
Recep Atıcı’nın kaleminden…
“Duvarlar… İsten ve kirden yer yer lekelenen, kirecin rengi sararak pis bir sofra örtüsüne dönen kalın taş duvarlar… Taş duvarların dibinde yığılı, üzeri eski kilim veya yırtık battaniyelerle örtülü yataklar… Daima yanlış çalan bir duvar saati, altındaki çivide pis bir havlu, bir bağlama, bir eski yelek. Ve en solda, köşede bulaşık kaplar… Ve ben düşünüyorum…”[1]
Bu satırlar, 1936 yılında Sinop Cezaevinde fikir suçlusu olarak hapis yatan Sabahattin Ali’nin “Duvar” isimli öyküsünden alınmıştır.
Doğumu ve Eğitimi
Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907 tarihinde dünyaya gelir. Yüzbaşı Ali Selahattin ile Hüsniye çiftinin ilk çocuklarıdır. Doğum yeri ise babasının görev yaptığı Bulgaristan’ın Gümülcine sancağına bağlı Eğridere ilçesidir. Aslen Trabzon’lu olan ailenin, Fikret ve Süheyla isimli iki çocuğu daha vardır.
O, Eğitim hayatına Üsküdar Doğancılar’daki Füyuzat-ı Osmaniye Mektebi’nde başlar. Babasının görevi nedeniyle gittikleri Çanakkale’de İptidai Mektebinde okur. Daha sonra Babası Balıkesir Edremit’e tayin olunca okulun geri kalan kısmını burada tamamlar. Ardından İstanbul Muallim Mektebi’nden öğretmen diploması alarak mezun olur
Öğretmenliği ve Fikir Suçuyla Yargılanması
O, ilk olarak Yozgat Merkez Cumhuriyet İlkokuluna öğretmen olur. Sonra Maarif Vekâleti’nin yabancı dil öğretmeni yetiştirmek için açtığı sınavda başarılı olunca Almanya’ya gönderilir. On beş gün Berlin’de kalan Ali, daha sonra Potsdam’a yerleşerek hem özel bir kurumdan hem de bazı kişilerden Almanca dersi alarak iki yıl dolmadan dili öğrenerek geri döner.
Döndükten sonra ilkokul öğretmeni sıfatıyla Bursa’nın Orhaneli ilçesine atanırsa da kısa süre sonra Aydın’a Almanca öğretmeni olarak gönderilir. Ancak buradayken komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hakkında soruşturma açılır. Yapılan tahkikat sonrası ilk önce serbest kalması yönünde bir karar çıkar. Ancak daha sonra karar bozulur ve hapse atılır. Ardından tekrar karar değişir ve Almanca öğretmeni olarak bu sefer Konya Ortaokulu’na gönderilir.
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Ali, Konya’da öğretmenlik yaptığı sırada, beraber olduğu bir arkadaş ortamında, “Hey anavatanından ayrılmayanlar” diye başlayan şiirini okur. Okuduğu bu şiirde güya o günün yönetici kadrosunu yerdiği için ihbar edilir. Dolayısıyla tarihler, 22 Aralık 1932’yi gösterirken tekrar tutuklanır. İlk olarak Konya’ya, ardından da Sinop Cezaevine gönderilir.
Evliya Çelebi “Seyahatname” isimli eserinde bu cezaevini şöyle anlatır; “Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Allah korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar”[2]
Günümüzde müzeye çevrilen Sinop Cezaevi, bir çok mahkûm için umudun bittiği yer olsa da Ali için özgürlük tutkusunun sanata, edebiyata ve şiire yön verdiği yer olur. 26 Aralık 1932 ile 29 Ekim 1933 tarihleri arasında kaldığı bu Cezaevinde Cumhuriyet’in 10’cu yılı nedeniyle çıkarılan aftan yararlanarak çıkar. İki yıl sonra(1935) Aliye Hanım’la evlenir ve Filiz adında bir kızı olur.
Sabahattin Ali’nin Edebi Kişiliği
Ali, Türk edebiyatında “Toplumcu Gerçekçi” akımı olarak bilinen bir düşünce yapısından etkilenmiştir. 1930’lu yıllarda ortaya atılan bu düşünce, Anadolu’da yaşayan insanının sıkıntılarını dile getirmek ve dolayısıyla bunların üzerine eğilmek maksadıyla yola çıkmıştır. Daha sonraları bu düşünce, sol kesimin sahiplendiği bir akım haline gelir. Bu düşünceyle yola çıkanlardan bazıları, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz….” [3] gibi yazarlardır.
Onun edebi yönü, daha çok Anadolu’nun kırsal hayatından aldığı acıklı hikayelerden oluşmaktadır. Bu hikayeleri gerçekçi bir dille aktaran, kuvvetli doğa tasvirleriyle hikâyenin geçtiği mahalli resmeden bir kalemi vardır. Şiir, hikâye, öykü, roman ve tiyatro gibi birçok edebi türe imza atan Ali, edebiyat hayatına şiirle başlamış, daha sonra roman ve hikâyelerle devam etmiştir. Hikâye ve romanlarında canlı, güzel bir dil ve etkileyici bir üslup kullanan yazar, iyimser bir niyetle eserlerini kaleme almıştır. Köylü ve Anadolu insanı onun kaleminde sefil, düşkün, karamsar değil; dost canlısı, folklor zengini, iyilik peşinde koşan insanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Son yıllarında mizahı da denemiş, sembolik hicivli masallar yazmış ancak hikâye ve romanlarında olduğu kadar başarılı olamamıştır.[4]
Toplumsal gerçekçiliğin ilk başarılı örneklerinden sayılan “Kuyucaklı Yusuf”, Ali’nin en tanınmış eseridir. Daha çok hayatın içinden sosyal sorunları dile getiren Ali, iletişimsizlik, yalnızlık ve anlaşılamama gibi temaları işler. Bunun bir neticesi olarak, Aile, evlilik, aşk ve intihar gibi konuları ele almıştır. Genel anlamda, eleştirel ve realist bir tavırla kaleme aldığı romanlarında aydın kesimi eleştirmekten kaçınmaz. Kaleme aldığı üç romanının ana karakteri erkektir. Öne çıkardığı bu karakterler, bulundukları çevreye uyum sağlayamamış kişilerdir. Farklı mekân ve farklı zaman dilimlerini anlattığı bu eserleriyle sosyal hayatı gerçekçi bir dille anlatan Ali, yalın, sade ve anlaşılır bir dil kullanır.
Onun en ünlü romanı “Kürk Mantolu Madonna” 1943 yılında ilk kez Remzi Kitabevi tarafından basılır. Aşk ve evlilik temalarının öne çıktığı bu roman, Raif Efendi’nin hayatında yaşadığı en yoğun üç aylık süreci anlatmakta olup üzerinde en çok konuşulan eseridir. Bu eser, Almanca, Arapça, Rusça, İngilizce, İspanyolca ve İtalyanca gibi çeşitli dillere çevrilir. Ayrıca tiyatroya da uyarlanır. Diğer romanı ise, ‘İçimizdeki Şeytan’ isimli eseridir.[5]
Şiirlerini koşma biçiminde yazan Ali, hece ölçüsünü kullanmayı tercih etmiştir. Genellikle de hecenin 8’li ve 11’li kalıplarını kullanır. Yazdığı koşmalar, en az üç, en fazla altı dörtlükten oluşan âşık edebiyatı nazım biçimindedir. O, koşma dışında daha çok bentlerden oluşan farklı türden şiirler de kaleme almıştır. Bunlarla beraber az da olsa divan şiiri geleneklerini yansıtan şiirleri de vardır. Dört kitapta topladığı şiirleri şunlardır: “Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağanın Serenadı, Öteki Şiirler, Bütün Şiirler.” Edebiyat alanında gücünü daha çok hikayelerinde gösteren Ali, öykü ve hikayelerini de beş kitapta toplamıştır. Bunlar, “Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk”[6]
Ülkeyi Terk Etmeye Çalışması ve Ölümü
Ülkemizin yetiştirdiği aydınlardan biri olan Aydın Bolak’ın kurduğu Türk Petrol Vakfı’nın sekreterliğini yapan Fethi Gemuhluoğlu, Bolak’la bir görüşmesinde; -1968-69 yılları arasında, üniversite gençliğinin yaşadığı gerilimi ve buna karşı devletin aczini kastederek- “Bu memleket pis bir kedi gibi kendi yavrularını yiyor”[7] der. Maalesef ülkemiz, bu alışkanlığını yıllar geçmiş olmasına rağmen hala terk etmedi/edemedi. Bu pis kedi, ‘Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak’[8] gayesiyle para vererek, burs tahsis edip yurt dışına gönderdiği aydın kitlesini yeri geldiği zaman bozuk para gibi harcamaktan çekinmedi.
İşte, Sabahaddin Ali’de devletin kendi eliyle yetiştirip sonra da pis bir kedi gibi yediği aydınlardan biridir. Öldürüldüğü zaman henüz 41 yaşındadır. O, problemli bir ailede yetişmesine ve bin bir gaileye rağmen kısa zaman aralığında edebiyat çevrelerince kıskanılacak ölçüde eserler ortaya koyar. Düşünceye pranga vurmak isteyenler, onun diline müdahale ederek susturmaya çalışır. Bu maksatla hakkında açılan davalardan ve verilen haksız mahkûmiyet kararlarından usanmıştır.
‘Sabah kapı çaldığında gelenin sütçü olmadığından emin olamayışı’ onu sürekli endişe ve tedirginlik yaşatır. Artık bu durum çekilmez hale gelince soğuk bir Mart sabahı ülkeden ayrılmayı göze alır. Önce Suriye sınırından çıkmaya dener, fakat başaralı olamaz. Daha sonra kendine ait bir kamyonla, ‘Edirne’ye peynir götüreceğim’ diyerek, ailesine haber vermeden yola çıkar. Onun maksadı elbette peynir satmak değildir. Hakkında açılan davalar, her geçen gün aleyhine ilerlediği için bir an önce Bulgaristan sınırını aşarak Avrupa’ya ulaşmaktır. Çünkü, kendisine yasal yollardan pasaport verilmememiştir.
Hem kaçak hem de tek başına bu yolu gözü kesmez. Dolayısıyla Üsküdar Paşa Kapısı Cezaevi’nden tanıştığı Berber Hasan’ın, kendisini tanıştırdığı Ali Ertekin’le yola çıkar. Bu zat, eski bir subaydır ve silah çalma suçuyla ordudan ihraç edilmiş gibi gözükmektedir. İstihbarat hesabına çalışan bu şahısla 31 Mart 1948 tarihinde Kırklareli’ne doğru yola çıkarlar. Bir müddet sonra yürüyerek sınırı geçebilmek için ormanlık arazide yol alırlar. Gidilen mevki iyice tenhalaşınca, istihbarat elemanı bu şahıs işini yapar.
Olayın buradan sonrasını mahkemeye çıkarılan bu katili şöyle anlatır: … Elimde sopa vardı, ayağa kalktım… Gözlerim kararır gibi oldu. İçimde kabaran milli düşünce ile birdenbire irademi kaybederek elimdeki sopa ile oturmuş kitap okumakta olan Sabahattin Ali’nin kafasının sol tarafına doğru şiddetle vurdum. Suratı, gözlükleri, kulağı kan içinde kalmıştı, arkasından aynı yere şiddetle bir daha vurdum. Bu iki darbeden sonra sağ tarafa doğru yıkıldı… Dikkat ettim, hafif hafif nefes alıyordu. Bu defa üçüncü bir darbeyi ensesine vurunca nefesi tamamen kesildi. Artık ölmüştü.”[9]
Evet, 1 Nisan 1948’de sopayla başından defalarca vurularak öldürülen Ali’nin cansız bedeni iki gün sonra bir çoban tarafından bulunur ve jandarmaya haber verilir. Ancak cesedi otopsi yapılmak üzere Adli tıpa getirilirken yolda kaybedilir. Onun cenazesini toprakla buluşturacak ortada bir beden olmadığı için geride kalan yakınlarının ziyâret edebileceği bir mezarı da yoktur maalesef.
[1] Ali İhsan Ökten, “ Sabahattin Ali’nin İzinden Sinop Cezaevi” AltInrota Gezi, Kültür, Sanat ve Fotoğraf Dergisi, 28 Mayıs 2019
[2] Ökten, “a.g.m” 28 Mayıs 2019
[3] Ahmet Alver, “Türk Edebiyatında 1940’lı Yıllarda Yazılan Bazı Toplumcu Gerçekçi Romanların Emek-Sermaye Bağlamında Analizi” SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Aralık 2014, Sayı: 33, ss.129-152
[4] https://www.edebiyatogretmeni.org/sabahattin-ali/
[5] https://www.bkmkitap.com/blog/sabahattin-ali
[6] Ali Külek, “Sabahattin Ali’nin Hayatı ve Eserleri” makaleler.com, 15 Kasım 2016
[7] https://www.lacivertdergi.com/soylesi/2018/06/21/bir-neslin-agabeyi-fethi-gemuhluoglu
[8] https://uludag.edu.tr/atabolum/konu/view?id=3374&title=ataturkun-onuncu-yil-nutku
[9] https://www.cafrande.org/sabahattin-aliyi-olduren-katilin-mahkeme-ifadesi/