“ Zeynele…
Seninle az mı gezmiştik Buca
sokaklarını
Kedi ve köpekler bile tanırdı o zamanlar bizi
Az mı anlatmıştık yaşanmışlıkları
Eshot ya da taksilerde
Bir işaret çakardık başlardı tiyatromuz..
Ben göçmen olurdum ve biraz da akşamcı
Ve sen hep nasihat verirdin:
“Bıraksan o zıkkımı?.
Bak Ramazan’dır ara sıra da olsa kılsan namazı!.”
Oysa ben derdim,
-üç beş gün yaparım bu eyyamı
Ama söz Perşembe’ye Cuma’ya içmem!
Bir gün bir amca fazlaca utanmıştı da
Şişe dolu fileyi arkasına saklayıp:
-Ben Cuma’ya gitsem ve sektirmezsem Ramazan’ı
Söyle bana Allah affeder mi günahlarımı?.
Ve sen demiştin ona:
“Tövbe edenleri Rabb’im her zaman affeder”
Bir gün bir taksici büyük bir hışımla dönmüştü arkasını ve sana:
-Bilader doğru söylüyor dinlesene adamı.
Bak ben 11 ay içerim
Ama atlamam Ramazan’ı
Teyp gibi geri sararım
Cümle günahı!..
Okul bahçeleri, teravihler, yaz kursları
Ve gezerdik öğrenci kokulu sokakları
Sıla imiş tatil imiş.. iması bile komik gelirdi!
Ve hep derdik:
Acaba var mıdır şöyle içten bir yakaran gönül?.
Risalet makamına..
Her ne kadar özlesek de anayı/babayı sılayı
Nasıl bırakabilirdik gül kokulu Buca’yı?.
Bilirdik.. en bereketli mevsim yaz’dı
Ve belki biraz kimilerimiz haylazdı
Yine de ince belli bardaklarımız
Ve içtiğimiz çaylar büyük bir hazdı
O öğrenciler, evler, yurtlar en büyük aşkımızdı
Bazen Edi bazen Büdü
ve çokça da insan olmuştuk
Çer çöp kalmamak için…
O yıllarda