Gökyüzüm / Zeren

Minik çay bahçesi sıradan basit buluşmaların şahitliğini yaparken kuşların ağaçlarda şakıyan
seslerinden daha özel bir şey vaat etmiyordu. Gergindi adam, söylenecek her şeyin söylenip nihayete
gelindiği gün olduğunu biliyordu. Sebepler, sonuçlar, hak etmişlikler, pişmanlıklar, çabalar… Henüz
zihninde hiçbirini oturtacak yer bulamamıştı.
Dingindi kadın. Sevmenin adı vardı, bu vakte kadar kalmanın da ve şimdi gitmenin de bir adı
olmalıydı. Belirsiz yaşamak daha zordu. Artık konuşmasa uzayıp gidecekti bu bakışmalar:
-Böylesi daha iyi olacak .
-Sen öyle diyorsan.
Uzaklara kaçırdı kadın gözlerini ayağa kalkarken:

O zaman gideyim ben artık.
“Nasıldı Sezen Aksu’nun o şarkısı : Git ,git, gitme dur yalan söyledim ,diyebilsem keşke yahut bilmem
kaçıncı kez bir şans daha istesem. Artık çok geç diyen bakışların kapısı kırk kilitle örtülmüş kalbinin
anahtarı gibi. Nasıl da sert nasıl da hoyrat.”

Peki ,nasıl istersen. Kendine iyi bak olur mu?
-Sen de.
” Bitti mi ,bu kadar mı? Şu uzaklaşıp ardına bakmadan giden benim yarım kalmış hayallerim mi? Dur
,gitmeden söyleyiver; şimdi o çok sevdiğim ellerin de mi gidiyor benden? Peki söylediğin onca büyülü
sözleri de mi toplayıp götürüyorsun acımadan? Bari seni ilk tanıdığımdaki dünyanın bütün kır çiçeklerine
meydan okuyan gülüşün kalsaydı yanımda.
Tamam bütün hatıralar, bütün güzel anılar sende kalsın. Utangaç kuşların başımızda döne döne
söylediği şarkılar. Bayram şekerlerine benzettiğimiz bulutlar. İzlediğimiz her filmde ,en olmadık
sahnelerde ,sana fark ettirmeden gülerken ben ,seni tutan ağlamalar. Sen seviyorsun diye uzun uzun
dinlemek zorunda kalsam da açtığım konular. Ne anlarım ben çiçeklerden derdim içimden ama sadece
tınısını sevdiğim için dinlediğim, kendim en güzel manaları yüklediğim yabancı şarkılar gibiydi sesin. Ne
söylesen dinlerdim sıkılmadan.
Bak işte şu köşeyi döndüğünde kaybolacaksın gözümün önünden. Belki de sonsuza dek. Öyle
korkuyorum ki. Tamam, her şeyi götürürsen de bir kere başını çevirip baksan…. Birazcık, bir parça umut
bıraksan bana. Bir kere dönüp baksan keşke.
Biliyor musun henüz hiç yazılmamış şiirlerim var sana her gün okuduğum. Biliyorum ki hiçbir şiir
ruhuma serinlik veren nehirlere benzettiğim ,omuzlarından akan saçlarının güzelliğini anlatamaz. Hangi
kafiye, tebessüm ettiğinde yanaklarında belli belirsiz oluşan, içinde kaybolmak istediğim gamzelerini
tasvir edebilir? Ya içimdeki zaman zaman huysuzlanan asi çocuğu dize getiren şefkatini. Bir bakışınla buz
dağlarını eritip kalbime çiçekler yağdıran o kuşatıcı sevgini mesela . Ya da ellerini… Bütün şiirler aciz
,bütün şairler beceriksiz . Ama ben her gece yazılmayanı okudum hayalimde. Romanlar yazdım, yaşanmış
ya da yaşanması mümkün olanlardan değil elbette.

Ve işte döndün köşeyi. Hiç tereddüt etmeden bir kere dönüp bakmadan. ve benimse henüz kalkacak
gücüm yok masadan. Bu kadar çabuk kabullenemem, bir müddet hayalinle kalmalıyım burada böyle.
Belki bir çay daha içmeliyim soğutmadan.
Evet, ben kahveyi severdim sen çayı. Ben oturmayı sen gezmeyi. Ben Beşiktaş’ı tutardım sen
Fenerbahçe’yi .Ben güzel yemeği severdim ,sen güzel giyinmeyi. Ben karda üşümeyi severdim ,sen
yağmurda ıslanmayı .Ben ikindi oldu mu güneşi, sen gece ayı.. Ben huylu huyundan vazgeçmez
dediğimde, sen insan kaç yaşına gelirse gelsin değişir, dönüşür , vazgeçer demiştin de nasıl da tartışmıştık
uzun uzun . Sen haklıydın seninle başka biri oldum ben, seninle değiştim.
Ne kadar çok olursa olsun ayrı düştüğümüz, ayrı düşündüğümüz şeyler hani biz böyle olmaya bile
severdik.
Şimdi bütün yolculuklarda bağıra bağıra eşlik ettiğin şarkılar yankılanıyor kulaklarımda : “Evimizin
önünden dere akar denize, yaşlansaydık sevdiğim senin ile diz dize” diyordu bir şarkıda . ” Bin kere tekrar
olmaz, insan sever bir kere” diyordu bir başkasında. Ne ara öğrendim bunları acaba ya da şimdi neden bu
kadar anlamlı geliyor?
Bak, yine soğumuş çayım. Sevmediğimden değil sensiz içemiyorum belki de. İşte böyle, her şey seni
hatırlatmaya başladı bile. Ne alaka deme ; şu yerdeki çakıl taşında bile senden kalma bir iz var. Şu
karşımda duran boş sandalye… Şu yoldan geçen kadının üzerindeki senin en sevdiğin renk… Şu
umutlarım gibi dökülmüş çiçekler… Şu masum masum bakan utangaç çocuk nasıl da seni çağırıştırıyor.
Ya şu gökyüzü… Ah Asuman! Uzun süre göğe bakmam sanıyorum. Üzerime çöreklenen sensizliğin sızısı
hafifleyene dek.
Hatırlıyor musun, bir gün, kalana mı zordur, gidene mi diye sormuştun? Ne kalana ne gidene , en çok
sevene zordur demiştim ben de. Şimdi bunun cevabını neden yaşayarak öğrenmek zorunda kaldık ki?
Akşam olmaya başladı işte . Hayalimde kaç kez dönüp geldin o köşeden, kaç kez gülümseyerek
‘yapamadım’ dedin. Vakit geç oldu, dönmezsin değil mi?
Dur ,önce kendimi ikna etmeliyim artık kalkıp gitmek için. Nefesim mi daralıyor ne? Bacaklarımda
titriyor sanki. Ya da hala henüz gitmeyi yediremiyor bedenim kendine . Ürettiği bahaneler ondan. Daha
ruhumun derinliklerinde hissettiğim dip dalgaya henüz izin vermedim. Biliyorum ,yaşadıkça daha ağır
basacak hayatımda oluşturduğun boşlukların acısı ama alışırım herhalde. Alışırım değil mi? Biliyorum
kolay olmayacak. Yaşayanlar için yazılmış belli ki şarkıda: ” Kolay olmayacak ,elbet üzüleceğiz. Mutlaka
bir iz bırakacak. Dokunup birer birer, sevdiğin eşyalara. Hatta belki ağlayacağım”. Dağıldım yine . “Ah bu
şarkıların gözü kör olsun” diyen ne de haklıymış.
Evet vakit geldi. Bitti beklemek. Artık gitmek gerek.
Elveda Asuman … Elveda gökyüzüm.”

Her bir harfi içinde cam parçaları gibi dağıldı son cümlesinin. Kanadı. Masanın üzerinde soğumuş çayına
baktı en son vedalaşır gibi. Kalktı. Son bakışa da sevdiğini en son gördüğü köşeye bıraktı. Emir komuta
zincirine uymuyordu hiçbir uzvu. Ayakları bedenini arkasını döndürüp zorla uzaklaştırırken kalbi orada
kaldı.

Rüzgar üşütecek kadar esmeye başlamıştı. Hafiften ürperdi Asuman. Uzaktan saatlerdir izlediği sevdiği
adamın gidişini sancılı bakışlarla, kaybolana kadar takip ettikten sonra ıslanan yanaklarını elleriyle silip
uzaklaştı yeniden…

Kar yağmış parmak uçlarına
Güneşten düşen
Gözlerine çocuklar doluşmuş
Neşeyle gülüşen.
Kuşlar mı yoksa gamzendeki
Çukura üşüşen
Saçlarına konan kelebekler bilir kadrini
Ve bir de ben
Senin nedir bu endişen

Ah benim asılsız ihbarım
Olmadığın her şey böyle eksik
Böyle yarım
Kış olsa ayaz olsa ne yazar
Tek çicekle gelen baharım.

Hüznü sevmez ruhun
Gönlümde dağıttığın kara bulutlar tanık
Bir gülüversen anlık
Sayfalarca mektup olur tebessümün
Ucu yanık.
Okudukça bir çocuk seker kırlarda
Dudaklarında

Sevdiğimiz şarkıdan ıslık

Sen benim külfetsiz bilmecemsin
Hep bir yanı meçhul
Tekrarı yıllar alan tek hecemsin
Gündüzün bu kadar güzel
en beyaz gecemsin
Fethettiğin ülkemi yeniden ne olur terk etme
Hükümdarlığına razı olduğum
Sultanımsın, ecemsin…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *