Kanlı Bir Gün:Kırmızı Pazartesi / Derya Hekim

Sıradan bir günü yaşamak içindi hayatın devamlılığı. Her gün bir önceki ile aynıydı. Değişmeyecekti bu. Sanırım bu tekrar eden döngü, dişlileri arasında beni ezip bitirinceye kadar hep böyle devam edecekti. Sonu yoktu bu anlamsızlığın. Ama ben sona ulaşmak istiyordum. Köşesinde zamanın kıskacında sıkışmış anneme kayıyor gözlerim. Onun gibi olacağım ben de. Öylece oturup ölüm beni bulsun diye bekleyeceğim. Annemle aramızdaki  fark. O hayatını bir dönem canlı yaşamış evlatlarını büyütmüştü. Ama ben hiçbir şeye sahip olamamıştım. Annem hayatının bir kısmını öğrendiği anneliği taklit ederek yaşamıştı. Ve zamanla karakterini de ortaya çıkarmıştı. Sert mizaçlı, kalın duvarları olan bir kadındı bir zamanlar. Çocukları ile ilgili her kararı verir ve bu kararların eksiksiz uygulanmasını isterdi. Yanlış yapma lüksümüz olmadı hiçbir zaman. Kardeşlerim tam bir erkek adam olarak büyümüştü. Ben ise evde işler yapan, dantela işleyen, sokakta sessizce yürüyen, sessiz biri olarak büyüdüm. Tek eğlencem arkadaşlarım bize geldiğinde işleme yaparken lakırdı etmekti. Hep bu dar çerçevede yetiştiğimizden bana ve kardeşlerime garip gelmiyordu böyle yaşamak. Kardeşlerim kasaplık yapar, kendi hallerinde sakin ve nazik tavırlı kişilerdi. Kimse onlardan bir zarar geleceğini düşünmezdi. Onlar da birine zarar verecek biri olmadılar asla. Tüm kasaba çocuklarını  çok iyi terbiye etmiş olan anneme içten içe hayranlık duyardı. Bu durum annemin gururunu okşardı. Ve daha titiz yaşardı. Ben ise vaktimin çoğunu pencere kenarında oturup elimdeki işleme ile geçirirdim. Sokaktan geçen insanları izlerdim. Dışarıda her zaman yapacak bir şeylerinin olmasını kıskanırdım. Çünkü dışarı çıkmak için benim ipliğim bitmeli ya da kasnağım eskimeliydi.  Arkadaşlarımın anlattığı kişileri düşünürdüm. Görmediğim halde haklarında bir çok bilgiye sahip olduğumdan tanıyor gibi olurdum.

Hayatımın değişeceği o güne kadar bu hep böyle devam etti. Belki çıkıp gelmese, saygınlığı ile annemin dikkatini çekmese hiçbir zaman sorun olmayacaktı. Kendi halimde,sessiz yaşamaya devam edecektim. Anneme karşı gelmek istesem de yersiz bir adım olacaktı. Her bakımdan kusursuz sayılacak biri benimle evlenmek istemişti neticede. Tüm kasaba kızları böyle bir talih için hayatını dahi verebilirdi. Ama ben pencere kenarında elimde işleme ile olmayı tercih ediyordum. Erkek kardeşlerim meseleye dair hiçbir fikir söylememişlerdi. Kadınlara ait bir konu olduğunu düşünüyorlardı. Fakat benim de fikrim sorulmamıştı. Annem karar vermişti çoktan. Onun aradığı temiz bakire bir kızdı. Ve kendisi gibi evlatlarını düzgün yetiştiren  bir kadına da ancak böyle bir damat yakışırdı. Annem   içime kapandığımı görüyordu. Kaçmak istiyor olduğumu anlıyor fakat bunun için hiç bir şey yapmıyordu.  Ne olduğunu anlayamadan düğün hazırlıkları başlamıştı. Büyük ve oldukça bir düğün hazırlığı vardı. Kasabanın en iyi yerinde bulunan tepede ev satın alınmıştı. Bir çiftin uzun yıllar yaşadığı bu ev onların hatıraları ile doluyken bu eve adım atma fikri beni daha da ürkütüyordu. Birbirini seven, aşık bir çifte ait olan bu evde bulunmak istemiyordum. Düğün vakti yaklaştıkça her şey benim için daha zor oluyordu.  Düşüncelerimin arasında boğuluyordum. Bu halimi fark etmiş olmalı ki annem ‘’Aşkta öğrenilir.’’ Diyerek teselli vermeye çalışmıştı.

Tüm kasaba günlerdir eğleniyordu. Düğün artık bir panayıra dönüşmüştü. Düğün eğlencesinin bizim için bittiği saatlere gelmiştik. Aşık bir çiftin hatıralarıyla dolu eve girmek büyük ızdırap verdi bana. Yanımda duran adama bakınca ona acıdığımı hissettim. Bunu ona yapamazdım. Onu kandıramazdım. Buna hakkım yoktu.  Bana heyecanla bakan bu adama aradığı kadının ben olmadığımı soğuk kanlılıkla söyledim.  Beklemediği bu çıkış onu şaşkına çevirmişti. Bir süre odanın içinde dolandı.  Bir şeyler söylemesini bekledim. Belki de vurmasını bile istedim o an. Oysa sustu içki şişesine uzandı. İçiyordu sürekli. Fakat sarhoş olmuyordu. Olduğum yerde durup onu izledim. Beş saat sonra sabahın ilk ışıklarında kolumdan tuttu. Evime geri götürüyordu. Hiçbir şekilde itiraz etmedim. Sessizce sürüklenişimi izledim. Kapıya geldiğimizde annem kapıyı açmıştı. Daha bir şey söylemesine fırsat vermeden içeri doğru ittirip gitmişti. İlk kez tepki vermişti. Şimdiye kadar öfkesini yutmuş bir kere bile kötü muamele de bulunmamıştı. Fakat annemin karşısında utanmış olmalıydı ki sert bir tavır takınmıştı. Annem bu manzara karşısında bir an duraksadı. Ve ne olduğunu sormak için elini kaldırmıştı çoktan. Birbiri ardına gelen yumruklar karşısında sesim çıkmıyordu. Kardeşlerimin seslere uyanıp gelmesi alacağım darbelerin büyüklüğünü haber veriyordu. Uzun süre dayanmayı denedim. Çok yorulmuş ve dinlenmek istiyordum.Bir anda onun adı geldi aklıma.  Tek seferde Santiago Nasar deyivermiştim.  İsmi duyduktan sonra kardeşlerimi artık evde görmedim. Kasabadan ayrılacağımız o gece bile veda etmek için gelmemişlerdi. Tüm kasabanın bildiği bir cinayet için hazırlık yapıyorlardı.  Cuma gecesinden beri içiyorlardı. Bıçaklarını keskinleştirip fırsatını bekliyorlardı. Bizim kasabadan ayrılışımızla hiç ilgilenmemişlerdi neredeyse.  Niyetlerini tüm kasabaya söylemişlerdi çekinmeden. Anlaşılan o ki tüm kasaba namusun aşk olduğunu kabul ediyordu.  Bunun doğru olduğuna inanıyorlardı. Kasabadan ayrılırken bu kadar şey için üzgün olmama tahammül edememişti annem. Yüzümü iyice kapatmış gece karanlığından dahi saklamaya çalışmıştı. Benden o denli utanıyordu.

Aradan 20 yıl geçti. Bugün köşesine çekilmiş annemi izliyorum. Bana yaşattıklarını, bir zamanlar bana ait olan o köşede oluşumu anımsıyorum. Ben ise her gün yazdığım mektuplarımın arasındayım. 20 yıldır her gün yazıyorum. İlk günler mahcubiyet hissediyordum. Ne yazacağım hakkında defalarca düşünüyordum. Ardından cevap gelmesini bekliyordum. Beklemek beni daha hırçınlaştırıyordu. Hemen bir mektup kağıdı alıp yeni mektuplar yazıyordum. Zamanla cevap gelmemesini önemsemedim. Sadece yazıyordum. Artık ne yazdığımın pek bir önemi yoktu. günümün nasıl geçtiğini anlatıyordum bazen. Havanın güzelliğini anlatıyordum bazen de. Yazarak aşık olmayı öğreniyordum ben. Mektuplarıma cevap olmaması daha iyi gelmişti sanki. Cevap verseydi belki de bir daha yazamayacaktım. Kaç mektup oldu bilmiyorum. Bütün olanı anlatmıştım. İtiraf etmek beni büyük bir yükten kurtarmıştı. Artık karşısında temiz bir kadın olduğumu düşünüyordum. Aradan geçen bu kadar zamanda çok değişmiştim. Kilo almış,saçlarım dökülmeye başlamıştı. Daha iyi göre bilmek için gözlüğe ihtiyacım vardı. Ve bir gün onu ilk kez gördüğüm zamanki gibi gömleği terden sırılsıklam olmuştu, belinde aynı kemer, omur kenarları sökülmüş olan gümüş süslemeli aynı heybeler ile gelmişti.  Bayardo San Roman, şaşkın şaşkın bakan öteki işlemeci kadınlara aldırmadan bana doğru adım atmıştı.  ‘’ tamam, işte geldim’’ demişti.  Benim onu gördüğüm kadar yaşlı görüyordu beni. Onun da benim gibi buna katlanacak kadar içimizde sevgi olduğunu sanmıyordum. 

Derya Hekim

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *