Yaz bitiyor okul başlıyordu. Bu yıl müthiş bir yıl olmalı diye içinden geçiriyordu.
Üniversite son sınıftaydı ve mezun olurken müthiş bir kapanış yani hayata müthiş bir
başlangıç yapmalı diye düşünüyordu. İletişim bölümünden mezun olacaktı ama henüz
bitirme tezinin konusunu belirleyememişti. Sorun değildi, ne de olsa daha bir iki haftası vardı.
Tabii önce tez hocasıyla da bir görüşmeliydi, belki tez hocasının elinde hazır araştırılmasını
istediği güzel bir fikir vardı. Yok öyle olmaz müthiş bir kapanış! Hazıra konmakla olmaz. Tez
konusunu kendi bulmalıydı. Bu önemli bir konuydu ama şimdi ondan daha önemli bir konu
vardı; anın tadını çıkarmak…
Dersler yarın başlıyordu. Bir haftadır İstanbul’daydı ve son yıla hazırlanma işleri anca
bitmişti. Hiçbir şeyi son ana bırakmayı sevmiyordu. Aslında bu durumdan hoşnut değildi.
Keşke memleketten pazartesi gelebilse, bavullarını odasına bıraksa ve derse gidebilse. Ama
olmuyordu işte. İlla bir hafta önceden gelecek, odasını, eşyalarını düzenleyecekti. Neyse, şu
an kızlarla buluşup dersler başlamadan önce stres atacaklardı. Sultan Ahmet’in önünde
buluşup Galata kulesine kadar yürüyeceklerdi. Yürümeyi seviyorlardı. Akşam saatlerinde
hava güzel olursa belki sahile inip çay kahve içerlerdi. Kahve içerlerse kesin Kız kulesini yine
Galata kulesine isteyeceklerdi. Pipetten yüzükleri her zaman hazırdı.
İletişim okudukları için mi böyle deli doluydular yoksa bu yaşlarda herkes mi deli dolu
diye düşünüyordu karşıdan büyük bir gürültüyle ve koşarak değil de zıplayarak gelen kızlara
el sallarken. Gülhane Parkı şimdi onların şen şakrak sesleriyle yankılanacaktı. Topu topu 5
kişilerdi ama 500 kişilik gürültü yapıyorlardı, böyle demişti bir keresinde (aslında kaç bir
keresinde!) Gülhane parkından boğaz manzarasının en iyi izlendiği çaycıdaki çaydanlığı
getiren garson. Çayı güzel olmasa bir iki laf söylerlerdi ama şansı var ki çay çok güzel ve
tekrar tekrar gelecekleri bir yer burası.
İstanbul Boğazı’nın güzel manzarası eşliğinde tüm kızlar bütün yaz ne yaptıklarını
anlatıp eğleniyorlardı. Aslında bu anlatılan hikayelerin hepsinden günü güne haberdarlardı,
birbirleriyle hep iletişim halindeydiler. Bölümlerinin hakkını vermekten çok, birbiriyle çok iyi
anlaşıyorlardı. O yüzden de her gün mutlaka haberleşiyorlardı. Ama çay içerken ve
hologramla değil de gerçekten yan yana olmanın tadı ve havası bir başkaydı.
Galata köprüsünde milyon kez görüntülerini çekmişlerdi ve yine de her geçişlerinde
mutlaka birkaç poz çekiyorlardı. Galata Kulesi’ne yaklaşırlarken konu tez çalışmasına
gelmişti.
-Neva, nasıl bir tez çalışması yapmayı düşünüyorsun?
+Aslında çok düşündüm ama bir türlü güzel bir şey bulamadım. Sen ne düşündün Zeynep?
-Ben de çok düşündüm ama şöyle afili bir konu bulamadım. Acaba kolaya kaçıp “dünden
bugüne iletişimin gelişimi” gibi bir konu mu seçsem diye düşünmüyor değilim hani.
+Aslında ilginç bir yerden yakalanabilirse güzel bir şeyler çıkabilir oradan sanki.
Düşünsenize! Bundan sadece 15-20 yıl öncesine kadar telefon ahizesi diye bir şey varmış.
-Aynen öyle insanlar sadece sesli olarak konuşuyorlarmış. Telefonun çekmeme sorunları
varmış.
+Daha beteri “santral beni Ankara’ya bağla” olayı varmış ya.
-Kızlar dinleyin! Bir anket yapalım mı? Belki tez konusunda yardımcı olur.
