Nürnberg Mahkemeleri / Sadık Uyar


“Savaşta Herkes Suçludur Ama
Galip Çıkanlar Bütün Suçu Mağluplara
Yıkar”

Mahkeme filmleri oldum olası beni epey heyecanlandırmıştır. Özellikle bu mahkeme

filmlerinin içerisinde tarihsel bir yargılama ve geriye dönük bir hesaplaşma olduğu zaman

daha izlenesi bir durum alır. Mahkeme filmleri, sinemanın en etkileyici ve düşündürücü

türlerinden biridir. Özellikle tarihsel yargılamaları ve geçmişin karanlık yüzleriyle

hesaplaşmayı konu aldıklarında, izleyiciye sadece adalet arayışını değil, insan doğasının

derinliklerini de sorgulatırlar. İşte bu yüzden Nürnberg Mahkemeleri’ni konu alan filmler,

diğer mahkeme dramalarından çok daha fazlasını sunar. Çünkü bu davalar, sadece belirli

kişilerin değil, bir ulusun, hatta tüm insanlığın vicdanını yargılar.

Stanley Kramer’ın yönettiği “Judgment at Nuremberg” (1961), bu türün en güçlü ve

etkileyici örneklerinden biri olarak kabul edilir. Kramer, daha önce “Guess Who’s Coming to

Dinner” ve “Inherit the Wind” gibi filmlerinde de toplumsal meseleleri ele almış, olayları

sadece bir bakış açısından değil, çok katmanlı bir perspektiften anlatmayı başarmıştır.

“Judgment at Nuremberg” de bu anlatı geleneğini sürdürerek, Nürnberg Uluslararası Askeri

Ceza Mahkemesi’nde görülen ve Nazi Almanyası’nın hukuk sistemiyle işlediği insanlık

suçlarını konu alan davayı mercek altına alır.Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesinin öyküsü

2000 yılında Yves Simoneau’un yönetmenliğinde Nuremberg isimli film ile ikinci kez beyaz

perdeye aktarılmıştır ancak aslı kadar etkileyici görülmedi.

Ancak bu film, yalnızca tarihsel bir dram veya belgesel olmanın ötesinde, “adalet”, “ahlak”,

ve “insanlık” kavramlarını derinlemesine sorgular. Savaşın galipleri mi adaleti belirler? Yoksa

adalet, galiplerin yazdığı tarihin gölgesinde mi kalır? Film boyunca bu sorular izleyiciyi

rahatsız edici bir gerçeklikle yüzleştirir.

Mahkeme Filmlerinin Gücü ve Nürnberg’in Yeri

Mahkeme filmleri, sinemada duygusal ve entelektüel gerilim yaratmanın en etkili yollarından

biridir. “12 Angry Men” (1957), “To Kill a Mockingbird” (1962) ve “A Few Good Men”

(1992) gibi klasikler, adaletin nasıl sağlandığını ve hukukun nasıl uygulanması gerektiğini

sorgular. Ancak “Judgment at Nuremberg”, bunlardan çok daha fazlasını yapar: Sadece

hukuki bir davayı değil, bir ulusun kolektif ahlakını ve dünyanın savaş sonrası vicdanını

yargılar.

Film, 1946-1949 yılları arasında Nürnberg’de yapılan 12 savaş suçları yargılamasından,

1947’deki hakimler davasını konu alır. Bu dava, Nazi Almanyası’nda hukuk sistemini

kullanarak insanlık suçlarını meşrulaştıran dört Alman yargıcın yargılanmasını ele alır.

Spencer Tracy, Burt Lancaster, Richard Widmark, Maximilian Schell, Judy Garland, Marlene

Dietrich ve William Shatner gibi güçlü oyuncu kadrosuyla dikkat çeken film, tarihi gerçeklere

dayanmasına rağmen dramatize edilmiş anlatımıyla sadece bir belgesel olmanın ötesine

geçer.

Adaletin Peşinde: Hikayenin Derinlikleri

Film, Nazi rejimi altında adaletin nasıl çarpıtıldığını gözler önüne sererken, savaşı

kazananların yazdığı tarihin adaletini de sorgular. Amerikalı Yargıç Dan Haywood (Spencer

Tracy), Nazi Almanyası’nda insanlık suçlarını yasal hale getiren dört yargıcı yargılamakla

görevlidir. Ancak bu görev, sadece sanıkları değil, savaşı kazananları da yargılayan bir vicdan

muhasebesine dönüşür.

Yargıç Haywood’un karşısında duran isimlerden biri de Ernst Janning’dir (Burt Lancaster).

Janning, Nazi rejiminin önde gelen hukukçularından biri olarak, rejimin en karanlık

politikalarını bile hukuk kılıfına uydurmuş, adaleti zulmün aracı haline getirmiştir. Ancak

film boyunca yaşadığı içsel çatışma ve sonunda yaptığı itiraf, sadece bir karakterin değil, tüm

bir ulusun vicdanının sesi olur:

“Biliyordum. Başından beri ne yaptığımı biliyordum. Ama yine de yaptım. Çünkü buna

inandım. Milletimin üstünlüğüne inandım. Kanunları uyguladım… Ama kanunlar adalet

değildi.”

“Kazanan Tarafın da Savaş Suçu Olur mu?”

Film, sadece Nazi rejimini değil, savaşın tüm taraflarını sorgular. Savunma avukatı Hans

Rolfe (Maximilian Schell), sadece Almanya’nın mı suçlu olduğunu sorarak izleyiciyi de derin

bir düşünceye sürükler:

Bu sorular, savaşın kazananları tarafından yazılan tarihin adaletini sorgular ve galiplerin

suçlarının görmezden gelindiği bir dünyada adaletin nasıl sağlanabileceğini tartışmaya açar.

Film, adaletin yalnızca kaybedenler için mi geçerli olduğu sorusunu açıkça ortaya koyar.

İnsanlığın Vicdanı: Anlatının Gücü

Film, sadece tarihsel gerçekleri aktarmakla kalmaz, izleyiciyi insanlığın vicdanıyla

yüzleştirir. Nürnberg Mahkemeleri’nde anlatılan hikayeler, Yahudi soykırımı, zorla

kısırlaştırmalar, toplama kamplarının korkunçluğu ve etik çöküş gibi evrensel insanlık

suçlarını gözler önüne serer.

Ernst Janning’in itirafı, Nazi Almanyası’ndaki ahlaki çöküşün simgesi haline gelir:

“Komşumuzdu… Yıllarca yan yana yaşadık. Bir gün kapısına işaret koydular. Yahudi

olduğunu belirten bir işaret. Sadece baktık. Hiçbir şey söylemedik. Daha sonra onu

aldıklarında da sustuk. Çünkü bizimle alakası yoktu… Ama sıra bize geldiğinde… Kimse

kalmamıştı konuşacak.”

Unutulmaz Oyunculuklar ve Güçlü Diyaloglar

Maximilian Schell, savunma avukatı Hans Rolfe rolüyle En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını

kazanarak tarihe geçti. Burt Lancaster, Ernst Janning rolünde sessiz ama sarsıcı bir

performans sergilerken, Spencer Tracy’nin canlandırdığı Yargıç Haywood karakteri, adaletin

intikam veya politika olmadığını, evrensel bir etik sorun olduğunu hatırlatır.

Marlene Dietrich, savaşta kocasını kaybetmiş bir Alman kadını olarak kaybedenlerin

psikolojisini derinlemesine yansıtır. Judy Garland ve Montgomery Clift de yan rollerde

unutulmaz performanslarla filme derinlik katarken, Nazi rejiminin baskısı altında yaşayan

insanların dramını etkileyici bir şekilde aktarırlar.

Sonuç: Adaletin ve Tarihin Aynası

“Judgment at Nuremberg”, sadece bir mahkeme filmi değil, adaletin ve tarihin nasıl

yazıldığını sorgulayan büyük bir sinema eseridir. Ağır diyaloglarla dolu, düşündüren ve güçlü

oyunculuklarla desteklenen bu film, sadece savaş suçlarını değil, insanlığın vicdanını da

yargılar.Nürnberg Mahkemeleri filmi, yalnızca tarihsel bir olayı aktarmakla kalmaz, aynı

zamanda insanlığın adalet ve etik konusundaki derin çelişkilerini de gözler önüne serer.

Stanley Kramer’ın yönetmenliğinde çekilen bu etkileyici yapım, Nazi dönemi yargıçlarının

savaş suçları nedeniyle yargılandığı davaları konu alarak, hukukun tarafsızlığı ve bireysel

sorumluluk kavramlarını sorgular. Spencer Tracy’nin canlandırdığı hakim karakteri, doğru ve

yanlışın bulanıklaştığı bir dünyada vicdanıyla yüzleşirken izleyiciyi de benzer bir

sorgulamaya davet eder. Film, güçlü diyalogları ve sarsıcı tanıklıklarıyla yalnızca dönemin

değil, evrensel adalet arayışının da bir portresini çizer. Adaletin, galiplerin yazdığı tarihin

gölgesinde nasıl şekillendiğini sorgulamak isteyen herkes için mutlaka izlenmesi gereken bir

başyapıt.

Leave a Reply