Atlar geçer kırların ucundan,
rüzgâr bir çobanın dudaklarında
eski bir ağıt gibi,
usulca dokunur gem vurulmamış bir yazgıya.
Ne eyere boyun eğmiş ne kamçıya,
yalnızlığı taşır sırtında yılkı atı,
yaban bir özgürlükle dolu gözleri,
nehre karışan dağ gibi hür.
Ben bir banktan izlerim onları,
gözlerimde yanmış kentlerin külleri,
avuçlarımda düşmüş yıldızların izi.
Her sabah
dökülen çayımın dumanında
bir yolculuğa çıkar yılkı sürüsü.
Kim bilir,
belki de yalnızlık değil,
bir özgürlük hikâyesidir bu.
Kırbaçlanmış bir gökyüzünden düşen
ve yeryüzünü bulutlarla yıkayan…
Bir mektup yazsam sana yılkı atı,
hüznün tüyüne ilişmiş
bir sözcükle mühürlesem,
uçup gitse yamaçlara,
ardında rüzgârın mavi soluğu…
Bilirim,
kanadı kırık kuşlar da özgürlük ister,
yollarını yitirmiş trenler de.
Ama senin yolun belli,
yürürsün dağlara,
arkanda suskun köyler,
yoldaşın karanlıkta parlayan yıldızlar.
Özgürsün işte, yılkı atı,
eyersiz ve gemsiz,
bir rüyanın tam ortasından geçersin,
kimse bilmez,
ama tüm kırlar senindir.
Tahir Çelebi