Çocuklar Seni Bekliyor Castellio / Gökhan Bozkuş

Çocuklar Seni Bekliyor Castellio

   Dünya tarihinde diktatör denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan Adolf Hitler’in Almanya’sından kaçmak zorunda kalan ve her türlü totaliter, baskıcı  rejime karşı, insanlık onurunu ve özgürlükleri savunan Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı romanında bize 16. yüzyıl Cenevre’sinin tanıdık fotoğrafını çekiyor.

   Kitabı okurken fotoğraflar zihnime tam oturduğu ve o fotoğraflarda kendimi de gördüğüm için ve en önemlisi de Sebastian Castellio’ya hayran olduğum için bu yazımda size ondan bahsetmek istiyorum. Ve Castellio’lara susayan Ferhatlardan bahsetmek istiyorum.

     Kitap, Kalvenizm’in kurucusu Calvin’in dini kullanarak nasıl bir diktatöre dönüştüğünü, en küçük bir muhalefete dahi tahammül edemeyip onları sistematik olarak nasıl yok ettiğini anlatıyor. Okuyunca anlıyorsunuz ki hastalık aynı. Bir ideoloji üzerinden baskı kurmak ve kendi gibi düşünmeyenleri şeytanlaştırmak, düşmanlaştırmak. Zaman ve mekan farklı, isimler farklı ancak yaşananlar neredeyse aynı. Masumlara hain damgası vurulması, onları savunanların da bu hainlikten nasibini alması. Güçlünün zorbalığı, haklının masumiyeti, ve en net gördüğüm seçtiğim ve çağıma yakın gördüğüm fotoğraf da kalabalıkların korkaklığı ve sessizliği. Daha önce analizini yaptığım Kırmızı Pazartesi romanındaki ruhsuz kalabalıklar burada da var.

Kitapta her karakteri temsil edenler olduğu gibi vicdanı temsil eden birisi de var. Castellio.

Zweig Calvin’i anlatırken despotun zorbanın özellikleri nelerdir, neler yapabilecek kadar vicdansan yoksundur ,bunları hangi motivasyonla yapar, hissettikleri nelerdir, bunları yaparken nasıl taraftar bulur gibi sorulara karşılık buluyorsunuz. Zweig büyük olasılıkla bu kitabı yazarken Calvin’i kendi içinde bulunduğu dönemin despot lideri Hitler’le özdeşleştirmiş olabilir. Zira ben bu kitabı okuduğumda Calvin gözlerimin önüne geniş alınlı, kalın dudaklı, gorilimsi bir canlı olarak göründü ve kitabın sonuna kadar da bu silüet gitmedi. Bu kitabı değişik coğrafya ve dönemlerde okuyanlar da mutlaka özdeşleştirecekleri bir despot, bir zorba bulacaklardır.

Bu romandaki temsili kurbanın; yani Kırmızı Pazartesi romanındaki Santiago Nasar ya da Gizemli Nehir filmindeki Dave Boyle gibi kurbanın adı Servetto’dur. Calvin kendi fikirlerine aykırı gördüğü için onun yakılarak ölmesine karar verir ve vicdanlar suskundur, gözler kör, kulaklar sağır… Onun hakkında her türlü karalamayı yaparken, ona her türlü iftirayı atıp, onu zindanlarda ölüme terk ederken karşılığında yaptığı tek şey onun sözlerini çarpıtmak, aleyhinde din düşmanı ve sapkın diye hüküm vermek. Serveto’yu yakarken bile tek istediği onun fikirlerinden cayması ve kendini haklı sayması. Çünkü Calvin, egoist ve kibirli. Calvin, kendisine karşı yapılan her eleştiriyi dine yapılmış hakaret olarak göstermekte çünkü o dönem henüz “dıj güçler” icat olmamıştır.

Peki herkes mi susmuştur. Hakikati konuşan, haykıran hiç kimse yok mudur? 

Herkesin sustuğu, korktuğu bir dönemde cesaretini kaybetmeyen biri var: Vaiz Sebastian Castellio. Cesareti, erdemi, yiğitliği, vicdanı resmeden bir karakter. İkisinin mücadelesine ister vicdanın zorbalıkla mücadelesi, ister özgürlüğün baskıya direnmesi diyebilirsiniz.

“Bir insanı öldürmek asla bir öğretiyi savunmak değildir, bilakis: Bir insanı öldürmektedir.”

Der kitapta Castellio.

Kitapta altı çizilecek ya da not edilecek o kadar çok cümle var ki…

Yumuşak huylu insanlar güçlü olmak zorundadır ve barış isteyenler bir kavganın içindedirler… Görünmeyeni yenmek mümkün değildir, insanlar öldürülebilir ama içlerindeki Tanrı öldürülemez. Bir halk yenilebilir ama ruhu asla.” Bu cümle adeta kitabın damıtılmış özü gibi. Hele Castellio’nun şu sözü: “Hakikati aramak ve onu kendi düşündüğü gibi ifade etmek asla suç olamaz.” Cümlesi tazeliğini ne kadar da koruyor öyle değil mi…

    Çağan Irmak’ın yönettiği 2008 yapımı Ulak filminde çoban bir çocuk vardı. Adı Ferhat. Bir gün derviş Zekeriya’ya uğrar ve ağlar. Ağzı burnu kan içinde “Ulak’a haber ediver gelsin gali. Dayanacak gücüm kalmadı ‘ der ve ağlaya ağlaya koyunları ile ayrılır oradan.

  Filmlerde ismi Ulak olur , romanlarda Castellio ama değişmeyen bir yazgı var. Ferhat’lar ağlıyor , Serveto’lar ölüyor ve halka sadece sadece izliyır. Yine Zweig’in başka bir kitabı Mecburiyet’te dediği gibi “ Yalan söylemek istemiyorum. Ben de belki sesimi çıkarmaya korkacağım. Milyonlarca kadın, kocaları ve çocukları götürüldüğünde seslerini çıkartmaya korkmuştu , hiç biri yapması gerekeni yapmadı. Sizin korkularınız bizi zehirledi “ korkular toplumu zehirliyor ve onbinlerce , yüzbinlerce göz Castellio namzedi gönülleri arıyor.

Gökhan Bozkuş

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *