Uçak, Bişkek’e alçalmaya başladığında, Yusuf öğretmenin içini garip bir sessizlik kapladı. Aşağıda uzanan dağlar, karlı doruklarıyla gökyüzüne dokunuyordu.
Kırgızistan’a ilk kez geliyordu.
Anadolunun isimsiz kahramanlarının açmış olduğu Türk okullarında öğretmenlik yapmak için gönüllü olmuştu.
Valizinde birkaç kitap, birkaç gömlek, bir de annesinin el emeğiyle ördüğü yün atkı vardı.
Ama kalbinde; umut, hasret ve öğretme sevdası…
Okul, kasabanın kenarındaydı. Ahşap duvarları yıpranmış, çatısı rüzgârla inleyen bir binaydı.İlk sabah, okulun önünde çocuklar toplanmıştı.
Kimi çantasız, kimi eski paltosuyla…Ama hepsinin gözlerinde merak vardı.
Yusuf, gülümseyerek tahtaya büyük harflerle yazdı:“Merhaba, ben Yusuf öğretmeninizim.”
Çocuklar birbirine baktı, bazıları kıkırdadı.Kırgızca konuşan küçük bir öğrenci — Azamat — çekingen bir sesle sordu:“Öğretmenim… Türkçe biz bilmesek, olur mu?”Yusuf, diz çöküp göz hizasına indi.
“Elbette olur,” dedi. “Bir dili bilmek değil, kalpten anlamak önemlidir.”
İlk haftalar zordu.Kırgızca’yı anlamakta güçlük çekiyordu. Soğuk, iliklerine kadar işliyordu.
Ama her sabah erkenden kalkıyor, sobayı yakıyor, sınıfın duvarlarını çocukların çizimleriyle süslüyordu.
Bir gün, tahtaya “umut” kelimesini yazdı.
Çocuklar anlamını sorunca, Yusuf elini kalbine koydu:“Umut,” dedi, “soğuk bir günde, biri size gülümsediğinde hissettiğiniz o sıcaklıktır.”
O an sınıfta bir sessizlik oldu.Çocuklar gülümsedi.
Ve o günden sonra, her sabah sınıfa girerken “Umut” kelimesini birlikte söylüyorlardı.
Kış ağır geldi.Issık Göl’ün üzerini sis kaplamıştı, yollar buz tutmuştu.
Bir sabah Yusuf, okulun sobasının kömürsüz kaldığını fark etti.
Köye ulaşım kapanmıştı.Üşüyen çocuklara baktı, sonra paltoyu çıkarıp sobanın içine attı.Alevler yükselirken, çocuklar ısındı.
Oysa Yusuf, o gece soğuktan titreyerek uyudu.Ama kalbinde tarifsiz bir huzur vardı,çünkü onların gülümsemesi her şeye bedeldi.
Aylar geçti.Köy halkı onu “Yusup agay” diye çağırıyordu artık.Kırgızcası ilerlemişti, öğrencilerinden biri ona “Kırgız gibi oldunuz,” demişti.
O an Yusuf’un gözleri doldu.Çünkü artık o topraklarda yalnız bir misafir değil, bir parça olmuştu.
Yıllar sonra Türkiye’ye döndüğünde, masasının üzerinde sararmış bir zarf buldu.Kırgızistan’dan gelmişti.İçinde bir fotoğraf ve kısa bir mektup vardı: “Yusup agay, biz şimdi öğretmen olduk.Siz bize harfleri değil, kalbin yolunu öğrettiniz.Issık Göl hâlâ soğuk, ama sizin bıraktığınız sıcaklık hiç sönmedi.”
Yusuf mektubu göğsüne bastı.Pencereden dışarı baktı, kar taneleri sessizce düşüyordu.Ve içinden bir dua geçti:“Bir öğretmen gittiği yerde iz bırakmaz;oraya kalbini bırakır.”
Bu yazı vesilesi ile Tüm fedakar öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyorum…

