saymadığım adımlarla
işte geldim o sırtıma kapanan kapıya
ağaçlar dökmüş dibine meyvelerini
soğuk hala titriyordu yaprakların boynunda
gözüme ilişti birden
kapının önünde bekleyen eşik
en sadık bekçisiydi o kemiksiz gövdenin
eskiciye versen bir düzine mandal etmeyen yüzüyle çıkageldi
yazılmış geçmişi çoktan
kat kat hesabına
yakasında altın bozması broş
cebine sıkışmış duruyordu üç beş metelik
birde ekşimiş rengiyle
alnında terleyen mendilleri
yüzünde kesilen topak topak solgun sönmüş kireç
başı da çökmüştü omuzlarına
titriyordu gözleri bebeğinin kollarında
selam faslında musafaha ettik
buzluktan çıkmış sandım elllerini
örste dövülmüş bakışları bitkin
vicdanını paspas etmişti zaten ilkin
ardından buyur etti karşı köşeye
oturduk yılların yükü sırtımızda
korda demlenen iki fincan kahvesi
kırk yıldır ağzında tutuyordu tadını
harf harf işlemişti diline adını
dudağına büzülen sözle başladı
süzüldü tüm acıları damla damla bakışlarından
elekten geçmişti emeğindeki nasırlar
paslı sesiyle haykırıyordu gramofon
notalara sinmiş kurşuni nağmeler
şarkılardan toplarken kendini
parça parça eriyip gitti
…
Cafer Başer
17/09/25