+Nasıl yani? Ne diyorsun Elif?
-Diyorum ki sokak röportajı şeklinde de olabilir, hani geçen yıl İletişim müzesinde
gördüğümüz kartlı ve jetonlu ankesörlü telefonları tgt*’den gösterip “Bu nedir?” ya da “Size
ne çağrıştırıyor?” diye soralım.
+Al işte bir kartlı ankesörlü telefon görüntüsü buldum. Hakikaten dedelerimiz ninelerimiz
bunları mı kullanmış?
-Hayır! Anne babalarımızda bunları kullanmış…
+Tamam, ver görüntüyü. Ben soracağım. Önce kime soralım?
-Şu liseli oğlanlara sor bakalım ne diyecekler?
+Merhaba gençler! Size bir görsel gösterip yorumlarınızı almak istiyoruz.
“Tabii abla”, “Göster abla”, “Ne oluyormuş. Ben de görebilir miyim?”… sesleri yükseldi liseli
oğlanlardan.
+Bu nedir gençler?
“Ben biliyorum bunu ya. Bu telefonun ilk hali”, “Bundan sadece ses iletiliyormuş, değil mi
abla?”, “Kiminle görüştüklerini nasıl anlıyorlarmış peki?”, “Bu ne biçim soru oğlum, sesinden
tabii”… gibi yorumlar, konuşmalar ortaya çıktı.
+Maşallah, siz oldukça kültürlü gençlermişsiniz. Teşekkürler. Şimdiki kime soralım kızlar?
-Madem liselilerden başladık, şuradaki kızlara da soralım.
+Neva, at bana görseli. Onlara da ben sorayım.
-Buyur.
-Merhaba kızlar! Size bir görsel gösterip fikrinizi almak istiyorum, ne dersiniz?
“Tabii”, “Göster bakalım neymiş!”, “Durum kızlar, açılın ben göremiyorum!”… lafları arasından
devam etti sorusuna:
+Evet kızlar, bu nedir? diye araya girdi Neva heyecanla.
“Üzerinde basmalı rakamlar var!”, “Antika mı bu?”, “Bir zamanlar nakit para kullanıyormuş
insanlar. Hani şimdi şu simgesel olarak basılan coin’ler gibi. Aaaay, adı neydi onuuuuun…”,
“Bankamatik!”… lafları uzayacaktı ama konu dağılmamalı:
+Evet bu antika ama neyin antikası?
“Ben bunu bir yerde gördüm, ama nerede? Kızlar, bu geçen yıl klasik sanat dersinde
öğretmenin gösterdiği Superman filminde Superman’in kılık değiştirmek için kullandığı
telefon kabinindeki cihaza benzemiyor mu?”, “Evet, evet. Bu bir telefoooon”
+Aynen öyle.
“Peki bunun neresinden kiminle görüştüğünü görüyorsun?”, “Akıllım! Bunda görüntü yok.
Sadece ses var, değil mi?”
+Evet sesli görüşme telefonu bu. Şu gördüğünüz kabloya bağlı parçaya ahize deniyor. Onu
alıp kulağına tutuyorsun, üst kısmından ses geliyor, alt kısmına konuşuyorsun ve sesin
iletiliyor. Eskiden en hızlı iletişim aracı bu telefonlarmış.
“Şimdi biri bunu kullanmaya kalksa deli diye içeri atarlar”, “Affedersiniz! Bir elinde eliyle şu
koca şeyi tutarken insanlar nasıl makyaj yapıyormuş?”, “Ne makyajı kızım! Yüzyıllar önce
makyajı nereden bilsin insanlar?”…
+Teşekkürler kızlar.
-Seni hiç böyle bir telefona dokundun mu? diye sordu Zeynep heyecanla Neva’ya.
+Hayır! Neden ki?
-Sanki sen icat etmişsin gibi bilgi verdiğin kızlara da onun için sordum.
Elif araya girerek:
-Şimdi kime soralım?
+Verin bana görseli. Ben şu çifte sorayım. Bunlar yeni evli gibi duruyor. Merhaba size bir
resim gösterip fikrinizi alabilir miyim?
“Neden olmasın, değil mi Adem”, “Tabii canım.”
-Bu görüntü nedir sizce?
“Bu bir telefon! Sanki bunun masada olanını gördük. Nerede gördük Adem?”, “Canım,
Kurtuluş Savaşı’nı gösteren resimlerde gördük. Müzede. Şu siyah şeyin aynısını tutuyordu.
