Komşu Hakkı/ Salim Mürseloğlu

 Sekiz dokuz yaşlarındaydım. Ankara’nın o zaman gecekondu semtlerinden birinde yaşıyorduk. Bahçelerimizde meyve ağaçları vardı. Komşularımızla aramızda yalnızca bahçe sınırlarını belirleyen taş ya da briketten bir duvar.  Sanırım hafta sonuydu. Babamla bahçede ağaçlarla uğraşırken yoldan geçen bir amca “selamun aleyküm” diyerek selam verdi. Babam “ve aleykümüsselam “diyerek amcanın selamına karşılık verdi. Adının daha sonra Osman olduğunu öğrendiğimiz amca babama ” bir abdest suyu verseniz de bir namaz kılsam dedi. Babam elbette buyurun dedi. Osman amcaya abdest suyu verdi. İçeri buyur etti Osman amca da namazını kıldı. Babam dinine düşkün biriydi ve insanları çok severdi. Annemden çay yapmasını istedi. Osman amca namazı bitirince de buyur bir çay içelim dedi ve Osman amcayla tanışmaya başladık. Nerelisin hayırdır buralarda ne arıyorsun diye sordu babam. Osman amca “Ayaş’ın evci köyündenim, askeriyede memur olarak çalışıyorum başımızı sokacak bir gecekondu yapmak için bir arsa bakıyorum deyince babam ben sana arsa vereyim dedi. Parayla mı verdi parasız mı verdi bilmiyorum ama babam böyle bir insanla komşu olmayı istemişti. Osman amca gecekondusunu yaptı bütün mahalle sakinleri de ona yardım etti ve köyünden ailesini getirdi ve böylece çok güzel bir komşuluk başladı.  Her akşam bir komşuda oturulurdu. Pek çok evde radyo bile yoktu. Osman amca sobanın maşasıyla ritim tutar biz çocuklarda bu ritimle oynardık. Bir komşu evine bir eşya aldı mı ona hayırlı olsun ziyaretine gidilirdi. Gitmeyen bir komşu oldu mu falanlar bir hayırlı olsuna bile gelmedi diye de konuşulurdu. Osman amcanın önden tuşları olan bir teyp aldığında hayırlı olsuna gittiğimizi onların da babamın sesini kaydettiğini hiç unutmam. Bir yaz akşamüstüydü havalar geç kararıyordu. Ailece babamın arkadaşı Ahmet amcalara Dikmen semtine akşam oturmasına ziyarete gidecektik. Dolmuş, taksi falan çok yaygın değildi. Tarlalardan bahçelerden ağaçlar arasından yürüyerek sanırım 4- 5 kilometre gider; akşam oturması yapar gece geç saatlerde dönerdik.    Evden çıkarken Osman amca da bahçesinde bir şeylerle meşguldü. O zaman adet idi komşuya evi emanet etmek. Babam “Osman efendi kapı bacaya mukayyet ol” dedi. Osman amca “olurum merak etmeyin” dedi. Aslında bu sözü herkes komşusuna derdi. Pek çoğu da ciddiye alır mıydı almaz mıydı bilmem? Ama biz gece yarısından sonra eve dönerken gördüğüme inanamadım. Osman amca evimizin önündeki çocuk bahçesinde kayısı ağacının altındaki bankta oturuyordu. Babam “kapı bacaya mukayyet ol” sözünü bile unutmuştu belki? Osman amcayı görünce “Hayırdır Osman efendi ne yapıyorsun bu saatte burada diye sordu. Osman amca giderken “kapı bacaya mukayyet ol diyerek evi bana emanet ettinya! dedi.Bizler eskiden böyle komşulardık. Hepimiz tek bir aile gibiydik, namusumuz dahil birbirimize her şeyimizi emanet ederdik.    Şimdilerde yan dairede kimlerin yaşadığından bile haberdar değiliz. Bina içinde, dışında karşılaştığımızda insanlar sanki selam vermemek için başını başka tarafa çevirmekteler. Oysaki insanın birbirine yakın olması, komşuların iyi günde kötü günde birbirine sahip çıkması gerekmez mi?
Salim Mürseloğlu