Bir insan,
Bir sandık,
Binlerce harf,
Binlerce kelime,
Ve;
Yitik Bir Hazine!
İnsan söz ile yol alır. Harflerle, kelimelerle kendini ifade eder. Kurduğu cümlelerle; geçmişi dürer, yarınlara söz
bırakır. Gerçi insan sussa da çok şey söyler. Şu an benim önceliğim yitik hazinenin kaybolan harfleri ve
kelimelerinden bazılarını gün yüzüne çıkartabilmek. Belki de kaybolan harfler gün ışığını selamlayarak kalplere şifa,
akıllara uyanış olur.
…
İletişim operatörlerinin bazı tarifelerinde o ay için kullanmadığın internet, SMS veya dakika hakkı otomatik olarak
öbür aya devreder. Hatta bu durum yeni dönem sözleşmesi başlayıp tüm birikmiş hakların sıfırlanıncaya kadar
sürer. Tıpkı doğumla dünya adına verilmiş tüm haklarımızın ölümle birlikte topraklaşıp sıfırlandığı gibi. Hiç aklınıza
geldi mi bilmem ama ben son günlerde bize lütfedilmiş olan sınırsız harf ve kelime hazinesinin ne kadarını
kullanabildiğimizi ne kadarını devrettiğimizi kafaya takmış vaziyetteyim. Bu nedenle başlarken “yitik hazine” dedim.
Kim bilir, sandığımızda “Berat Gecesi” ile birlikte hesabı dürülen günlerden tazelenen ömre devreden ne kadar çok
kelime ve harf var? Durup dururken operatör çağrışımı bana bu satırları hatırlattığına göre tozlanmış, küflenmiş harf
ve kelimelere vefa zamanı gelmiş demektir. Harflere, kelimelere vefa olur mu demeyin. Kelam bir nimetse sözün
hakkını zamanında verebilme duyarlılığı ayrı bir nimettir. Her şeyin tazesinin makbul olduğu gibi kelamın da
zamanında söyleneni makbuldür. Yıllanmış harfleri sonradan söylesen ne olur ? İş işten geçtikten sonra özür dilesen,
takdir veya teşekkür etsen de an’ın tazeliğindeki söz kadar kıymeti olmaz. Söylenmesi gereken yerde söylenmeyen,
söylenmemesi gereken yerde söylenerek mundar edilmiş harf ve kelimelere iade-i itibar etme vakti. En azından
bundan sonra ahları kalmasın üstümüzde. Değerlendirilmeyen sesler; harf ve kelime harabesinden öte değildir
gerçeğiyle rastgele seçtiğim yitik hazine sandıklarından birinin kapağını usulca araladım. Sahibini sormayın. Meçhul.
Sen ya da ben. Beklenmedik bir zamanda aralanan kapakla gün ışığıyla buluşan tozlu yıllanmış harflere, göğermiş
kelimelere umudun vakti saati oldum. Sadece eşyalar toz tutmaz, yiyecekler küflenmezmiş. Harfler de tozlanır,
kelimeler de küflenirmiş.
Bir düşünsenize;
Cimriliğe kurban olmuş bu harf ve kelimeler bizimle toprak olup gidecek. En basit şekliyle ilerleyelim. Bir sürü “A”
harfimiz var ama biz “A“ile başlayan “Aferin” kelimesini kullanma fukaralığı yaşıyoruz. Toplum olarak; öğrenci, evlat,
çalışan kim olursa olsun birine “aferin “dediğimizde “şımarır” düşüncesiyle takdir etmekten korkuyoruz. Ya da bütün
“A”ları hep “Ahhhh” çeke çeke bitirdik de elimizde aferin diyecek “A” kalmadı. Üstüne üstelik birden fazla “H” sesini
de yanına uzun uzadıya alarak bir harfi daha kurban ediyoruz kaybolan harfler deryasına. Esas şimdi “Eyvahhhh” ile
birlikte “Ahhhh” çekesim geldi örümcek tutmuş güzel kelimelere.
Yoksa;
İnsanın, baş edilemeyen her durum karşısında ilk önce kendinden vazgeçme kolaylığında “Aman boş ver” cümlesini
kurarken mi bitirdik bütün “A”ları. Bu ve benzeri harflerin günahı neydi de doğru yerde kullanılmayarak tükendi
gitti. Tükenmeyenler de sandık diplerinde göğerdi kaldı. Harfler aldık kelimeler sattık hoyratça. “Özür dilerim”
diyemeden kuruttuk harfleri. “Lütfen” demek varken emir kipleriyle yorduk kelimeleri. Öksüz kalmış bir devrin
hırpalanmış insanlarının harfleri de kelimeleri de virane olup çıktı. Yoran insanların yoran cümleleri arasında hiç
düşündük mü acaba bu harflerin bu kelimelerin ve dahi muhataplarının birbirleri üstünde hakları kalır mı diye?
Heyhat!
İnsanoğlu bunda da ziyana düştü!
Oysa ki;
Aynı harflerle rahmet hazinesinden mütevellit bol bol güzel cümleler kurmayı becerebilseydik harf zulmüne neden
olmazdık en azından kendi adımıza. Gülden önce dikeni görerek; var’ı ispat etmek kolayken kendimizi yokluğa ikna
edince “Toksik İnsan” olmak için yetti de arttı bile. Toksik kelimelerle konuşmaya başlayınca güzel kelimeler
dünyamız küf tuttu. Öyle değil de böyle söyle nasihatiyle mesellenecek olursak;
Çıkmaza girdiğinde;
Aman demesen de,
Allah var gam yok diyebilsen;
Miskinlik çöktüğünde;
Ayy şimdi olmaz sonra, demesen de,
Aşkla! Hemen şimdi diyebilsen;
Takılıp kalındığında;
Artık düzelmez demesen de,
An’ın kıymetini bilmeliyim! diyebilsen;
Kavga, öfke yorgunluklarında;
Affetmem demesen de,
Anılarımı kiminle çoğaltabilirim! diyebilsen;
Yitiklerin çoğaldığında;
Arayamam demesen de,
Bulanlar arayanlardır! diyebilsen;
Zorluklarla karşılaştığında;
Asla olmaz demesen de,
Asla vazgeçmem, diyerek harflere, kelimelere, cümlelere daha fazla eziyet etmesek nasıl olur?
…
Bu kez gelin kızın çeyiz sandığı kutsallığındaki yitik hazine sandıklarından rastgele başka birinin kapağını açtım. Bu
sandık suskunluğa yeminlilerin ya da sesini içine akıtanların kullanmadığı harflerle doluydu. Sabrına sükût
giydirenlerin kelimeleri ise sandığın en dibine saklanmıştı. Bu sandık kırgın harf ve küskün kelimeler yurdu gibiydi.
Yitik hazine sandığındaki değerlendirilmeyen harabeleşmeye mahkûm edilmiş sesler; mazlum kelime ve cümlelere
şahitlik ediyordu. Etrafımızdaki sayısız suskun yitik hazine sandık sahiplerini kulak vermeliyiz. Keşke, kapakları
aralanan yitik hazine kıymetindeki temsili “mazlumane sesler” küskünlüklerini unutup gönül güvercinleriyle birlikte
uçup gelebilseler sevdiklerinin yanı başlarına!
…
Son olarak;
Şimdi soruları herkesin duyacağı şekilde sesli soracağım:
En son ne zaman birini takdir ve tebrik ettiniz?
En son ne zaman muhatabınıza takdir hakkını sesli ya da sessiz bir şekilde hakkıyla verebildiniz?
En son ne zaman cömertçe, mertçe sesini içine kaçırmadan yüksek sesle hatta bükemediğin eli de öperek
“Harikasın!” dediniz?
Takdir ve tebrik cimriliğin için mazeret olarak;
Zaman mı kısıtlıydı yoksa harfler mi çok pahalıydı?
Ya da;
Kıskançlığın mı engeldi takdir ve tebrik etmeye?
Yoksa;
İçi boş davul gibi “ben ben” diyerek; şayet takdir ve tebrik edilecek biri varsa o da benim diye düşünüp kimseyi layık
mı görmedin?
Her ne düşündüysen düşündün. Allah en iyisini bilir. Allah’ın engin rahmetinden sana verilmiş hazineyi
paylaşamadığın için senden korku duyup Allah’ın takdirine sığınıyorum. Bu nedenle, net bir kararlılıkla her zamanki
gibi gücümü kendime yetirip;
“Takdir ve tebrik edemeyen kişilerden göç ediyorum.”
Meryem YILDIRIM