Yol bulduğunda affetmeyen,
Aktıkça akıp berraklaşan,
Durdukça çamurlaşan,
Kılıktan kılığa giren,
Yılmadan dört mevsimde var olan,
İllaki varlığa rahmet olmak isteyen,
Kızdırmaya gelmeyen,
Coştukça hırçınlaşan,
Çölde bir damlası hayati önem arz ederken okyanusta sıradanlaşan, ikram eden kişiye kendi gibi “aziz olma” duası
olan bir Sufi öğretisidir su. Tanışık olduklarımın dışındaki farklı sularla tanışma arzusu düşünce içime “Biz her şeyi
sudan yarattık!” ilahi buyruğun ışığında bizim yol hikayesine sizleri hayalen götürmek istedim. Ki sonunda sizler de
bizler de su gibi aziz olalım.
…
Günler öncesinden kardeş bildiğim bir arkadaşın yoldaşlığında Peygamberler beldesi Eğil’e gidip dualar edilmişti
Eğil’in suya bakan yamaçlarında. Nice dilekler için Zulkif ile Elyesa Peygamber vesile kılınmıştı. Darda kalınan
zamanlarda nefes alma alanlarıdır böyle yerler. Konuşun, dertleşin, siz anlatın onlar dinlesin. Dökün içinizi.
Himmetlerini alın. Ruha iyi geleceğine inanarak yapılan her eylem bize iyi gelecektir. Tavsiye ederim. Böyle özel
mekân ve makamlar nice istekleri dua zarfına koyup kayda alınacak posta yerleridir. Sonrasında ise “Hevsel
Bahçelerinin” bereket kaynağı olan Dicle Nehriyle on gözlü köprünün üstünde helalleşmiştim ileride başka başka
nehirler, sular görürsem alınmasın diye. Kırmak istemiyordum çünkü onun suladığı topraklarda yaşayan insanları.
Gönül rızasıyla vedalaşıp yol hikayemizin gerçekleşmesi için Allah’ın izninin çıkacağı vakti beklemeye başlamıştım o
günden sonra. Anlayacağınız Dicle’yi arkama Eğil’i sağıma alarak çizmiştim rotayı. Aramızda kalsın “çay kahve
bahane sohbet şahane” misali “yeni su keşifleri” yapacak olmak bahaneydi asıl olan sevdiklerimle vakit geçirecek
olmak ve anılar biriktirebilmekti.
…
Gün olup vakit nasipleşti.
Bismillah!
Diyerek aile fertlerinin kendilerine ait niyet güzellikleriyle çıkmıştık yola. Yalnız değildim bu yol hikayesinde.
Arabayla çıkılan yolculukta evin babası ahalinin gönlü olsun da nereye sür derlerse oraya sürme moduna çoktan
geçmişti. Değil mi ki, evlatlar mutlu olursa biz de mutluluğu daha kolay yakalayabilirdik. Aslında bu yola koyuluşlar
ilk de değildi. İnsanın dünyaya gelişi de bir yol hikayesi değil miydi? Büyük bir kervan ve kafile gibi mazinin
derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve süslü bağlarına kafile kafile
gitmekte değil miyiz? Çocuklar da özgün niyetleriyle yola düşmüşlerdi. Artık yoldaştık. Benim niyetim ise asıl
niyetimin yanı sıra kalbimden geçirdiklerime can suyu aramaktı. Yarım asırlık ruh çözeltilerini dökecek yeni sularla
tanışıp tazelenmekti. Çoktandır mücadelesini verdiğim ruh halimi pak eyleme çabamı rahata erdirmekti. Öyleyse su
ile başlayan bu yol hikayesi su gibi akıp gitsindi.
…
Yol boyunca bize mihmandarlık yapan su(lar) kimi zaman coşkun kimi zaman ise usulca aktı. Sadık dost misali bizi hiç
yalnız bırakmadı. Her türlü haliyle ve rengiyle bize eşlik etti. Bazen adı “Sivrice” bazen “Hazar” oldu. “Keban” olup
dolup taştı. Munzur dağlarından beslenen “gözelerle” bizleri hayretten hayrete düşürdü.
Anlayacağınız;
Her şehirde bizi ayrı ayrı selamladılar. Yol boyunca dünümüzü bugüne taşıdılar.
Suyun bir bebeğin doğum temizliğindeki arı duru haline “Ovacıkta” kavuştum. Öyle ki burada su resitalinin içine
düşmüş gibiydim. Bu resitale irili ufaklı kıyıdan köşeden usulca akan birçok su eşlik ediyordu. Aradığımı bulmuş
gibiydim. İç sesim su sesine çoktan karışmıştı. Elbette içlerinden biri beni dinleyip anlayacaktı. Dört bir yandan akan,
köpürdükçe beyazlaşan, rahmet havuzunda seyreyledim benliğimi. Yaratılış duruluğuma su merceğiyle bakarak ne
kadar yakın ne kadar uzağım görmeye çalıştım. Adeta ayna olmuştu bana. Kızdığım, takdir ettiğim yanlarımı gördüm
suyun aksinde. Akan su telaşında geçen yıllar, içimi cız ettirdi. Pişmanlıklarımın olmasına pişman olmuş bir şekilde
ah diyerek üfledim sudaki benin yüzüne. Sonra da en berrak yerinden yudum yudum içtim.
