sanatçılara projelerini gerçekleştirmeleri için avantajlar sağlıyor. Zaman içerisinde kendimi bu yönde de geliştirerek kendi projelerim için destekler aldım. Bu destekler sayesinde ilk solo albümümü yayınladım. Ayrıca yeni bestelerimin yer alacağı bir albüm planım daha var. Bu albümün besteleri için Alman Müzik Konseyi tarafından fon desteği aldım. Ancak, kayıt ve yayınlanma süreçleri için fon arayışım halen devam etmekte.
5. Almanya’da sokakta da müziğe büyük bir ilgi var. Her milletten müzisyenlerin orada buluşmasını neye bağlıyorsunuz?
Berlin çok göç alan, sanat ve müzik alanında da bu göçlerin yoğun olduğu bir yer. Bu göçlerin kültürel kaynaşma ve çok kültürlü bir yapı oluşturma adına büyük bir katkısı olmuş. Burada birçok kültür birbiriyle etkileşim halinde olup, hem kendi müziğini var etme zemini bulabiliyor hem de kültürler arası etkileşim ile birbirlerinden besleniyorlar. Bu yapı da sanatçıların üretkenliğini artıran bir ortam sunuyor. Dolayısıyla sanatçıları Berlin’e getiren, bu çok kültürlülüğün buradaki kabulü ve tezahürü olduğunu düşünüyorum. Sokak müziğine olan ilginin büyük olduğu doğru ve bu çok kültürlülük birçok farklı enstrümanla sokakta karşılaşmayı da mümkün kılıyor. Bunu hem müzisyenler hem de dinleyicilerin kendi kültüründen sesler duyması ve başka kültürlerle bağ kurması açısından şehrin bir zenginliği olarak görüyorum.
6. İnstagramı aktif kullanıyorsunuz. Spotify ve youtubede de etkin misiniz.
Cevap: Spotify’da bazı albüm kayıtlarımı dinlemek mümkün. YouTube’da santurhane adında bir kanalım var. Eskiden bu kanalı aktif kullanıyordum. Kendi müziklerim dışında başka müzisyenlerin de santur kayıtlarını buradan yayınlıyordum. Uzun zamandır yeni bir yayın yüklemedim. Sosyal medyada daha aktif paylaşımlar yapmayı planlıyorum.
Bu ilham verici yolculuğunuzu dinlediğimiz için tekrar teşekkür ederiz. Müziğinizin, kültürler arası köprüler kurmaya devam etmesini ve yeni projelerinizde başarılar diliyoruz. Sizi takip etmek isteyenler için Instagram ve Spotify hesaplarınızı da paylaşmak isteriz.
Spotify: https://open.spotify.com/intl-tr/artist/3LmcAfKyQ2XTZL9qBfrcF7
İnstagram: https://www.instagram.com/hakantugrul/
Röportaj: Cizlavet
Fotoğraflar: Süveyda Halıcı, Anton Tal, Ralf Krüll