Ben ‘Bu da ne böyle! Ne yapıyor ki bu adam?’ diye sormuştum.”, “Evet, değil mi? Resmin
altında ‘telefonla konuşuyor’ diye bir şeyler yazıyordu. Telefon değil mi bu?”
-Evet tebrik ediyorum. Bu bir telefon. Bununla sadece sesli görüşme yapabiliyormuş
insanlar.
“Aşkım ben seni bir dakika görmesem dayanamam. O zamanki insanlar nasıl yaşıyorlarmış
ki?”, “Canım salla onları. O Karanlık çağ biteli çok oldu. Işınlanmanın herkesin kullanıma
açılacağı bu günlerde tarihe yolculuk gibi bir şey yaşadık say.”
-Teşekkürler. Size iyi gezmeler ve mutluluklar.
+Şimdi kime soralım?
-Baksanıza! Şu yaşta çift nasıl olur?
-Harika olur. Şunlara bak ya, ne tatlılar. Kaç yaşına gelmişler hala el ele genç aşıklar gibi.
+Birbirlerine nasıl da gözleri parlayarak bakıyorlar. Bunlar hala birbirlerine deliler gibi aşık.
-Çok da yaşlı değiller canım Een fazla 60 65 yaşlarındalar.
+Aaaayyy, ben şimdi çok imrendim bunlara. Ben de böyle bir aşk yaşamak istiyorum.
-Tamam kızlar, verin görüntüyü ben soruyorum bu “bal ile kaymak”a. Merhaba acaba size bir
görsel gösterip fikrinizi alabilir miyim?
“Tabii ki, buyurun.”
+Bu gösterilen nedir? diye araya girdi yine neva daha büyük bir heyecanla…
Yaşlı çift görseli görünce birkaç saniye duraklamadan sonra birbirlerine baktılar, bu
bakışlarıyla nasıl bir aleme gittilerse etraflarını bile inanılmaz bir duygu yoğunluğu
bulaştırdılar. Gözlerindeki parıltı söndü denemez ama sanki acı, hüzün, ızdırap, hasret gibi
bir şey geçti önlerinden bir an. Sonra gülümsediler ve gül yüzlü kadın gülen gözleriyle
Neva’ya: “Sesli Sarılma” dedi.
Neva donup kalmıştı. Başka bir şey söyledi mi o gül yüzlü kadın duymadı. Muhtemelen
söylemedim. Zaten söylenecek ne kalmıştık ki? El ele tutuşmuş yürüyorlardı. Neva o duygu
ve hatıra seli arasında bile “Bunlar yıllardır ellerini bir an olsun bile birbirlerinden
ayırmayanlardan” diye fısıldadı. Arkadaşlarının: “Neva, Neva? Kızım ne oldu sana? Neyin
var? Korkutma bizi, ne oluyorsun? Ses ver, tepki ver?…” sesleri arasında Neva çocukluğuna
gitmişti. Annesinin elinden bazı günler akıllı telefonu bir an bile bırakmadığı ve babasının
demin resmini gösterdiği gibi bir ankesörlü telefondan arayıp 10 dakikacık sesli sarılma için
saatlerce hasretle beklediği o zamanlardaydı. O zamanlarda babasına ne kadar çok
kızıyordu… En çok hangisine kızıyordu acaba; babasının gelip onunla oyun oynamadığına
mı, yoksa sesli sarılma günlerinde farkında olmadığı halde annesinin de onunla oyun
oynamasına engel olduğu için mi?… O zamanlarda babasını kızdığı için utanıyordu artık,
çünkü büyüdükçe bazı şeyleri görmüş ve anlamıştı… Babası geldikten sonra annesinin elini
bir daha hiç bırakmamıştı? Aynı biraz önceki tatlı çift gibi…
Neva’nın yanaklarından yaşlar süzülüyordu, ama bir anda kocaman gülümsedi ve koşmaya
başladı. Kızlar daha da panik olmuş halde;
-Neva, nereye?
+Evime. Annemi ve babamı çok özledim. Bugün “ellemeli görüş” olsun…
(*tgt: bileklik sayesinde kolun üzerinde oluşan görüntü ve 3 boyutlu görüntüyü avuç içinde
gösteren cihaz görüntü elden ele taşınabilir yönlendirilebilir yani cihazdan cihaza aktarılabilir)
Bahtiyar ÖZTÜRK