Böylece;
Manen arınıp çocuk saflığıma ve temizliğime dönebilecektim.
Sonra bir annenin yavrusunun başını okşadığı gibi dokundum;
Böylece;
Sağımdan solumdan etkileşimde bulunduğum dünya ahvallerinin üzerime sinen kir izlerinden arınabilecektim.
Oğlumun su tefekkürü hatırlatmasıyla da;
İçtiğim suyun molekülleri daha önce kim bilir hangi ademoğullarıyla temas etmişti? Merak ettim. Bir hevesle saf ve
temiz olduğumuz zamanların su molekülleriyle bir kez daha karşılaşabilme umuduna kapıldım. Küçük bir ihtimal bile
olsa yol hikayesinin “su gibi aziz olma” iksiri olmuştu bana. Hırçın halleri korkutsa da vazgeçemedim seyretmekten.
Gezinirken gözeler arasında her birine ayrı ayrı içimde biriktirdiklerimi döktüm usulca. Tanıdığım tanımadığım
herkesin yerine de döktüm yürek şişkinliklerini. Şikâyet ettim kimi insancıkları. İsimlerini suya fısıldadım uzak
denizlere alıp götürsün diye. Her biriyle ayrı ayrı gönül bağım olan Maraş’ta, Hatay’da, Malatya’da, Osmaniye’de…
kamyon kamyon taşınan acıların enkazlarını döktüm hayalen. Zihni ve kalbi karalıkları akıttım kimseciklere daha
fazla zarar vermesin diye. Yorulduğum vakitlerde izlemekle yetindim. Alışıktım zaten yutkunarak sessizleşmeye.
Yağmurla yuvaya dönüş yapan moleküller kalbime ilham oldu. Damlalarının nehirle buluşması gibi gidenlerin geri
gelebilecek olma ihtimali bile beni ferahlatmaya yetti. Alçaktan akan sular Tortum’da yerini şelaleye bırakmıştı.
Haddini aşıp yukarlarda olmaktan utanıp aşağılara ulaşma kaygısıyla hızlı iniş yapan Tortum Şelalesi, başlangıç
yerinde ihtişamını saklayarak büyüklüğü hakkında yanılmama neden olunca su öğretisi kendini burada da gösterdi
ve bana ön yargılı olmamam gerektiğini hatırlattı.
…
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya…
İşte;
İnsan ruhu ırmakta akan su gibidir.
Bazen çağlayan olur dur durak bilmez engel tanımaz. Bazen de sızıntı olur usulca kıyıdan köşeden mahcup akar,
akamadığında biriktirir. Sonra da biriktirdikleri söz olur, şiir olur.
İnsan ruhu okyanus gibidir.
Bazen içine ummanları sığdırır. Bazen de bir bardak su kadar olur da bir damlayı dahi taşıyamaz.
İnsan ruhu tıpkı deniz gibidir.
Bazen Karadeniz gibi çırpınıp hırçınlaşıp uzaklaştırır kendinden, bazen de Akdeniz’in ölü denizi gibi güven verir, taşır
seni incitmeden.
…
Yol hikayesindeki su öğretisi mottosuyla,
Ey insan olanın oğlu;
Mesneviden ders alıp, olalım Mevlâna gibi…
“Sen, hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez… Ve su gibi hayat kaynağı
olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol; su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil! Tarlalarını basma insanların,
yuvalarını yıkma; sana ‘felaket’ denmesin. Vadiler ve ovalar varken önünde, yayılabileceğin küçük ırmaklara
ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, yaşam verirsin çevrene. Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen,
korkulan ve kaçılan olursun seller, afetler gibi.”
…
Bu arada bu yol hikayesinde sadece su yoktu.
Dağlar;
Yol boyu sıralı, başı dumanlı,
Yıkılmadım ayaktayım edasıyla sıralanmıştı.
Ya çiçekler;
Rüzgârın da çabasıyla,
Yolu düşen herkese,
El sallayıp gülümsediler…
Selam olsun;
Yola ve yolumuza düşenlere…
…
Kıymetli okurlar bir selam da sizlere olsun. Yazıyı sonuna kadar okumuş olmakla sakiye sunulan “su gibi aziz ol”
dileğini fazlasıyla hak ettiniz. Su gibi aziz olun, su gibi aziz kalın.
Meryem YILDIRIM