Ölümün Hicreti ( Yolumuz Meriç ) / Yusuf Kar


Ölüm şehvetinde azgınlaşan sular
Ağzında cellâtların salyaları
Yatağına uzanmış bakıyor
Yüzü kızarmış bakışsız bir ateş
Meriç, Zunavas’ın açtığı hendek
Katil gözler en masum olanları kovalar
Çaresizlik hiç durmadan peşimizde
Düştüğümüz nehir, sarıldığımız yılan
Mecburiyetin elleri
İtiyor bir bir mumdan tekneleri
Akan lavlar…Dalgalar, dalgalar…
İmdat çığlıkları, beynimizi yiyen kargalar
Anne kucağında dile geldi bir bebek
Haykırdı genzindeki suyu temizleyerek
“Anne,hak üzeresin, sık dişini”
Bu ateş yakmaz bizim tenimizi
Yıkasın bırak sular kefenimizi
Sahil-i selamete nefessiz erelim
Diyerek yiğitçe
Ölü suyunda yıkanmış şehitçe
Sularda kubbelenen türbelerde
Bir kehribar bağrında yaşayacak gibi
Habbeler içinde
Gidiyoruz İşte!

Acele acele kaynayan gemsiz sularda
Geçemeden öz yurdumuzdan
Dönemeden öz yurdumuza
Bağlanıyor taşlar bir bir ayağımıza
Mahşer, herkes canıyla pazarlıkta,
Sineler tutuşmuş tenler üşümekte
Eller ağır, ağırlaştıkça canlar
Uzandıkça kısalıyor kollar
Buluttan tutunmak isteyen bir el
Yükseldikçe arşa feryadımız
Sular hep ayaklardan yakalıyor gövdeyi
Nuh Tufan’ından bir heykel
Uzanabildiği kadar yükseğe uzanmış bir anne
Analığın anıtını dikiyor Meriç’e
Avuçlarından alnına dökülen umut
Parmak uçlarındaki tek nefesli çocuk,
Bırakıp onu kansız bir maziye
Binip cansız, omurgasız bir gemiye
Gidiyoruz işte!


Yusufkar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *