Bugün benim doğum günüm.
Ağabeyimin öldüğü yaştayım.
Biraz daha uzadı ömrüm.
Bir hüzünlü telaştayım.
Bağ bozumu sonrası elinde tahta bavuluyla hüzünle gözden kayboldu yine Abim. Gül kokusu uzaklaştı, silindi.
Hep gül kokardı o. Tahta bavulunu açtığında gül kokusu eşliğinde apaydınlık bir giz yayılırdı etrafa. Gülü severdi ve kitaplarının arasından hep gülkurusu çıkardı. Bavulunun içinden, kitaplar ve kartpostallar dökülürdü. En çok da Kara Murat, Battal Gazi karpostalları olurdu. Belki de Kara Murat gibi ata binmek, Battal Gazi gibi çevik ve atılgan olma hasretindendi bu. Ayağı olmayan birsinin en çok futbol oynayanlara özenmesi gibi bir duyguydu onunkisi. Genç yaşta hastalıkların pençesinde iki büklüm yürümek yazılmıştı kaderine. Koşamamanın, iki büklüm yürümenin verdiği hüzünle, çevikliğe duyulan bir özlemdi onunkisi. Gerçi hastalığından hiç şikâyet ettiği vaki değildi.
Hüznü hüznümdü. En çok da hayata partizanca bakanların onun ardından hain bir tebessümle bakmalarına içerlerdim.
Sonbaharda bavulu hazırlanıp Kahramanmaraş’a okuluna giderken hüzünlerini, acılarını, umutlarını da toplayıp gider, ardında tarifi imkânsız bir boşluk kalırdı. Bundandır ki tahta bavul hüzündü ama aynı zamanda umuttu, gelecekti, okuyup adam olmaktı… İşte bu tahta bavulun büyüsüydü içimdeki okuma kapılarını açan…
Akşamları radyosunu kulağına dayar, sadece kendisinin duyabileceği bir ses tonuyla kısa dalgadan türküler dinlerdi. Onun bulduğu istasyonları hiç bulamaz onun dinlediği türküleri de hiç dinleyemezdik o yüzden. O evdeyken münzevi bir sessizlik olurdu. Bir ben gelince sessizlik bozulurdu. Dalaşır, şakalaşırdık. Hatta güreş tutardık.
Annem, abim geldiğinde de gittiğinde de hep ağlardı. On sekizindeki yavrusunun ki büklüm yürümesi içini acıtıyordu. Okuma sevdasında hırpalanmış bir beden… Kahramanmaraş’ın soğuk, nemli bekâr odalarında kapılan amansız bir hastalık…
Annemi, ağabeyimin ardından gözyaşlarını beyaz tülbendinin kenarıyla silerken görünce bir köşeye büzülür tarifi imkânsız kederler yaşardım. Hastalığının ne olduğunu tam bilemiyordum ancak bir daha iyi olmayacağını söylemiş doktorlar.
Yıllar sonraydı.
O gün havada bir gül esintisi vardı. Ağabeyimle bir hastane odasındaydık bu kez. Kırık dökük bir esinti vardı gözlerinde. Hastane odası kötü kalpli devin kulesi, ağabeyim talihsiz bir prensti sanki benim için. Her başucuna vardığımda, yüreğinin derinliklerindeki giz dünyasından havalanan gri bulutların gözlerine indiğini gördüm, kahroldum…
Bütün mutluluklarına ben şahit olduğum gibi bütün acılarına da ben şahit oluyordum. Ama hiç kimse gibi; acılarının derinliğini, sevdalarını, sırlarını, hüznünün derecesini, umutlarını ben de bilmiyordum. Hayatı acıklı, hüzünlü yaşamanın büyülü anahtarına sahip olan oydu.
Şimdi; tren düdükleri, tahta bavul, sonbahar yaprakları bir de gül kokusu hep aynı hüznü hatırlatıyor bana.
Yastığa düşmüş birkaç damla gözyaşı, bendi patlamış bir sel gibi doluyor içime. Radyoda çalan kısık hüzünlü türküler bir de…
Bir hastane bahçesindeki tomurcuk güllerden öğrendim ölümünü. Hepsi de boynu bükük ve solgundu. Yüreğimin telleri koptu o an… Yüreğim uzun bir çığlıkla yırtıldı… Tahta bavul, savruldu, kırıldı!
Doğum günlerinde hep onu hatırlarım böyle. Herşeyini tahta bavuluna doldurup gitti. Büyüsüne kapılarak üniversiteler okuduğum ondan yadigar tahta bavul kırık şimdi. Bir gece baskına gelen polisler, hoyratça içini boşaltırken bu kez gerçekten kırıldı bavul. Kitaplar, karpostallar savruldu etrafa umutlarım gibi. Zindana giderken ne kadar da yanımda götürmek isterdim oysa abimin tahta bavulunu. Tahta bavulun büyüsüne kapılıp okullar okumasaydım, belki yaşamayacaktım bunca zulmü, diye aklımdan geçirsem de “insan yazgısını yaşar” gerçeği tesellim oluyor hep.
Ha, hemen; “bir şeyin olmasaydı tutuklanmazdın” diye düşünüp günaha girmeyin. Sendikaya üye bir öğretmen olmaktı suçum. En büyük suçum, gül kokulu tahta bir bavulun büyüsüne kapılmaktı!
Şimdi, bahçemdeki güller solgun, boynu bükük. Her tarafta tahta bavul içi kokusu. Her taraf Ağabeyim kokuyor.
Bugün benim doğum günüm.
Ağabeyimin öldüğü yaştayım.
Biraz daha uzadı ömrüm.
Bir hüzünlü telaştayım.