“Abartmaaa!” dedi dostum. “Sürahiye mi yazdın?”
“Niye olmasın ki?” dedim. O da bencileyin akşama kadar kendine uzanacak bir dost eli bir tatlı söz bekliyor. Bir şeker hastasının susuzlugunu giderdi mi. Hele bir de çok şükür dedi mi içen. Daha bir verimkâr bakıyor sanki. “Bir bardak daha içer misin?” der gibi… Daha bir lütufkâr. Güzel bir şeye vesile oldu ya. Sevinçli…
Bazıları yadırgıyorlar böyle eşya ile ünsiyet kurmamı. Ünsiyet arkadaşlık demek. Arkadaş, paylaştığınız kişi demek. Eleminizi hasretinizi, sevincinizi… Her zaman yanı başında bulamaz ki insan. Paylaşacak bir dost…
Ama o vefalı… “Ben buradayım” dercesine… 7 gün 24 saat bana açılabilirsin. Hem benden su çıkar sır çıkmaz.”
Kim bilir kulak versen onun da ne anlatacakları vardır. Çok dolukunca kadim dostu bardağa döker içini. “Sen de olmasan” der. “Ben kime dökerim içimi?”
Onun da banyo günü var. Ayda bir basbayağı sabunla, köpükle yıkarız. Bize mesajı vardır aslında: Ey insanoğlu! Görevi su doldurup boşaltma olan sürahide yine görevi temizlemek olan ‘su’ bile iz bırakıyor. Ey ağızlarını açınca züccaciyeye giren filler gibi kırıp döken, filler gibi ‘İz bırakanlar! Bendeki su izini köpükle sıcak suyla giderebilirsin. Ama senin bıraktığın izleri neyle gidereceksin?
Bazen perdeleri onun için açarım. Manzarayı o da seyretsin diye.
Eşyaya bu şekilde ruh verip onunla konuşmamı yadirgayanlar işi abartıp Efendimiz’in (SAV) hırkasını, sakalını saklamanın da sakıncalı olduğunu söylüyor. “Şirk kokan hareketler bunlar.” diyorlar.
Efendimiz önceleri bir kütüğe yaslanarak cemaate hitap ederdi. Sonra minber gibi bir şey yapılınca kütüğü terkedip minbere geçti. Bu ayrılığa dayanamayan kütük bütün cemaatin duyacağı şekilde inledi… inledi… Efendimiz eski dostunun yanına gidip okşadı onu. Teselli verdi. Ve dedi ki: “Ben ona teselli vermeseydim kıyamete kadar inleyecekti.”
Uhud; dostunu, Hamza’sını alınca O’ndan, çok üzülmüştü. Gördü o hüznü ‘Alemlere rahmet olarak’ gönderilen Peygamber(SAV). Arkadaşının omuzuna elini atar gibi; biz arkadaşız der gibi. “Uhud bir dağdır. Biz onu severiz o bizi sever” dedi. Belki Uhud Dağı da böyle bir teselli almasaydı kıyamete kadar ağlayacaktı.
Şirk kokan hareketlermiş. Ben o hırka ya da o tüye secde etmiyorum ki. Bir güzel insan geçmiş bu dünyadan. Hatıralarıyla beni O’na yaklaştırıyor.
Barış Manço kol düğmelerine ruh vermiş. Konuşturmuş onları. O müstesna ve gizli aşktan haberdar etmiş bizi. O güne kadar kol düğmelerini özensizce fırlatanlar itinayla yerine koyar olmuşlar o kutsal aşka hürmet ederek. Bir düzen, bir ahenk bir insicam gelmiş insanoğlunun hareketlerine.
Efkarlıyım be sürahi! Koy bi bardak ‘su’ da içelim. Giderelim dilimizin, damağımızın, ruhumuzun susuzluğunu…
Sürahiden sadece su içenler ne kuru insanlardır!