Hiç hayal etmediğiniz bir anda geliverir ayrılıklar. Ansızın ait olduğunuz toprakları terk etmek
zorunda kalırsınız!.. Bir zamanlar çocukluğunuzu/gençliğinizi yani ömrünü geçirdiğiniz sokaklara,
caddelere elveda ediverirsiniz… Geride kalanlara bir hüznün gölgesi düşerken gitmek zorunda
kalanlar binler hüznü ve kederi beraberinde götürür. Çok ağır gelir kalbe beklenmedik ayrılıklar. O ilk
günden itibaren ayrılığın kor ateşiyle yaralı yüreğinizde acıların demlenmesine zoraki bir şekilde şahit
olursunuz… Her şeye rağmen yine de acıları içinize çeke çeke yaşamak zorundasınız. Zaman, Bursa’da
Zaman’a dönüşürken “Bazen hasret, varlık kadar gerçek, zaman kadar kes(k)in olu(yo)r.”
Akıl/fikir, ruh kabul etmez/edemez ansızın başlayan vedaların/ayrılıkların çok uzun sürebileceğini. Ve
kim bilir hâlâ bir yerlerde hayaller kurup geleceği örgüleyip durmaktasınızdır. Belki de dilinizde hep o
bildik şarkının hasret kokulu terennümü bile vardır ‘‘Elbet bir gün kavuşacağız/Bu böyle yarım
kalmayacak!..’’
Dostlar! Şimdilerde doksan dokuzluk bir tespih gibi serpildik dört bir yana. Çok farklı bir zaman
diliminden geçmekteyiz hep beraber. Yeniden -sil baştan- yeni bir hayatı inşa etme gayretiyle hayata
tutunmaya çalışıyoruz çoğumuz. Kimilerimiz güçlü yanlarıyla çabucak alışıveriyor sanki yeni
dünyalara!.. Kimi zamanlar da yaban diyarların tadı tuzu olmuyor caddelerinde. Bedenlerimiz çoğu
zaman sığmaya çalıştığımız küçülen evlerimizde iken ruhumuz hep geride bıraktıklarımızda. Bir dağ
başında bir çiçek bahçesinde ya da bir nehrin tenha kıyılarında düşündüğümüz hasretini
çektiklerimizden gayrısı değil. Bir yandan mis kokulu selamlar beklerken diğer yandan ‘‘Görünürde
ayrı olsak da, kalbimiz hep bir arada!..’’ diye teselli arar kırılgan kalbimiz Mevlana gibi. Yaşadığımız
yerlerin dağı-ovası, bağı-bahçesi, rengârenk çiçekleri, tertemiz havası ve kuş cıvıltıları olsa da doğup
büyüdüğümüz yerler o hasret duyduğumuz topraklar bizi çekiyor işte!..
Evet, yeni memleketlerde yeni dillerimiz ve yepyeni çevrelerimiz oldu/oluyor bu doğru… Elbette
yeni insanlarla tanışmak çok şeyler de katıyor ömrümüze. Bu da inkâr edilemez bir gerçek. Çok güzel
dostlar da ediniyoruz gün be gün acılarımızı, mutluluklarımızı paylaştığımız… Lakin her şeye rağmen
kalbimizdeki o sıla hasretine hiçbir şey çare olmuyor/olamıyor. Ellerimiz avuç avuç karıncalanırken
kulaklarımız hep sevdiklerimizden gelecek selamlarda ve güzel haberlerde. Bir teselli arayan
kalbimizle öksüzlüğü ve yetimliği yaşamaya devam ediyoruz en koyu haliyle…
Dostlar! Anadan, babadan ve sevdiklerimizden ayrı geçiyor yıllarımız! Gözlerimizi kapatıp bir an için
düşündüğümüzde, selamını/muhabbetini özlediğimiz ne çok dostumuz var değil mi?.. Oysa gönül
sıladan güzel haberler/ selamlar almak/duymak istiyor en çok da… Öyle ya hasretini çektiklerinden
“İnsan bir selam almalı, selam ver(ebil)melidir.’’ Salah Birsel’in dediği gibi en azından…
Artık, yılları da tıpkı günler, saatler gibi sayar olduk. Tarancı’nın mısralarındaki gibidir yaşadığımız ‘‘
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir: Gittikçe artıyor yalnızlığımız.’’ Oysa sahipsiz zaman dilimlerinde bir
gül kokulu selam küçük bir hazine içine gizlenen sırlı bir dünya oluverir bizlere… Hele de bu, vefalı
dostlardan gelmişse daha bir anlamlı olur. Bana sevdiklerimden gül kokulu bir selam getirin yeter!
Belki de o en yalnız/çaresiz hissettiğim/iz bu zamanlardır bir selama ihtiyaç duyduğum/uz anlar;
hava gibi su gibi… Çünkü ekmeksiz yaşamak değil selamsız yaşamak öldürüyor insanı ilk önce. İnsan
her an duymak istiyor Hilmi Yavuz’un ifadesiyle “sevgili bir dostun aynasında yansıyan –o tatlı-
gülüşü.” Selam sana olsun Anadolum yaban diyarlardan.. Belirsiz bir zamana kadar ayrı kalsak da!
Çok güzel bir deneme okudum emeğinize sağlık Yaşar bey.
Adem Yağmur